22 Mart 2012 Perşembe

II.dünya savaşında almanya ve adolf hitler


ÖNSÖZ

Bu konuyu seçmemdeki öncelikli neden II. Dünya Savaşı’nın arkasındaki nedenleri ve savaşın yıkılarını, bu yıkımlardaki nedenleri incelemek istememdir.
İkinci Dünya savaşı, teknolojinin öne çıkmaya başladığı ve kullanıldığı savaştır. Bu sebeple birçok insanın ölümüne neden olduğu gibi savaşın gidişatının da yeni gelişen teknolojilerle değişmesine neden olmuştur.
Diğer taraftan savaşta öne çıkan lider Adolf Hitler, savaşın gidişatını değiştiren devlet de Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Hitler Almanyası başta savaşta önde olmasına rağmen üstünlüğünü koruyamamıştır. Almanya’nın en büyük eksikliği Batılı devletler gibi kaynaklara sahip olamamasıdır. Batılı devletlerin birçok sömürgesi olması uzayan savaşta onların lehine Almanya’nın alehine olmuştur. Çağın süper gücü olma yolunda hızla ilerleyen Amerika Birleşik Devletleri’nin de savaşa Batılı devletlerin yanında girmesi ile Almanya daha fazla direnememiş ve savaşı kaybetmiştir. İkinci Dünya savaşı sona erdiğinde Batılı devletler savaştan galip ayrılmıştır.
Bu tez, bana konuyla ilgili bilmediğim birçok şey kazandırdı.  Bu konuyu almamda bana yardımcı olan ve yol gösteren syn. “Prof.Dr Hale ŞIVGIN” hocama teşekkür ederim.

GİRİŞ

   II. Dünya savaşı 3 Eylül 1939'da İngiltere ve Fransa'nın Polonya'yı işgal eden Almanya'ya savaş ilan etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya'nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa, İngiltere, ABD ve SSCB'nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekûn bir savaştı, yani savaşa giren bütün ülkelerin tüm kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre dışında bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD, deniz filosunun Japon uçaklarına bombalanması üzerine Aralık 1941'de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945'te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya'da Adolf Hitler'in diktatörlüğü, büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.


II. DÜNYA SAVAŞINDA ALMANYA VE ADOLF HİTLER

SAVAŞIN BAŞLANGICI VE DÜNYANIN GENEL DURUMU

1939 yılının Nisan ayında Dünya basını, Neville Chamberlain Kabinesi’nin Avrupa’daki barışı güvence altına almak için uyguladıkları taviz ve yatıştırma politikalarını tamamen değiştirdiklerini ve Polanya’yı Almanya’dan koruyabileceklerini savunuyorlardı (1939) 1 Eylül’de Adolf Hitler Polonya’ya girdi. Hitler yapılan uyarılara karşı Polonya’yı terk etmedi. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa iki gün sonra Almanya’ya savaş açtı. Bu savaş başlangıçta Avrupa Savaşı şeklinde olsa da ilerlemiş ve Tarihinin en Kanlı dünya savaşı olarak tarihe geçmiştir.
Batılı müttefiklerin savaşa girme nedenleri arasında biricisi Polonya’nın bağımsız olmasıdır. İkincisi ise kendisini tehdit eten güçleri ortadan kaldırmaktır. Savaştaki asıl amaçları hiç şüphesiz kendisini tehtid eden güçleri ortadan kaldırmaktır.
Hitlerin yayılmacı siyasetini önlemeye çalışacaklar ve ondan daha da önemli bir sorun haline gelecek olan Rusya konusunda ABD’nin yardımına muhtaç kalacaklardır. Savaşın çıkmasındaki en büyük etken’in Hitler’in yayılmacı bir siyaset izlemesi gösterilmektedir. Fakat Hitlerin düşüncesi bir dünya savaşı çıkartmak değildir. Hitler Almanyası I. Dünya savaşının acılarını yeni yeni kapatmaya çalışıyordu. Buna rağmen Almanların saldırgan bir tutumu vardır. Adolf Hitler bu konuda titiz davranmaktadır. Askerlerini yeni bir dünya savaşına neden olmamaları konusunda uyarıyordu. Savaştan sonra ele geçirilen belgelerde Almanya’nın böyle bir savaşı göze alamayacağı konusunda birçok belge mevcuttur. Adolf Hitler 1936 yılında Rhineland ve İspanya’ya asker gönderirken askerler endişelidirler ve Hitler buralara sınırlı sayıda yardım göndermiştir. İki yıl [1]sonra Avusturya’ya girdiklerinde ise hiçbir tepkiye aldırış etmemişlerdir. Hitler daha sonrada Çekoslovakya’nın “Sudet” bölgesinin kendilerine ait olduğunu ve işgal edileceğini ilan etmiştir. Bu tutumun bir dünya savaşına neden olabileceğini dile getiren İngiltere’ye karşın Hitler; Çekoslovakya için İngiltere ve Fransa’nın savaşmayacaklarını düşünüyordu.
1938 yılına gelindiğinde Almanya ile Yapılan “Münih Antlaşması” ile bir barış tahsiz edildiysede Hitler bunu kendi için bir zafer olarak görmekteydi. Hitler bu kolay başarılar neticesinde halkın kendine duyduğu güveni arttırmıştır.
Münih antlaşmasının imzalanmasından sonra Adolf Hitler Dünya savaşının çıkacağını tahmin etmiyordu ve bu sebeple Alman donanmasının gelişimine önem vermemiştir. Almanlar İngilizler bir savaşa girileceğini tahmit etmemiş olacaklardır.
Adolf Hitler Dünya Savaşından çekinmesine karşın saldırgan tutumunu sürdürmüştür.
Diğer Alman yöneticilere göre Hitler’in isteklerine boyun eğen İngiltere ve Fransa kendi çıkarlarını düşünmekteydiler. Hitler ise konuya şu şekilde bakıyordu. Ona göre; Kasım 1937’de “Hassbach Bildirisinde” açıkladığı üzere “Lebensravm  (Hayat Sahası)” kavramını savunmaktadır. Bunun nedenlerinden birisi Almanya’nın tarımsal pek zengin bir memleket olmaması ve ihtiyaçlarını dışarıdan karşılayarak olsa bile Hitlere göre bu olanaksızdır. Devlet bütçesinde bir süre sonra yetmez hale gelecektir. Hitler bu sebeple Doğu Avrupa’dan toprak almayı ve Almanya’nın kalkınmasını sağlamlaştırmayı düşünmektedir. Hitlerin bu anlayışı Doğu Avrupa devletlerince hiç hoş karşılanmamaktadır. Avrupa’daki bu yayılmacı siyasetin yanlış olduğunu savaş sonrası dile getirmişlerdir. Bununla birlikte 1937–1938 yılındaki “Hayat Sahası” fikrine destek verdikleri bilinmektedir. 
Hitler’in Kasım 1937’de Halifox’tan destek gördüğü bilinmektedir. Halifox kabine de başkandan sonra en yetkili kişidir. Hitler’e gösterdiği bu tavizkar davranışların bu nedenli ağır sonuçlar doğuracağını herhalde tahmin etmemiş olacaktır.
1938 yılında Berlinde’ki İngiliz büyük elçisi “Neville Henderson” Hitlerle gizli bir görüşme yapmış ve İngiliz Hükümeti adına Hitlerin Doğu Avrupa’da yapacağı değişikliklere destek vermiştir. Bunu üzerine Ruslar Hitlerin durdurulmasını teklif etmiş; fakat İngiltere ve Fransızlar bu düşünceyi desteklemişlerdir. Hitler daha da rahat bir hale kavuşmuştur. Bununla beraber Rusya Çekoslovakya’nın kaderinin tayin edildiği “Berlin Anlaşması”nda dışarıda bırakılmıştır.
Hitler’i doğuda serbest bırakan İngilizler Çekoslovakya’nın işgaline tepki göstermişlerdir. İngilizlerin bu politikalarından vazgeçmeleri Hitleri şaşırtmıştır. Fransızlar ise Hitlerin bu işgaline ses çıkarmamışlar ve Hitlerde Fransızların kendi yanında olduğu kanısını uyanmıştır.
Polonya I. Dünya savaşından sonra Almanya’dan ençok toprak alan devlet olmasına karşın Adolf Hitler Polanya’ya girmemiş hatta Polonya Almanya’yı desteklemiştir. Ancak Hitlerin bu tavrı koşullu idi. Karşılığında “Danzing” limanı istemiş ve Polonya üzerinden Prusya’ya serbestçe geçiş hakkı elde etmeyi amaçlamıştır. Ancak Polonyalılar bu isteğe olumlu bakmamaktadırlar. Diğer yandan İngilizler çok rahattır ve Almanya’nın ekonomik açıdan bir savaşa hazır olmadığını düşünmektedirler.
Nazilerde bir taraftan Çekoslovakya’yı parçalamayı düşünüyorlardı. Hitler Slovakların Lideri “Tisa” ile yaptığı görüşmede onları desteklediğini bildirmiştir. 15 Mart 1939’da Almanlar Bohemya’yı (Çek nüfuz bölgesi) işgal ettiler. İngilizler diğer taraftan Çekoslovakya’nın koruyacağı sözünü vermişlerdir. Fakat Çekoslovakya ikiye ayrılınca İngiliz hükümeti anlaşmanın geçersiz olduğu konusunda açıklamak yapmıştır.
Chamberlain birkaç sonra Dünya’yı hayretler içerisinde bırakan bir karar vererek Adolf Hitler’in hiçbir saldırısına destek ve izin vermeyeceğini söylemiştir. İngilizlerin Almanya karşısında bu tutumu gerçekleştirilebilmesi için Rusya’dan [2]da destek alması gerekmektedir. Ayrıca Polonya’nın İngilizlerle iş birliği yapacağı kesin değildir. Buna karşın İngilizlerin Rusya’ya karşı soğuk bir tutumu vardır. Ayrıca İngilizler Rusya’yı küçükserken Polanya’yı gözlerinde büyütüyorlardı.
İngilizlerle Ruslar görüşüyorlar bu seferde doğu Avrupa devletleri Rusya’yı kendileri için tehdit olarak görüyorlardır. Adolf Hitler bu gelişmeler karşısında İngilizlerin kendisini engellemesinden çekiniyor ve onların engellemesine fırsat vermemek için daha hızlı bir yayılma politikası izliyordu. Diğer yandan Hitler İngiltere’nin Kendisini engellemesi için Rusya’nın yardıma muhtaç olduğunu düşünüyor ve Polonya’nın yanında Rusya’nın yardımı olmadan savaşacağını tahmin etmiyordu. Hitler bu sebeple daha da şaşırtıcı bir hamle yaparak Rusya ile görüşmelere başlamış ve yakınlaşmıştır. İngilizlerin Ruslardan yeterli desteği görememesi neticesinde ve diğer taraftan Hitler’in Prag’ı işgal etmesiyle İngilizler daha da tedirgin hale gelmişlerdir. Bu arada Almanların Polonya’yı ile de anlaşmak istedikleri haberini almışlardır.
3 Mayıs tarihinde Rus Dışişleri Komiseri “Litvinov” görevden alınmış ve yerine diktatör rejime destek veren “Molotov” atanmış ve bu tarihten sonra Rusya ile Almanya yakınlaşmaya başlamıştır. 23 Ağustos tarihinde Ribbentropp Moskova’ya gitti ve Ruslarla Almanlar arasında bir antlaşma yapıldı. Buna göre Polanya; Rusya ve Almanlar arasında paylaşacaktır.
Bu Sovyet- Alman paktı Hitlerin beklediği gibi İngilizler üzerinde olumlu bir sonuç doğurmadı. Aksine İngilizlerle genel seferberliğe sebep oldu.
Ayrıca bu pakt Stalin yönetimindeki Sovyet Rusya için iyi oluyor ve Almanya’yı batılı devletlerle karşı karşıya bırakıyordu. Bu durum sayesinde Sovyet Rusya savaştan sonra yükselişe geçmesinde etken olacaktır. Bu pakt ayrıca Almanların 1914’ten önceki durumuna döndürüyordu Polonya’nın işgaliyle, diğer taraftan Rusların ise Baltık denizi ve buradaki devletlerin işgali konusunda önünü açıyordu.
1941’de Almanların Rusya’ya girmesi Stalin’in bu pakt konusunda nedenli dar görüşlü olduğunu ortaya koyuyordu. Gerçi Hitlerin bu saldırısı Sovyet birliğinin lehine olmuştur.[3]

SAVAŞ BAŞLARKEN ALMANYA’NIN VE BATI’NIN GENEL DURUMU

1 Eylül 1939 tarihinde Alman orduları Polonya’ya girmiştir. 3 Eylül tarihinde İngiltere ve bundan 6 saat sonra Fransa Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Almanya kısar bir süre içerisinde Polonya’yı işgal etmiştir. 9 Ay içerisinde Avrupa’nın birçok yerine savaş yayılmıştır.
Savaşın başlamasıyla birlikte istikrarsız kimsenin Almanları yeneceği umudu yoktur. Ne olacağını kimse kestirmemektedir. İngilizler Polonya’nın gücünü fazla abartmışlar ve bu konuda yanıldıklarını görmüşlerdir. İngiliz dışişleri bakanı Lord Halifox Polonya’nın askeri gücünün Rusya’dan fazla olduğunu ileri sürerek onu müttefik seçmiştir. “General Ironside” temmuz ayında Polonya ordusunu teftiş etmiş ve Churcill’e çok olumlu bir rapor vermişti. Ayrıca Fransız ordusunu da “en iyi eğitimli ordu” olarak nitelendiriyorlardı. Fakat savaştan birkaç gün önce Fransız Orduları başkomutanı General Georges’in sunduğu rapor İngilizler açısından hiç iç açıcı sonuçlar içermiyordu. Fransız ordusunun Alman ordusundan çok daha üstün olduğu savunuyordu. Savaş başladığı sırada bu düşüncelerinde yanıldıklarını anlamışlardır. Lloyd George’nin uyarılarını da İngiliz hükümeti dikkate almamaktadır. “The Times” Gazetesi de bu uyarıları Karamsar düşünceler olarak nitelendiriyordu. Bu durum gerçeklerin görülmesini göz ardı ediyordu.
( Münih Konferansı 1938, soldan sağa: Chamberlain, Adolf Hitler )


İngilizler Polonyalıların Almanları cephede en azından durdurabileceğini düşünüyorlardı. Almanların Fransız sınırlarındaki birliklerini Fransız tarafından püskürtüleceğini düşünüyorlardı. Peki, ülkelerin askeri durumları nasıldı?
v  Almanya: 6 âdeti Avusturyalı 98 Tümeni vardır.
v  Polonya: Tam seferberlikte asker sayısını 2.500.000’e çıkarabiliyordu.
v  Fransa: Almanların karşısına 85 Tümen çıkartabiliyor bu askerlerinden başka 5.000.000 eğitimli askeri bulunuyordu.
v  İngiltere: Savaş başladığından toplam gücü 55 tümendir. Ana katkısı denizdedir.
Askeri durumları karşılaştırıldığında İngilizlerin denizlerde üstün olduğu düşünülmekteydi. Almanlar asker sayısı olarak fazlaydılar. Askerlerinin büyük çoğunluğu acemi daha yeni asker olmuş kişiler oluşturmaktadır. 36 Tümen I. Dünya savaşından kalan askerlerdir. Bunlar ise yeni silahlar konusunda bilgi sahibi değildir. Bu nedenle bu askerlerin eğitimi tahmin edilenden çok daha uzun sürmüştür. [4]
Hitler 1914 yılına kadar savaş’ın çıkmayacağını söyleyerek komutanlarına güven vermiştir ve onları ikna etmiştir. Komutanlarda istemeye istemeye de olsalar bunu kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ordunun büyüklüğüne göre techizad yetersizdi fakat Alman ordusu savaşın il dönemlerinde asker sayısı, techizad mühimmat bakımından üstün durumdaydı.
Almanların savaşın başında 20 tonu geçmeyen bir kısım tanklar vardı. Polonya’nın işgalinde kullandıkları tanklar ise ince zırhlıydı.
  Görünüşte Almanlar Zayıf gözüküyor ve Fransızlara karşı ezileceği tahmin ediliyordu. Alman komutanlar ise durumun böyle olmadığını görmüşler ve I. Dünya savaşından farklı olduğunu ön görmüşlerdir. Artık çok şey değişmiştir. Kullanılan savaş teknolojisi çok daha ileridedir. Almanların 1930 ve 1940 yılında batılı devletleri mağlup etmeleri onların yeni savaş kavramını anlayamadıklarının en büyük göstergesidir. Özellikle Alman orduları en ezici darbeyi 39 yılında Polonya’ya vurmuştur. Savaşta çağından en geri kalan ülke Polonya’dır. Polonyalılar süvari birliklerine güvenmişler ve onlarla savaşı kazanacaklarına inanmışlardır. Öte yandan Fransızlar da çağın gereklerine uygun savaş teknolojisinin dışındadırlar. Fransızlar ile Polonyalıların zırhlı savaş birliği eksikliklerinin üzerine bir de hava birliklerinin yetersizliği eklenince durumun batılı devletler için daha kötü Hitler için ise iyi olduğu söylenebilir.
Bütün bunlara rağmen Hitler yönetimindeki Alman ordusu etkin ve çağının gereklerini tam anlamıyla karşılayan bir ordu değildir. Bununla birlikte savaş başladığı esnada 6 zırhlı Tümen, 4 hafif mekanize tümen ve bunları destekleyecek 4 adet motorize piyade Tümeni bulunmaktaydı. Bu birliklerin işlevi çok fazlaydı. Alman ordularının kazandığı zaferlerin temelinde ezici üstünlük ve çok modern teşkilatlanması değil, önemli birkaç unsurda diğer devletlerden daha üstün durumda olmasıydı.
Fransız ve İngiltere’nin Mart ayına kadar silah ve cephane konusundaki üstünlükleri, Hitlerin Çekoslovakya’yı işgal etmesi ile dengelenmiştir. Hitler burayı işgal edince buradaki mühimmat ve cephanelere el koymuştur. Diğer yandan İspanya’da Cumhuriyetçilerin Hitler ve İtalya yardımıyla devrilmesi sonucu Fransız ve İngiliz deniz irtibatını ve Fransa’nın güneyini tehlikeye sokmuştur.
      Savaşta hayati önem taşıyan bazı temel maddeler vardır. Genel üretim için kömür, hareket kabiliyeti için petrol, patlayıcılar için pamuk, yün ve demir, ulaşım için kauçuk, elektrik donanımları için bakır, çelik yapımı için nikel, dumansız barut için selüloz, Betonörler için cıva, uçaklar için Alüminyum, kimyasal araç-gereçler için platin, çelik yapımı içi antimon ve manganez, savaş araç-gereçleri için asbest, yalıtkan olarak mika, patlayıcılar için nitrik asit ve kükürt gerekliydi. Almanya da pamuk, kauçuk, kalay, plantin ve cıva yetiştirilemiyor ve üretilemiyordur. İtalya ve Japonya ise nereyse tamamen dışa bağımlıydı. İngiltere de ise kömür dışında yeterli malzeme yoktu. Fransızlar da pamuk, yün, bakır, kurşun, magnezyum ve kauçuk yetersizdi. Ruslarda da antimon, nikel ve kauçuk yoktu. Bakır ve kükürt yetersizdi, diğer madenler vardı. En güçlü durumdu olan devlet ABD idi. Dünya petrollerinin 3/2’si, pamuk ve bakırın yarısını çıkaran Amerika Birleşik Devletleri dışarıya sadece antimon, nikel, kauçuk ve kısmen de Kalayda bağımlıydı.
Savaş öncesi Ülkelerin genel durumuna baktığımızda her ülkenin  (ABD hariç) çeşitli maden ve tüketim sahalarında eksik olduğunu görüyoruz. Savaşın uzaması neticesinde Almanların Kaynaklarını yetersizliği savaşı kaybetmelerinde en önemli etken olanaktır şüphesiz. İngiltere ve Fransa ABD ve Kanada gibi devletlerden kaynak sağlarken, Hitler Almanya’sının kaynakları tükenecek ve müttefikleriyle birlikte çökecektir.

ALMANLARIN POLONYAYI İŞGALİ

1 Eylül (1939) günü Hitler Alman ordularına Polonya’yı işgal emrini vermiştir. Bu savaş zırhlı birlikler ile hava unsurunun beraber kullandığı ilk savaş olmuştur. Bu yeni savaş kavramının adı İngiltere “Lingthning/ Yıldırım Savaşı” olmuştur. Bu deyimin Alman karşılığı “Blitzkringi/ Yıldırım savaşı” olarak geçmiştir.
Polonya’nın Alman sınırı Çekoslovakya’nın alınması ile birlikte 3000 km olmuştu. Bu sebeple güney cephesi işgale açık bir durumdaydı. Polonya’nın coğrafi özelliklerine baktığımızda Fransa kadar olmasa da geniş ve düz bir araziye sahiptir. Alman ordularını ve Hitlerin önünde doğal bir engelin bulunmamasına karşın; Hitlerin taarruzunu zorlaştıracak Zırhlı birlikler için zorlu yumuşak ve ormanlık araziler de mevcuttu.



( 1 Eylül 1939 Almanya Polonya sınırını geçiyor. )

   Polonya ordusu çok geniş olan “Vistül” ve “Son” nehirlerinin gerisinde çekilmesi savunma açısından olumlu olsa da Almanların ülkenin stratejik ve değerli noktalarını ele geçirmelerini sağlayacaktır. Polonya’ya batılı müttefiklerden de gerekli destek gelememişti. Polonya ordularını dağılımı ve düzeni de çok yanlış bir stratejik hataydı.  Batı ve doğudan rahat bir şekilde işgale açık olarak yerleştirilmişlerdi.
( Polonya’nın işgali sırasındaki Nazi vahşeti )

Polonya orduları Almanlardan I. Dünya savaşı sonrasında aldıkları toprakları korumayı I. Planları olmuştur. Kendileri için daha önemli olan bölgeleri ise önemsememişlerdir. [5]
Almanlar karşısında Polonyalıların bu kadar ileride tertiplemeleri oyalama savaşı yapmalarını engellemiştir. Ayrıca Polonyalıların seferberlikleri yetersiz ve hareket kabiliyeti zayıf orduları bulunuyordu.
Almanlar on dört mekanize, altı zırhlı tümen, 4 hafif motorize piyade ve 4 motorize tümeni ile manevra kabiliyeti sayesinde kıstırmışlardı. İşte Almanların bu hareket kabiliyetli orduları hava birlikleriyle desteklenince kısa zamanda Polonya’nın hava limanları ve demir yolları enkaz haline geldi. Almanların savaş uçakları dağınık uçarak Polonya’nın geniş alanına yayılmış hem orduya hemde stratejik noktalarına büyük tahribat vermiştir. Almanlar diğer önemli stratejisi telsiz karıştırmasıydı. Bu karmaşayı yaratarak Polonyalıları manevi olarak çökertmeyi başarmışlardır.

(1 Eylül’de Almanya ve Polonya Orduları’nın konuşu )

Almanlar sabah 5.00 sularında hava’dan 6.00 sularıyla kara birlikleriyle Polonya’ya saldırmışlardır. Kuzeyde işgal, (Küchler) emrindeki 3. ordu ile Kluge’nin emrindeki 4. ordudan oluşan Back’un ordu grubunca gerçekleştiriliyordu. 3. ordu güneyden, 4. ordu ise doğudan girip ortada buluşarak Polonya’nın doğusunu işgal etmişlerdir. [6]
Güneydeki Rundstedt’in Ordu gurubunun rolü daha önemliydi. Bu ordu gurubundaki piyade birlikleri diğerlerinin iki katı civarında idi ve Zırhlı birlikleri daha fazlaydı. Bu gurup 8. 10. ve 14. ordudan oluşmaktaydı. Ordunun sol kanadı büyük sanayi merkezlerini hedef almıştır. Lodz’a doğru ilerleyerek, Pozran’daki Polonya birliklerinin dağıtılmasını sağlayacaktı ve aynı zamanda Reichensünun emrindeki ordunun kanatlarını örtecekti. Sağ tarafta List ilerleyerek Karpatlar tarafını kapatacaktı. Bununla birlikte kesin darbe Reichenau tarafından gerçekleştirilecekti ve onun elinde en büyük zırhlı birlikler bulunuyordu.
Neticede savunmaya önem vermeyen Polonyalılar Hitlerin taaruzuna boyun eğecek ve bozguna uymayacaktır. İngiltere ve Fransa savaşa girdiği sırada Alman orduları Polonya’yı neredeyse tamamen işgal etmişlerdir.
4 Eylül tarihinde Rechenau’un öncüleri sınırdan 80 km içeride olan Pilica’ya ulaşıp geçmişlerdi. İki gün sonra ordunun sol kanadı “Lodz” kentinin hemen arkasına kadar ulaşmıştır. Tamaszow’u ele geçiren ordunun sağ kanadı Kielce’ye girmişti. Böylece Lodz’u kapatan birlikler kuşatılmıştı. Kutrzeba’nın ordusu ise Paznan’ın yanına ve tecrit edilmekle karşı karşıyaydı. Alman ordusu ise manevralarına devam ediyordu. Polonya kuvvetleri artık dağılma durumuna gelmiş ve savaşı kaybetmek üzereydi. Birlikler kendi başlarına hareket ediyor, bir kısım birlikler geri çekiliyordu; bir kısım birlikler ise programsız şekilde taaruz yapıyordu. Birlikler arasında irtibat tamamen kaybolmuştu.
Almanya çok daha hızlı ilerleye bilirdi fakat Hitler birlikler arası mesafenin korunmasını ve aranın fazla açılmamasını istemiştir. Yeni tecrübeler gösteriyordu ki; Piyade birlikleriyle mekanize ve zırhlı birlikler arasında mesafenin fazla olması tehlikelere neden olabilirdi. Lodz ile Pilica arasındaki yarmayı genişleten Reicherau’nun zırhlı kolordularından bir tanesi 8 Eylül’de Varşova’ya indi. İlk haftada toplam 200 km katetmişti. 9 Eylül tarihinde sağ taraftaki tümenler “Varşova ile Sandomierz “ arasındaki “Vistül nehrine” ulaştılar ve Kuzey istikametine doğru ilerlemeye devam ettiler. [7]
Diğer yandan “Karpatlar’ın” yanında “Listin” şeyler kuvvetleri sırasıyla Dunajec, Biala, Wistaka ve direniş noktası olan “Przemysl’e ulaştılar. Kuzey bölgesinde ise küchler’in ordusuna bağlı, Guderianın zırhlı Kolordusu “Narew nehri”ni geçmiştir. Varşova’nın arkasında bulunan “Bug” Hatıra gelmiştir. Vistül şehrinin doğusundan ve batısından başlatılan kuşatma harekâtı sürüyordu. Bu kuşatma Almanlar ve Hitler açısından savaşın can alıcı noktasıydı. Polonya ordusundaki karışıklığın büyük olması bir ara Almanların savaş muhakemesi yapmasını bile zorlaştırmıştır. Alman yüksek komutanlığı Polonların Vistül’ün gerisinde çekildikleri kanısına vardılar. [8]
( 1 Eylül 1939 Polonya seferi )

Bunun üzerine Almanlar Polanya’nın güneydoğusuna çekilerek Polonyalıları takibe başladılar. Tabi ki Reichenau’nun 10. Ordusu yapması kararlaştırılmıştır. Güneydeki ordu komutanı Rundstedt ise Polon kuvvetlerinin büyük bir bölümünün hala Vistül nehrinin batısında olduğunu savunmaktadır. Yapılan tartışmalar neticesinde görüşü kabul edilmiştir ve Reichanau kuzeye doğru yönelerek Varşova’nın batısına mevzi kurmuştur.
Polonyalıların kalan kuvvetlerinin büyük bir kısmı Vistül nehrini geçmeden sarılmıştı. Almanların kesin zafere ulaşması için elindeki mevzileri savunması yetecekti. Polonya ordusu ise ikmal maddelerini harcamış ve bitirmek üzereydi. Diğer yandan ona ikmal maddelerinin olduğu yere çok uzaktı artık. Diğer Alman birliklerinde buluşma noktalarına yaklaşıyordu.  Polonyalıların ordularının çok az bir kısmı Varşova’ya ulaşabilmiş ve katlolmaktan kurtulmuştu.  10 Eylül tarihinde Simgly-Rydz, General Sasnkowski’nin yeni atandığı güneydoğu Polonya bölgesine doğru genel geri çekilme emrini vermiştir. Amaçları daha fazla direnebilmektir.
( 1 Eylül sabah saat:04.45’te Polonya’ya saldıran alman zırhlısı )

Çok geç kalmıştı. Vistül’deki çember şeklindeki kuşatma giderek daralıyor ve Polonya birlikleri sıkışıyordu. Bug hattı kuzeyden, son hattı güneyden çembere alınmıştı.  List’in cephesinde bulunan Kleist’in zırhlı birlikleri ise 12 Eylül’de Lviv’e ulaşmıştı. Alman birlikleri burada durdurulduysa da fakat küchler’in birlikleriyle buluşmak için Kuzeye doğru harekete geçmişti. Alman ordusu git gide Polonya’yı yarıyordu. 17 Eylül tarihinde Sovyet Rusya, Polonya’ya girdi. Polanya’nın aldığı bu darbe ile Polonya tamamen çökme safhasına geldi. Almanlara direnemeyen Polonya ordusunun bir yandan da Ruslarla Baş etmesi mümkün gözükmüyordu. Alman kuvvetleri ve Ruslar Bialystok, Brest- Litovsk, Lviv ve Karpatlar hatlarında buluştular. Bu arada Fransızlar Batı cephesinde Almanlara ufak bir darbe vurabilmiştir. Fransızların vurduğu bu darbe Polonyalılar için yeterli değildir. [9]
Fransız-Ren ile maselle arasındaki dar bir alandan Almanlara saldırabilirlerdi. Buna karşın Almanlar buralarda seçme birliklerini mevzilemişlerdir. Ve Siegfried hattı yaklaşma istikametini Almanlar mayın tarlaları haline getirmişlerdir.
1939 yılının mevcut askeri durumunu şöyle özetleyebiliriz doğuda günün koşullarının gerisinde kalan bir ordu, yeni muharebe anlayışı çerçevesinde ve hava kuvvetleri işbirliğiyle muharebe eden bir ordu karşısında bozguna uğramıştır. Batı da ise hareket kabiliyeti sınırlı olan bir ordu yerinde ve zamanında mücadele edemiyordu.

ADOLF HİTLER’İN HAYAT SAHASI KAVRAMI

Bu tabir Almanya’nın Polonya’yı işgalinden 1940 yılının baharına kadar geçen süre için kullanılmıştır. Bu tabiri kullananlar bu süre içinde olup bitenleri pek savaştan saymıyorlardı. Çünkü Fransa ile İngiltere Almanya ile savaş halinde bulunmuyordu. Fakat bu tarihlerde Hitler hayat sahası kavramının dışına çıkmış planlarını tamamen değiştirerek gözünü daha yükseklere dikmiştir. Bu tarihlerde müttefikler Almanya’ya karşı taarruza geçmeyi planlıyorlardı. Fakat yeterli güçleri ve kaynakları mevcut değildi. [10]
Müttefiklerin planlarına göre amaçları Almanya’nın arka kanadı olan Norveç, İsveç ve Finlandiya’dan; Ruhr bölgesine Belçika üzerinden; doğu kanadına Yunanistan ve Balkanlardan taarruz ederek ele geçirmeyi planlarken Almanların Ruslardan alacağı petrolü kesmeyi de planlıyorlardı. Fakat Adolf Hitler geleceği herkesten daha iyi görüyordu. Hitler batıya bir barış görüşmesi önermişti. Görüşmenin kabul edilmeyeceğini biliyordu. Beklediği gibi de oldu. Görüşmenin kabul edilmeyeceğini biliyordu. Beklediği gibi de oldu. Görüşme reddedildi ve batıya taarruz yapması için eline bir fırsat geçti. [11]
Hitler Fransa ve İngiltere’nin Almanya’nın Rusya’dan alacağı petrolü kesmek için harekete geçeceğini biliyordu. Bu sebeple Adolf Hitler Fransa’ya direkt saldırıp onu savaş dışı bırakmayı planlıyordu. Adolf Hitler yeni silahlarının ne denli işe yarar ve güçlü olduğunu Polonya’nın işgalinde görmüştü. Bu sebepten dolayı Fransızların yenileceğini düşünüyordu.
Hitler en gelişmiş savaş silahlarına sahip olduklarını biliyorlardı. Fransız ordusunun sayısal üstünlüğünü önemsemiyordu. Hitlerin kendine duyduğu saygı ve askerlerinin ona duyduğu saygı doruk noktasındaydı. Taarruzun gecikmesi durumunda Hitlere aleyhinde yapılan propagandalar bu saygıya gölge düşürebilirdi. Hitler batıya Taarruz etmeyi düşünüyordu. Bu taarruz planı içerisinde Belçika’da yer almaktaydı. Bunun amacı Almanların silah endüstrisinin kalbi olan Ruhr bölgesini korumak. Hitlerin bu kararı Alman komutanlarını çok şaşırtmıştı. Hiçbiri elindeki mevcut kuvvetler ile batıya karşı kayabileceklerine inanmıyorlardı. Ellerindeki 98 Tümeni batıya karşı çok az olduğunu savunuyorlardı. Daha da önemlisi komutanlar bunun bir dünya savaşına yol açacağını düşünüyorlar. Bu savaşın Almanya’nın sonu olacağından endişe ediyorlardı.
Hitler batıya karşı taarruzun tek çare olduğunu düşünüyordu. Amacı ilk olarak Fransa’yı savaş dışı bırakıp İngilizlere karşı mücadele etmekti. Fransa gözünde zayıf görünüyordu. Eğer İngilizlere savaş açarsa savaşın uzun süreceğinden endişe ediyor ve Rusya’nın arkadan saldırmasından korkuyordu. Hitler ayrıca yeni silahlarının Polonya’nın işgalinde ne kadar işe yaradığını da görmüştü. Almanya savaşın bu seviyesinde en gelişmiş uçak ve tanklara sahipti. Almanların askerleri en iyi eğitimli askerlerdi ayrıca.
Bunlardan Ziyade Hitlerin yapması gereken şey müttefiklerin tanksavar ve uçaksavar gelişimini engellemek için hızlı hareket etmesi idi.
Hitlerinin 12 Kasımda Fransa’yı işgal etmeyi planlıyordu. 5 Kasımda Brauchitsc’in barış teklifini de reddetmiştir. Bu işgal olumsuz hava koşulları nedeniyle 7 Kasımda iptal edilmiştir. Hitler bu ertelemeden hiç memnun kalmamıştı. 23 Kasımda üst rütbeli komutanlarıyla yaptığı görüşmelerde taarruzun biran önce olması gerektiğini komutanlarına anlatmıştır. Hitler Komutanlarına batılı güçlerin ve Rusya’nın hızla silahlandığını bu sebeple biran önce taarruz yapılması gerektiğini izah etmiştir. Hitler ayrıca en zayıf oldukların noktaların Belçika ve Hollanda toprakları olduğunu dile getirmiştir. Müttefiklerin buradan saldıracaklarından endişe etmemektedir. Hitler fikirlerini desteklemeyen komutanlarına da sert bir şekilde uyarmıştır. Bazı komutanları istifa etmişlerdir.  Ancak Hitler ne kadar taarruzu erkende istese iklim baskın çıkmıştır ve taarruzlar ard arda ertelenmiştir. 17 Ocak’ta Hitler taarruza vermiştir. Hava koşullarının kötü olması nedeniyle bir Alman savaş pilotu Belçika’ya zorunlu iniş yapmıştır ve Belçikalılar Hitlerin taaruz planını bu sayede öğrenmişlerdir. Hitler bu konuda soğukkanlı davranıyordu. Hitler taaruz planından vazgeçmiştir. Yeni plan yapmış ve bunan adı “Monstein Planı” idi. Bu plana göre Hitler taarruzu 10 Mayıs’a ertelemiştir. Bu müttefikler için iyi bir haber olsa bile bu harekat sonunda Fransa hemen çökecek ve İngiltere de Almanya’nın elinden zor kurtulacaktır.
Monstein taarruzun asıl yönünü Belçika’dan Ardennes bölgesine çevirdi. Bu nokta müttefiklerin asla beklemeyecekleri bir nokta idi. Daha sonra bu planını Hitler’in karargâhına götürdü. Alman silahlı kuvvetleri komutanı General Alfried Jodl’da konuyu Adolf Hitlere açtı. Hitlerin planı benimsemesi bir ayını aldı. Diğer yandan Brauchitsch ve Moinstein’in planından hoşlanmamışlardır. Bu nedenle Moinsteini görevden alıp piyade komutanlığına atadılar. Hitler Moinstein’i çağırıp planını anlatmasını isteyince Moinstein ilk defa planını ayrıntılı bir şekilde anlatma fırsatı doğmuş oldu. Bundan sonra Hitler bu planı reddeden komutanlarına baskı yaparak eski planı Moinstein planına göre düzenledi.
Ardennes bölgesi her ne kadar dağlık ve ormanlık olsa da Almanlar buralardan dağılıp Fransız bölgelerine girebilirlerdi. Hitler uçak kazasından sonra planında değişiklik yapıp yararlandığıysa da müttefikler o denli yararlanmışlardır ve bundan dolayı çok zarar çekmişlerdir. Ele geçirilen bölgelerin doğru olabileceklerini hiç düşünmediler ve asıl birliklerini Belçika’ya göndermişlerdir. 2. sınıf askerlerini ise Ardennes bölgesine sevk ederek Almanların ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Churchill’in 27 Ocaktaki konuşmasında Hitlerin şansını kaybettiğini söylese de Hitler bu sıralarda kafasında batının istilasını planlıyordu. 

FİNLANDİYA SAVAŞI

Stalin Baltık bölgesini geçici müttefiki Hitler’den korumak için biran önce muhafaza altına almak istiyordu. Bu sebeple Hitler ile 10 Ekimde Litvanya, Letonya ve Estonya bölgesinde birlik barındıracağına dair Antlaşma yaptı. 9 Ekimde Finlandiya ile görüşmelere başladı. Hedeflerini ve taleplerini bildirdi. 3 hedefi vardı. Bunlar;
v   Leningard bölgesini örtmek ve Finlandiya’nın körfez bölgesine topçu birlikleri yerleştirmek. Finlandiya’nın kuzey bölgesindeki Körfezi güvenlik altına almak. Hangö limanını da bu amaçla 30 yıllığına anlaşma yaparak kendi topraklarına katmaktı. Stalin’ini buradaki amacı burada bir deniz üstü kurmaktı.
v   Leningard’ı karadan güvence altına almak.
v  Kuzeydeki Petsamoda’ki yapay biçimde çizilmiş olan sınırın düzenlenmek idi.
Rusya ise Sovyetler Birliğinin sınırının düzenlenmesi karşılığında Finlandiya’ya 3500m2 lik Repola ve Porajorpi bölgesini vermeyi teklif ediyordu. Finlandiya’dan istedikleri toprak ise 1700 km2 idi. Rusya’nın amacı Almanya’nın taarruzuna karşı tampon bölge oluşturmaktı. Rusya’nın önerdiği bölgeler Finlandiya sınırlarını çok genişletecekti. Fakat Finlandiya’nın Hangö Limanı Ana toprakları içinde olduğu için vermek istemiyordu. Rusya bu toprak parçasını satın almak isteseydi de bu öneri ret edildi.  Rusya’nın daha sonra tehdide dönüştü. 30 Kasımda Rusya işgale başladı. Finlandiya Rus işgali karşısında topraklarını korumayı başardı. Fransa ve İngiltere de Finlandiya’ya yardım ve destek göndererek Almanların Baltık denizine egemen olmalarını engellemek istiyordu.  İngiltere ve Fransa’nın Baltık ülkelerine girmeleri neticesinde Tehlikeyi sezen Hitler’in Norveç işgaline neden olacaktır. Finlandiya’nın başarısının bir önemli sonucu da Rusya’nın gücünün yanlış anlaşılmasına neden olacaktır. Rusya önemsenmeyecek güçsüz bir devlet konumunda görülecektir. Daha sonra Rusya’nın güçlü olduğu ortaya çıkacak Dünya hâkimiyetinde söz sahibi olacaktır.
 

                 NORVEÇ’İN İŞGALİ

9 Nisan günü dünya Hitler’in Norveç’i işgali ile çalkalanıyordu. Gazete haberlerine göre İngiltere ve Fransa’nın Norveç kara sularına girmesi neticesinde Alman ticaret gemilerini havaya uçurmak istediğini yazıyordu. Almanların müttefiklerin denizlerdeki üstünlüğünü hiçe sayarak cesur bir şekilde taarruz yapması müttefik komutanları çok şaşırtmıştı. İngiliz yetkililerine göre Hitlerin bu kadar uzak mesafeye çıkartma yapağı kimsenin aklına gelmemiştir. Bir de burada İngilizlerin çok güçlü deniz güçleri vardı.
Müttefikler Navrik ile güneydeki Lavrik’in karıştırıldığını sanıyorlardı. Bununla beraber gün bitmeden Hitler Navrik ile Başkent Oslo’yu almıştı. Hitlerin yaptığı harekâtlar başarılı olmuştu. İngilizler Almanları püskürtmek için birlik göndermişlerse de başarısız olup geri dönmüşlerdir. İngilizlerin bu savaşı kaybetmelerinin temel nedeni hiç şüphesiz Almanların “Yıldırım Savaşı” denilen hava üstünlükleridir. [12]


( Norveç’in işgali, Nisan 1940 ) 

Churchill bu olay karşısında deniz kuvvetleri komutanlarıyla görüşerek Norveç’i geri almayı ve İsveç’ten Almanya’ya giden demir cevheri akımını kesmeyi düşünüyordu ve böylece Alman sanayisine darbe vurulacaktı.
Bu sıralarda Norveç’ten Almanya’ya bir konuk geldi. Bu konuk Norveç’te, Nazi partisinin bir sempatizanı durumunda olan bir partinin başkanı ve eski savunma bakanı “Vidkun Quisling”di. Alman Amirali Raeder ile görüştü ve yakında İngilizlerin Norveç’i işgal edeceğini söyleyerek kararlarını etkileri. Almanların Norveç’e davet ederek İngiltere’nin işgalinin engellemesi gerektiğini dile getirdi. Raeder sayesinde Hitlerle görüşme fırsatı buldu. Hitler savaşı geniş alana yaymak istediğini söyleyerek Norveç’in tarafsız olmasını ve ona para yardımı yapacağını söyledi. Diğer yandan müttefikler İsveç’e bir çıkartma yapmayı düşünüyor ve buradaki demir cevherlerini elde etmeyi istiyordu.
Diğer yandan 16 Şubat’ta bir olay meydana geldi. Alan gemisi Altmark İngilizlerce takip edilerek rehin alındı. Hitler bunun bir aldatma olduğunu düşünüyordu ve Norveç ile İngiltere’nin suç ortaklığı yaptığını savunuyordu. Bu konu Hitlerin Norveç’i işgalinde belirleyici bir etken olmuştu. 20 Şubat tarihinde Hitler General Falkenhorst’u Norveç’i işgal edecek ordunun komutanı tayin etti. Çünkü İngilizlerin burayı işgali Berlin’i tehlikeye sokacaktır. 1 Mart’ta hazırlıkların tamamlanması için emir verdi ve ilk olarak Danimarka stratejik önlem olarak işgal edilecekti.
Sonraki hafta Hitler İngiliz denizaltılarının Norveç kıyılarında olduğunu haber aldı. Adolf Hitler 1 Nisan’da kesin kararını vererek Norveç ve Danimarka’nın 9 Nisan sabahı 05:15’te işgali için kesin emrini verdi. Alman gemileri Oslo’dan Narvik’e kadar olan bütün önemli limanlarına çıkartma yaptılar ve çok az direnişle karşılaşarak hepsini aldılar. Komutanlar Norveçlilere müttefiklerin işgali tehlikesi olduğu için Norveç’i koruma altına aldırdıklarını bildirdiler. Almanların ve İngilizlerin Norveç’i işgal hazırlıkları aynı anda başlamış, fakat; son darbeyi Hitler vurmuş ve bu yarışı kazanmıştır.

  İngiltere bu olayı Nürnberg duruşmalarında işgal planının ana suçlusu Almanya olarak göstermiştir. Savaş sırasında Almanların başarısını en büyük payı 800 adetlik savaş ve 250 adetlik uçak gemisi olmuştur.
Almanların Trondheim’i kontrol altına almasıyla müttefiklerin korktukları başına geldi. Bu bölgenin stratejik açıdan büyük önemi vardı. Daha sonra Alman birlikleri Kopenhag ve Oslo’yu aynı anda işgal etti ve küçük birliklerle işgal ettiği yerlerde gövde gösterileri yaptılar. Bir tabur birlikte aynı anda Danimarka’nın Jutland’daki kara sınırını işgal etmişti. Almanların amacı Almanya ile Norveç arasındaki suları kontrol altına almaktı.
Bununla birlikte birliklerini iyi bir şekilde destekleyebilmek için bölgedeki hava üstlerini ele geçirmesi gerekiyordu. Danimarka direnebilseydi bile Almanların teknolojik üstünlüklerine dayanamayacaklardı.
  Almanlar işgale başladıkları sıralarda İngilizlerde “Amiral Forbes” emrindeki donanması ile “Bergen”deydi. Almanlarla çarpışmak için buraya kuvvet göndermeyi düşünmüşlerdi. İngiliz dreniz kuvvetleri komutanlığı bu düşünceyi kabul etti ve Trondheim’e saldırı yapılmasını tavsiye etti. Kısa bir süre sonra İngiliz Deniz Kuvvetleri Alman kruvazörlerinin takib edilerek bulunmasına karar verdi. Bu taarruzu da erteledi. Bu sırada 4 kruvazör ve 7 muhrip Bergen’e doğru yol alıyordu. Uçak raporlarının verdiği bilgiler doğrultusunda Bergen’de Alman birliklerinin olduğu öğrenildi ve bu bilgi doğrultusunda İngiliz deniz kuvvetleri temkinli davranma kararı aldı. İngiliz deniz kuvvetleri Alman hava kuvvetlerinden çekindikleri için “Skaggerak”a denizaltıdan başka birk şey göndermemişlerdi. Bu davranış İngilizlerin hava kuvvetlerinin deniz kuvvetleri üstünde ne kadar etkili olduğunu gösteriyordu.
  İngilizler Almanlar’ın çıkartma yaptıkları Trondheim limanına çıkartma yapmak için hazırlıklar yapılıyordu. Bu karardan sonra İngiliz ordularının başına ileri görüşlü ve iyi bir asker olan General Hotblack atandı. Kendisine görev ile ilgili bilgi verildikten sonra kriz geçirdi. Yerine atanan komutan görev yeri olan “Scapa Plow Deniz Üssü”ne doğru yola çıktı ancak onun uçağı da piste çakıldı.
  İngilizler kağıt üzerinde şanslı görünüyorlardı. Alman kuvvetleri 2000 kişiden azdı. Müttefiklerin birlikteli 13.000 kişiydi. Hava koşulları kötü ve gidecekleri mesafe uzundu. Alman birlikleri doğa koşulları (soğuk ve kar) ile daha iyi baş edebiliyorlardı. Almanlar ve birlikleri koşullar karşısında daha üstündüler ve bölgeyi önce davranıp işgal etmişlerdi.
  Hitler’in de istediği gibi Norveç ve İsveç Almanların eline geçmiştir. Hitler başta isteksiz davransa bile karar verince bunu hemen uygulamaya koymuş ve müttefiklerden önce davranıp burayı ele geçirmiştir. Hitlerin kazancı Baltık denizini ve buraya gemi indirecek alanı oluşturmasıdır. Diğer bir kazancı ise İsveç üzerinden Berlin’e giden hattı kontrol altına almıştır ve buradaki demir işletmelerini ele geçirmişlerdir.

  BATI’NIN İŞGALİ

  Hitler 10 Mayıs 1049 yılında Batılı müttefiklerin savunma hatlarını yarıp Manş denizine ulaşmıştır. Bu sırada İngiltere’de ülkenin başına Churchill geçmiştir. Hitler Sedan’daki daracık hattan geçmiş çok kısa sürede bu hattı genişletmiştir. Bir hafta içinde Manş denizine kadar olan yerler ele geçirilmiştir. Bu olaydan sonra Fransız cephesi çökmüştür.
  Alman ordusunun komutanları başta taarruz konusunda tedirgin olsalar bile Hitlerin isteği üzerine taarruz gerçekleşmiştir.
  Almanlar Fransız savunmalarında büyük alanlar açmışlardır. İşgale iki gün kala Hitler ordusunu dinlendirmiş ve taarruzu ertelemiştir. Hitlerin işgal konusunda endişeleri vardır. Fakat Fransızlar bu iki günlük süreyi değerlendirip Hitler’e karşı koymak için bir çaba sarf etmemişlerdi. Alman komutanı Guderian Alman taarruzunun bu kadar hızlı bir şekilde başarılı olmasını sağlamıştır. Üstleri onu bu davranışı nedeniyle geçici olarak görevden almıştır. Guderian bu denli hızlı olmasaydı belki de Alman işgali olmayacak ve olayların gidişatı daha farklı olacaktı.
  Söylenenlerin aksine Alman orduların sayısı müttefiklerden azdı. Tanklarının etkisi ne kadar önemli olsa da tank miktarı ve güçleri de müttefiklerden azdı. Hitler bunların dışında savaşta belirleyici rol oynayan hava kuvvetleri bakımından üstündü. Bunlardan başka Hitlerin özel bir birliği de bulunuyordu. Bu belirleyici ve savaşta üstünlüğü göze çarpan kuvvetin 10 zırhlı tümeni, bir paraşüt tümeni ve bir seyyar hava indirme tümeni bulunuyordu.
  Bu yeni savaş stratejisi ve “Yıldırım Savaşı” taktiği ile kazanılan başarı Almanların savaşı çok üstün bir şekilde kazanılması görüntüsü vermiştir. Hitler hızlı hareket ederek müttefiklerin sayısal üstünlüğünü kullanmalarına izin vermemiştir. Bu savaşta Almanların şansı ve Guderain’in doğa üstü başarısı etkili olmuştur. Fransa savaşı ender görülen ölçüde başarılı bir muharebe olmuştur.
  Guderain zırhlı birlikleri düşmanın içine sokup onları psikolojik olarak çok etmişti. Ayrıca bu tatbik ile Fransa ordusu ile ikmal maddelerinin irtibatını da kesmiş oluyordu. Bu taktik ile Hollanda ve Belçika’nın kilit noktaları umulmadık bir süratle kırılmaya başladı. Diğer taraftan Almanların hava indirme birlikleri de birkaç gün süreyle müttefiklerin dikkatini asıl işgal bölgesinden başka bir yöne çekmiş ve müttefikleri yanıltmıştı. Oysa asıl taarruz Ardennes’ten buradaki ormanlık ve dağlık alandan Fransa’nın merkezine yapılmaktaydı. Hollanda’nın Lahey ve Rotterdam şehirlerine hava indirme birlikteli inerken aynı zamanda diğer Alman birlikleri doğu sınırını işgal ediyordu. Almanlar ayrıca havadan bombardımana da devam ediyorlardı. Taaruzun üçüncü gününde Alman zırhlı birlikleri Hollanda’ya giriyorlardı. Bu birlikler güney kanadından girip Rotterdam’da hava indirme birlikleriyle buluştular. Bu yolla Hitler Hollanda’ya yardıma gelen Fransız birliklerinin yolunu kesmiş oluyordu. Fransız birlikleri savaşacak olsalar bile 5.güne gelindiğinde Hollanda şartlı teslim olmuştu. Hollanda’nın teslim olmasının sebebi büyük şehirlerine taarruz yapılma olasılığıdır.
  Almanların savaşı kazanması uçakları ve hava indirme birliklerinin üstün kabiliyetleri sonucunda olmuştur. Çünkü Alman panzerlerinin (tanklarının) önünde doğal engeller vardı ve tankların mutlaka hava indirme birlikleri ve uçaklar ile desteklenmesi gerekiyordu.


( Almanların paraşüt indirme birlikleri 1940 )     

Diğer taraftan Almanların ilk önce başkente saldırmasındaki amaç hükümeti ele geçirip ülkeyi felce uğratmaktı. Hava indirme birlikleri püskürtülmüş olsaydı bile Hitlerin bu taarruzu Hollanda içinde büyük bir kargaşa meydana getirecekti.
Belçika’nın işgali kara taarruzu ile Reichenau’nun emrinde olan ve Hüppner’in 16.Kolordusuna bağlı altıncı ordu tarafından gerçekleştirildi. Bu birliğin önündeki en büyük engel bu birliğe destek olacak hava indirme birliklerinin sayısının sadece 500 olmasıydı. Bu birlikler Albert Kanalında bulunan ve Belçika’nın en güçlü garnizonu olan Eben Emael’deki iki köprüyü ele geçirmek için kullanılmaları düşünülüyordu. Alman birlikleri bu kadar küçük olmasına karşın bu zorlu görevi başarmışlardır. Belçika sınırı Hollanda’nın güneyinde bulunan “Maastricht” karşısında uzanıyordu ve Alman ordusu bir kez Belçika sınırındaki Albert Kanalı’nı koruyan köprüleri uçurmak için fırsatları olacaktı. Alman paraşüt birliklerinin yanında ülkenin her bir yanına atılan sahte paraşüt birlikleri ile ülkenin her yerini  işgal edilmiş gibi gösteriyordu

 
( Alman uçak fabrikası 1941 )

  Belçika devleti savunmalarını iyi kurduklarını düşünüyorlardı. Ama Almanların paraşütçü birliklerini hesaba katmamışlardı. Alman birlikleri diğer askerler gelene kadar Belçika birliklerini oyalamışlardır. İki köprüyü koruyan Belçikalı birlikler de benzer şekillerde ele geçirmişlerdir.
Köprüler Alman işgali açısından son derece önemliydi. Bu yüzden müttefikler bu köprüleri uçuruyorlardı.
  Fakat Belçika’nın işgali açısından son derece önemli olan bu iki köprüyü Belçikalılar uçurmadan önce Alman paraşüt birlikleri ele geçirmiştir. Almanların hava indirme birliklerinin bulunduğu yerlerdeki köprüler kurtarılmıştır.
İşgalin ikinci gününde de Almanlar Albert Kanalına da yeterli takviye birlikleri de yerleştirmişlerdi. Höppner’in üç ve dördüncü panzer (tank) birlikleri de köprülerden geçerek ülkenin kalbini ele geçiriyordu. Panzerlerin bu durdurulmayan ilerleyişi Belçika birlikleri de geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tam bu sırada İngiltere ve Fransa Belçika’yı desteklemek için harekat alanına gelmişlerdir. Belçika’daki Almanların bu büyük başarısı henüz kesin bir darbe almasa da müttefiklerin dikkatini buraya çekiyor ve birliklerini büyük bir kısmını burada toplamasını sağlıyordu. Bu sebeple Almanların 13 Mayıs’ta “Maginat Hattı”nın en zayıf kısmı olan batı kanadını işgale başlayacaklar ve müttefikler de buraya asker göndermekte gecikeceklerdir.
Diğer yandan Rundstedt’in birlikleri de Belçika üzerinden Fransa’ya ilerlemektedir. Bu birlikler Ardennes bölgesinden ormanlık alandan geçip Fransa’ya girmişlerdir. Almanların geçtiği bölge genel görüşlere göre piyadelerin bile geçmesinin imkânsız olarak nitelendirildiği bir alandır. Buna rağmen Almanlar piyadelerin yanında tank mekanize birlikleri dahi bölgeden geçirmeyi başarmışlardır. Bu Almanlar için son derece riskli bir harekât olsa da netice itibariyle başarılı olmuşlardır.
Bölgenin ormanlık ve dağlık olması Alman askerlerinin fark edilmeden bu bölgeden Fransa sınırını aşmalarını sağlamıştır. Hitlerin bu başarısında Fransızların payı da hiç şüphesiz önemlidir. Fransızlar asıl saldırının buradan geleceğini düşünmemişler ve buraya önlem almamışlardır. Müttefikler Hitlerin ordusunu Belçika’da imha etmeyi planlarken hiç umulmadık bir anda umulmadık bir yerden Almanların saldırısıyla karşı karşıya kalmışlardır.
  13 Mayıs’ta Meuse Nehri’nin kıyısına kadar gelen Alman birlikleri uçaklarla da desteklenmiş ve uçaklar Fransız siperlerini bomba yağmuruna tutmuşlardır. Savaşın komutanı olan Guderian’ın taarruzunun merkezi sedanın batısında nehrin iki kilometrelik bölümüydü. Bu alan nehrin en kolay geçit veren kısmıydı. Taarruz saat 16.00 civarında botlarla nehirden geçilmesiyle başladı. Çıkartma botları hafif araç ve silahları, teçhizatları nehrin karşısına geçirme imkânı vermiştir. Nehir ve civarı ele geçirildi. Gece yarısına doğru da Sedan ve St.Menges arasındaki köprü tamamlanmıştı. Mesafe ve açıklık da ele geçirilmiştir ve Glaire’ye ulaşılmıştır. Fakat Almanların ikmal maddelerini ve diğer birliklerini karşıya geçirmesi için yeni köprüler kurulması gerekiyordu. Diğer yandan Alman uçaklarının bölgede olmaması nedeniyle müttefikler bölgedeki hava üstünlüğünü geçici olarak ele geçirmişlerdir


( Almanlar indirme yaparken 1940)

.
Bu fazla sürmemiş ve Guderian’ın uçaksavar topçuları bu kıyıyı savunmayı başarmışlardır. Arkasından üç panzer tümeni de nehri geçmiştir. Fransız taarruzunu engelleyen bu panzer tümenleri rotasını batıya çevirmiştir. Bir gün sonra bu panzer tümenleri son savunma hattını da aşarak Manş denizinin önlerine gelmişlerdir. Bundan sonra Guderian’a saldırıyı durdurması ve köprüleri sağlamlaştırması emri geldi. Guderian bu emir sonunda yaptığı tartışmalı konuşmalardan sonra bir günlük izin alarak taarruzu üç panzer tümeni ile Reinhardt’ın iki tümeni ve Hath’un iki tümeni ile Dinant yakınlarında buluştu. Bu harekât Fransızların savunmasının çöküşünü hızlandırmıştır.
  16 Mayıs 1940 tarihine gelindiğinde Almanlar planladıkları gibi 75 km.daha batıya ilerleyip Oise Nehri’ne ulaştılar. Ancak üstleri tarafından bir daha durduruldular. Alman komutanlar bu kadar rahat ilerlemeleri konusunda telaşlanmışlardır. Komutanlar güçlü bir taarruz ile karşılaşacaklarını beklemektedirler. Bu nedenle birliklerin ilerlemelerini iki günlüğüne durdurma kararı almışlardı. Bu sayede piyadelerin Aisne Nehri boyunca zırhlı birliklerin kanatlarını koruması sağlanmış olacaktı. Üst rütbeli komutanlar Guderian’a iki gün kapsamlı bir keşif görevi vermişlerdir. Guderian bu keşifi değerlendirmiş ve bu iki günlük açığını kapatmak için plan yapmaya başlamıştır. Bu arada da 12 ordunun piyade kolorduları Aisne boyunca Guderian’ın birliklerini desteklemekle görevlendirilmiştir. Almanların hızlı hareket etmesi ve müttefiklerin panik içinde olması neticesinde Almanların verdiği bu iki günlük aranın işgale olumsuz bir etkisi olmamıştır.
  Ama bu olay Alman ordusunda zamanı kullanma tartışması ve eski-yeni zihniyetleri karşı karşıya getirmişti.
  Fransızlar her ne kadar Almanların bu işgallerini durdurmaya çalışmışlarsa da “Yıldırım Savaşı” taktiğini bununla beraber tank ve mekanize birlikleri çok iyi kullanan Almanların saldırılarını durduramamışlardır. Fransızlar değişen koşullarına ayak uyduramıyor ve buna karşın Alman birlikleri çok hızlı ilerliyordu. Almanların panzer ve mekanize birliklerinin hareket kabiliyeti de çok iyiydi. Gudein ve zırhlı birlikleri modern savaş tarihinin en kesin ve zırhlı zaferlerinden birini kazanmıştır. Almanları da şaşırtan olay buydu. Almanlar bu kadar hızlı ve kesin bir zafer kazanacaklarını beklemiyorlardı.
  Müttefikler tarafından Fransa’nın yeni başbakanı Reynaud savaştan önce zırhlı birliklerin geliştirilmesi konusunda uyarılarda bulunmuştur. Reynaud zırhlı birliklerin önemini kavramıştır.
  İngiliz Başbakanı Churchill işgalin geçici olduğunu Almanların 21 Mart’a kadar işgali durduracağını düşünmektedir. Onun düşüncesine göre Almanlar ikmal takviyesi yapacaklar ve bu süre zarfı içerisinde açık vereceklerdir.
  Churchill 16 Mayıs tarihinde Paris’e gelmiştir. Müttefiklerin Belçika’dan çekilmesine karşı çıkmıştır. Başkomutan Gomelin de geri çekilme konusunda ağır davranıyordu. Gamelin 1918 yılındakinin bir benzeri olan piyade tümeniyle karşı taarruz için harekete hazırlanıyordu. Churchill de bu taarruza çok güveniyordu. Bu düşüncede hesaba katılmayan şey II.Dünya Savaşının kriterlerinin I.Dünya Savaşından çok farklı olmasıdır. Fransa başbakanı Reynaud Gamelin’in yerine atamak için Weygond’ı Suriye’den çağırttı. Fakat Weygond istenilen tarihe kadar Suriye’ye ulaşamadı. Başkomutanlık makamı 3 gün boş kaldı. 20 Mayıs’ta Guderian Belçika ile müttefik kuvvetlerin irtibatını keserek Manş denizine ulaştı. Bununla birlikte Weygan geri düşünceli bir insandı. 1918 yılının planlarını uygulamaya çalışıyordu.
  Diğer yandan İngiliz yurtdışı sefer kuvvetlerini kurtuluşu Hitlerin yaptığı müdahale ile olmuştu. Alman tankları kuzeydeki İngiliz ordusunun lojistik birlikleriyle bağlantısını kesmiştir. İngiliz kuvvetlerinin bir kısmı son kaçış noktaları olan Dunkerque’e kadar Almanlardan kaçmışlardır. İngiliz kuvvetlerinin büyük kısmı bu limandan uzaktı. İşte tam bu sırada Hitler enteresan bir karar verip tanklarına üç günlük dur emri verdi. Bu emir sayesinde İngiliz kuvvetleri Almanların elinden kurtuldu. Bu sayede İngiliz kuvvetleri ülkelerine gidip tekrar muharebe için hazırlık yapabilme imkanı elde etmişlerdir. Bu kararla Hitler büyük bir hata yapmıştır. Bu olay neticesinde Almanlardan kurtulan İngiliz ordusu güç toplamış ve ileride Almanların yenilmesinde önemli rol oynayacaktır.
  Belçika’da batılı devletlerin sol kanadı ile lojistik destek kanadını kesen Guderian panzer kolordusu ile Abbeville yakınlarında denize ulaştı. Daha sonra kuzeyde Belçika ordusunun karşısında bulunan İngiliz birliklerinin gerisine sarkmaya başladı. Guderian kuzeye doğru ilerlerken sağ tarafında Reinhard’ın panzer kolordusu yer alıyordu.
  Guderian Boulogne bir gün sonunda Calais’i işgal etmiştir. Bu işgaller Guderian’ı Dunkerque limanının 15 km.yakınına getirmiştir. Reinhardt da panzer kolordusu ile Manş denizi hattına varmıştı. Bu ilerleme belirttiğimiz üzere Hitler’in emri ile durduruldu.
  Bu olayın nedenlerini incelemeden öncelikle İngiliz cephesindeki durumu değerlendirmek gerekir.
  16 Mayıs 1940 tarihinde komutan General Gort İngiliz kuvvetlerini Brüksel’in biraz gerisine aldı. Birlikler daha çekilmeye başlamadan ulaşım tesisleri kullanılamaz hale gelmişti. Gort Dunkerque limanına çekilmeyi planlarken İngiliz hükümeti Fransa’ya geri dönerek savaş devam etmesi emrini vermiştir. General Gort bu emre uymamış yalnızca iki tümen ile bir tugayı taarruza göndermiş kalan oniki tümen savaşa girmemişti. Gönderdiği birlikler Fransızlar ile işbirliği yapsalar da başarılı olamamışlardır. Almanların hava kuvvetleri ve güçlü tankları onları yıpratmışlardır.
  Almanlar bu kadar küçük birliklerin üslerine gelmesi konusunda şaşırmışlardır. Rundstedt bu anı şöyle dile getirmiştir: “Kısa bir süre içinde olsa zırhlı birliklerimizin kuşatılıp onu destekleyecek olan piyade tümenlerinden irtibatlarımızın kesileceği korkusunu yaşadık”.
  Müttefiklerin Arras’taki çok kısa süreli bu başarısından sonra Almanlardan kurtulmayı zor başarmışlardır. Diğer taraftan Weygand güneyden bir taarruz düşünse de etkili olmayacağı kesindi. Bu taarruz Almanların motorize tümenleri tarafından kolayca durdurulabilirdi.
  İngiliz komutanları bu imkansız taarruzu tartışırken orduları kuzeye doğru çekilip sıkıştırılıyordu. Weygand diğer yandan kuzeydeki İngiliz kuvvetlerine kızıyordu, bunların güneyden ilerleyen Fransız birlikleriyle buluşması gerektiğini savunuyordu. Fakat güneydeki Fransız kuvvetlerinin böyle kuvvetli bir hamlesi yoktu. Kısacası Weygand gerçeklerden çok uzaktır.
  Gort 25 Mayıs tarihinde Dunkerque limanına çekilme kararı aldı. 27 Mayıs tarihinde Gort’a geri çekilmesi ve birlikler deniz yoluyla tahliye etmesi emri verildi. İngiltere’den gelen gemi ve bodlar İngiliz askerlerini kurtarmışladır. Hitlerin ordusuna dur emri vermesi İngilizleri kurtarmış oluyordu. Belki Hitler bu emri vermese savaşın seyri değişebilirdi.

 




 ( 14 Haziran 1940, saat 17.30: Alman Orduları Paris’te. )


( Fransa’nın işgalinden sonra Alman askerleri Paris’te eğleniyorlar 1940 )

Hitler bu olayı farklı görüyordu, o güney kanadı için endişeleniyordu. Daha sonra Hadler Hitler’i ikna etmiş ve harekat üç gün sonra devam etmiştir. Kuzeyde Hitlerin orduları İngiliz tanklarıyla karşılaştı. Hitlerin kıymet verdiği panzerleri bu kez güçlü rakiplerle karşı karşıyaydı. Hitler diğer yandan güneyde hala Fransızlardan endişeleniyordu. Kuzeydeki sıkışmış İngiliz ordusunu saf dışı bırakmak yerine birliklerin büyük bir kısmı güneye gönderilmiştir.
Güneye ilerleyen Alman birliklerine on üç tümen panzer birliği de katıldı. Ayrıca piyade birlikleriyle de desteklenmişti. Fransızlar zor durumdaydılar. 30 tümen asker kaybetmişler ve bununla beraber İngilizlerden sadece iki tümen asker vardı. Weygand 7 Haziran tarihinde Fransa hükümetine teslim olması ve antlaşma istemesi konusunda bildiri sunmuştur ve ayrıca Somme muharebesinin kaybedildiğini bildirmiştir. Fransa hükümeti 9 Haziranda Paris’i terk etme kararı aldı. 10 Haziran’da İtalya’da Fransa’ya savaş açtı. Mussolini’ye Fransa sömürgelerinin bir kısmını vermeyi teklif etmişti, ama Mussolini Hitler gibi olmak istiyordu ve bu öneriyi reddetti.
Adolf Hitler 14 Haziran’da Paris’e girdi. 20 Haziran tarihinde Almanlar mütareke şartlarını belirtmişler ve Fransızlar bu şartları 22 Haziran’da kabul etmişlerdir. Antlaşma 25 Haziran’da yürürlüğe girmiştir.


( Hitler’in Fransa’yı işgalinden sonra çektirdiği resim )


İNGİLTERE SAVAŞI

Adolf Hitler’in Fransa’nın işgalinden sonra Alman generallerinin tavırlarından savaşın bittiği gibi bir netice ortaya çıkıyordu. Fakat Hitler beklenmedik bir hareketle işgal planının hazırlanmasını istedi. İngiltere’yi işgal planına “Denizaslanı Harekatı” adını verdi. Harekat planının Ağustos ayında hazır olmasını istedi.
Diğer taraftan Hitler 21 Haziran’da Hadler ile yaptığı konuşmada Rusya’ya karşı taarruz yapılıp sonbaharda İngiltere’ye savaş açmak istediğini söylemiştir. Birkaç ay sonra Guderian’ın panzer birliklerinin Rusya’ya savaş açılması içi tertiplenmesi konuşulmuştur.
Fransa ordusu çöktüğü zaman, Alman ordusu İngiltere’nin işgaline hazırlıklı değildir. Almanların çıkarma gemileri yoktu. Bununla beraber İngiltere birliklerinin bir kısmını Fransa’da kaybettiği için Almanların acele bir saldırı şansı vardır.
  Harekatın baş komutanı Mareşal von Rundstedt ve onun A ordu grubunundur. A grubu General Busch’un 16. ve General Strauss’un 9.ordusundan oluşuyordu.
Alman generallerinin endişeleri tehlikeli denizden geçmekti. Kendi kuvvetlerinin çıkartma için yolu açabileceklerine pek inanmıyorlardı. Bu nedenle düşmanın dikkatini dağıtmak cepheyi geniş tutmak için Romsgate ile Lyme körfezi arasında yapılmasını istiyorlardı. Alman generallerinin asıl endişesi İngiliz donanmasıyla karşılaşınca neler olabileceği konusuydu.
Hitler, Amiral Raeder'la 31 Temmuz'da konuyu tartıştıktan sonra Deniz Kuvvetleri'nin Denizaslanı Harekâtı'nı Eylül ayının ortasından evvel başlatamayacağını kabul etti. Fakat, Göring kendisine Hava Kuvvetleri'nin hem İngiliz Donanması'nın hem de İngiliz Hava Kuvvetleri'nin havadaki müda­halesini önleyeceğinin garantisini verdiği için harekât 1941 yılma ertelen­medi. Deniz ve Hava Kuvvetleri'nin önde gelen komutanlarıysa Göring'in bu dediklerini kanıtlaması için bir ön hazırlık taarruzu yapmasını istiyorlar­dı. Çünkü biliyorlardı ki, başarısını kanıtlamadan Göring'e inanılması güç­tü.
Göring gerçekten de başarılı olamadı. Gökyüzündeki mücadele Britan­ya Savaşı'nın kaderini tayin etti.


( Londra 1940 )

O zamanlar, Alman Hava Kuvvetleri'nin, İngiliz Hava Kuvvetleri'ne sağladığı üstünlük pek fazla değildi. Almanların taarruzlarına, İngiliz ka­muoyunun korktuğu kadar devam etmesi mümkün değildi. Ve ayrıca Al­man pilotların sayısı da umulduğu gibi İngiliz pilotlardan fazla değildi. Ha­va taarruzları, başlıca 2 ve 3 numaralı Hava Filoları'yla icra edilmişlerdi. 2 numaralı Filo'nun üssü Kuzeydoğu Fransa, Hollanda ve Belçika'da bulunu­yordu ve Komutanı Mareşal Kesselring idi. 3 numaralı Filo'nun üssü kuzeybatı Fransa'da bulunuyor ve bu filonun da Komutanı Hugo Sperrle'ydi. Her hava filosu kendi kendine yeterli donanım ve teşkilata sahipti. Her filo müstakil olarak kendi planını hazırlayabiliyor ve uygulayabiliyordu. Her­kesin uygulayacağı genel bir plan yoktu.


 ( 500 adet Alman Uçağı Londra’yı bombalarken, 16 Nisan 1941 )       


10 Ağustos'ta Denizaslanı Harekâtı'nın ilk hava taarruzu başlamak üzereyken 2 ve 3 numaralı Filolar'da bulunan normal (yüksek irtifalı) bom­bardıman uçakların toplamı 875, pike bombardıman uçaklarının toplamı 316 idi. Pike bombardıman uçakları ingiliz uçakları karşısında çok zayiat verince 18 Ağustos'tan sonra muharebeden çekildiler ve ileride İngiltere'nin işgalinde kullanılmak üzere yedeğe ayrıldılar.
Ayrıca Norveç ve Danimarka'da General Stumpff'un komutası altında 123 adet yüksek irtifa bombardıman uçağı vardı, ama bunlar sadece 15 Ağustos'ta yani bir gün muharebeye katıldı. Uzun menzilli taarruzlar için ağır bulundu. Bununla beraber, asıl muharebelerin dışında bulunmaları İn­giliz uçaklarının dikkatini başka yönlere çekti. Ayrıca bunların pilotları Ağustos'un ikinci yarısında 2 ve 3 numaralı Filolar'm pilot kayıplarını ta­mamlaması yönünden çok yararlı oldu.
Alman tek motorlu uçaklarının sınırlı menzile .sahip olmaları, bu muha­rebede çok belirleyici bir unsur olmuştur. ME-109'ların teorik uçuş menzili olan 700 kilometre çok yanıltıcıydı. Harekât yarıçapı ancak 170 kilometrey­di ye bu menzil ancak Pas de Calais ya da Cotentin Yarımadası'ndan sadece Londra'ya gidiş-dönüş için yeterli oluyor, bombalama için çok az zaman ka­lıyordu. Bir başka deyişle toplam muharebe zamanı 95 dakikayı ancak bulu­yordu ki, bu da 75-80 dakika taktik muharebe uçuşu demekti. Bombardı­man uçaklarında ağır zayiat meydana geldiğinden onların refakatçi avcı uçaklarıyla muharebe etme zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu nedenle her bombardıman uçağına iki adet refakatçi avcı uçağı tahsis edilmesi zorunlu­luğunun sonucunda günde ancak 300-400 bombardıman uçağı göreve çıka­bilmiştir.
  Fakat aslinde Alman savaş uçaklarını en zayıf noktaları muhabere sistemlerinin çok ilkel olmasıydı. Her ne kadar uçuş sırasında dahili haberleşmeyi sağlayan telsiz telefonları varsa da, İngilizlerle karşılaştırıldığında çok yetersiz kalmakta ve yerden kontrol edilememekteydi.
( Britanya Savaşı’nda Alman Hava Orduları Komutanı Mareşal Albert Kesselring )       

( Londra’ya yapılan hava taaruzu 1940 )

Avcı pilotları açısından durum daha karmaşık ve zordu ve muharebe­nin başlangıcında İngilizlerin durumu avantajlı olmaktan çok uzaktı. Her ne kadar pilotlar çok iyi eğitilmişlerse de, sayıları ciddi bir biçimde yetersiz­di, İngiliz pilotlarını yetiştiren okulların arttırılması çok yavaş oluyordu ve yetersizliklerinden doğan hataları muharebenin seyrini etkiliyordu. Dowding, Ağustos'un başında pilot sayını 1434'e çıkardı. Sadece 68 pilotu hava kuvvetlerinin diğer bölümünden borç almıştı. Fakat bir ay sonra bu miktar 840'a düştü, haftalık ortalama kayıp 120 pilottu. Buna karşılık İngiliz Hava Kuvvetleri Harekât Eğitim Birliği bir ayda 260'tan fazla pilot hazır edemi­yordu. Eylül'de, pilot yetersizliği had safhaya ulaşmıştı. Tecrübeli ve iyi pi­lotlardan kayıpları çok fazlaydı. Yeni ve hızlandırılmış eğitimden geçen pilotlar ise tehlikeye çok daha fazla maruz kalıyorlardı. Yeni filolar, eskilerinin dinlendirilmesi için muharebeye sokuluyorlardı. Yorgunluk hem moral çö­küntüsü yaratıyor hem de sinirlerin çok çabuk yıpranmasına neden oluyor­du.
Almanların başlangıçta pilot mevcutları bakımından bir sorunu yoktu. Batı'ya yapılan taarruzlar sırasında, Haziran ve Temmuz'da Avrupa'da ver­dikleri ağır kayıplara rağmen, pilot eğitim okulları ihtiyaçtan fazla pilotu yetiştirip cepheye gönderiyor ve açığın kapanmasını sağlıyordu.
Özetle, her iki tarafın da pilotları, muharebenin başlangıcında aynı yetenek ve cesarete sahipti, ancak zamanla İngilizler, Almanların kayıplarının daha fazla olduğunu öğrenerek durumu yavaş yavaş kontrolleri altına almayı başardılar.
Gerçekten, Almanlar Temmuz ayında Fransa kıyılarında kendi uyarı sistemlerini kurduklarında İngiliz kıyılarından ulaşan sinyalleri fark etmişlerdi. Savaş için hayati önem taşıyan bir silahla karşı karşıyaydılar. Radarla­rın menzilleri ve etkenlikleri Alman Hava Kuvvetleri ileri gelenleri tarafın­dan hesaba katılmıyor, küçümseniyordu. Ve radarlara karşı elektronik karıştırma ya da tahrip etme gibi önlemlerin alınması düşünülmüyordu. Ne de İngilizlerin yakın telsiz takibi Almanları korkutuyordu. Almanların planları şiddetli taarruzların her şeyi yerle bir ederek hedefe ulaşılacağını öngörüyor ve buna da inanılıyordu.
Karşı tarafın kayıplarını abartmak, her iki tarafın da şiddetli hava taar­ruzları esnasında sık sık düştükleri bir yanılgıydı. Fakat Alman cephesinde bu yanılgı giderek daha da artmış, büyük bir zaafiyet oluşturmaya başla­mıştı. Başlangıçta, Alman Hava Kuvvetleri istihbaratı, Dowding'in kaynak­larını Hurricane ve Spitfire'ların oluşturduğu 50 filoda bulunan toplam 500 uçak olarak değerlendirmişti. Fakat, savaş başladıktan sonra, İngiliz kayıp­larının abartılması uçak üretim kapasitesinin küçümsenmesiyle birleşince, Alman pilotları gördükleri manzara karşısında şakırdı. Eksilen pilot ve uçaklarının tamamlanma sürati morallerini bozmuştu.
Yanlış değerlendirmelerin diğer bir nedeni de Alman Hava Kuvvetleri İleri gelenlerinin herhangi bir İngiliz komuta üssünü bombaladıklarında, oradaki mevcut filonun haritada üzerini çizerek mevcuttan düşmeleriydi. Bu kısmen yetersiz hava fotoğraflarından, kısmen de sonuçları aşırı iyimser yorumlamaktan ileri geliyordu.
Manş Denizi'nde hava genellikle iki açıdan Almanlar için elverişsizdi. Birincisi, havanın, taarruz eden taraf için çoğu zaman elverişsiz olmasıydı;     ikincisi ise taarruzun daima batı yönünden gelmesi ve bunun da İngilizler tarafından bilinmesiydi. Almanlar, İngilizlerin meteoroloji şifrelerini çözmüşler ama bundan pek yararlanamamışlardır ve sık sık İngiliz radarlarına yakalanmışlardır. Özellikle bombardıman uçaklarıyla, refakatçi avcı uçakları arasındaki buluşmalar bulutlardan ve elverişsiz hava koşullarının yarattı­ğı görüş mesafesinin yetersizliğinden dolayı çoğu kez pek başarılı olamamıştır.
Alman Hava Kuvvetleri'nin karşısında, İngiliz pilotlarının ötesinde müthiş bir engel daha vardı; İngiltere'nin hava savunmasını üstlenen uçaksavar topları. Bu birlikler daha önce de Avrupa'da savaşan İngiliz Yurt Dışı  Sefer Kuvvetleri'ne eşlik eden İngiliz Hava Kuvvetleri'nin emrine giren, ama Kara Kuvvetleri'ne bağlı birliklerdi.
Hitler'in ana planına göre Alman Hava Kuvvetleri, düşmanın hava kuvvetlerini en kısa zamanda yok edecekti. İlk öngörülen tarih düşman ha­va kuvvetlerinin imha edileceği 1 Ağustos'tu. Ancak, Göring bu konudaki tarihi diğer komutanlarla tartıştıktan sonra söz konusu taarruzun başlangıcını 13 Ağustos günü olarak değiştirmek zorunluluğu doğdu. Hazırlıklar tam anlamıyla bitirilebilecekti o zaman. Taarruzun başladığı 13 Ağustos gü­nüne "Adlertag" Kartal Günü dendi. Harekât günü öncesinde elde edilen nispi başarıların aşırı iyimser raporları, Göring'i hava üstünlüğünü elverişli hava koşullarında dört günde sağlayabileceğine inandırdı. Bununla beraber 13 Ağustos'ta hava önceki günlere oranla pek elverişli değildi. Yine de Kar­tal Günü, yani 13 Ağustos'ta Almanlar güneydoğu İngiltere'de bulunan ra­dar üslerine ve hava alanlarına karşı ilk taarruzlarını gerçekleştirdiler. Manston, Hawkinge ve Lympne ileri havaalanları ağır hasar gördü ve bazı radar üsleri birkaç saat devre dışı kaldı. Ventnor'da bulunan radar istasyo­nu tamamen imha oldu, ama bu gerçek diğer göndermeçten sinyal gönde­rilerek Almanlardan gizlendi.
Radar istasyonlarının korunmasında Hava Kuvvetleri Yardımcı Kadın­lar Birliği'nin kahramanlıklarla dolu, övgüye layık ayrı bir yeri vardır Bri­tanya Savaşı'nda. Kendi bulundukları istasyon bombalanana dek, Alman taarruzlarını haber vermeyi sürdürmüşlerdir.
Yeni plana göre bir başka özelliği de; İngiliz Hava Kuvvetleri’nin Londra ve etrafındaki üslerine ve radar merkezlerine yapılacak şiddetli taarruzlardı. Ve bu taarruzlarda hedefini bulmayan bombalar Londra ve civarına düşecekti. Aynı zamanda 24 Ağustos gecesi Rochester ve Thameshaven hedeflerini bombalamak için havalanan Alman bombardıman uçakları, bombalarını Londra’nın merkezine bıraktılar. Bu yanlışlık, 80 kadar İngiliz uçağının ertesi gece Berlin’e misilleme yapmasına yol açacaktı. Ardından Hitler, Londra’nın bombalanmasını emretti.
İngiliz Hava Kuvvetleri için oldukça kötü bir akşam olmuştu. Fakat, her ne kadar muharebe alanlarında zamanında olamamışlar ve yeni alan taktiği karşısında bocalamışlarsa da kendilerinin yirmi sekiz uçağına karşılık Almanların kırk bir uçağı düşürerek hiç de küçümsenmeyecek bir zarar verdirmeyi başarmışlardır.
Bu yeni Alman taarruzunun, İngiliz Hava Kuvvetleri üzerindeki en önemli etkisi, avcı pilotların üzerindeki gerilimi biraz azaltması olmuştur. Almanlar yeni taktikleri uyarınca taarruzlarının yönünü Londra’ya çevirmişlerdi. Şayet taarruzlarını aycı uçakları filolarına yöneltmeye devam etselerdi İngiliz Hava Kuvvetleri personeli belki de dayanma noktasının sonuna gelebilirdi. Başkentin halkının çektiği ıstırap ve acı, ülkenin ve kentin savunmasındaki temel kurtarıcı unsur olacaktı.
Eylül'ün ikinci yarısında peş peşe gelen bu başarısızlık ve ağır bombardıman uçakları­nın kaybından sonra, Gör: avcı bombardıman uçaklarının yüksek irtifada kullanmaya yöneldi. Eylül ayının ortalarında Almanlar avcı uçağı muharebe düzeninden, güçlerinin üçte birinden fedakârlık etme pahasına, avcı bombardıman düzenine geçti. Bu düzende av­cı bombardıman ve muharip olmak üzere toplam 250 uçak yer alıyordu. Fakat bu muharebe düzenlerinin pekiştirilme si için ne pilotların eğitimine yeterli zaman vardı ne de taşıdıkları bombalar yeterli tahribat yapacak kadar çoktu.
Bu yeni muharebe uçuş düzeninin sonunda Almanların kayıpları azalmış ve İngiliz pilotların gerilimi artmıştı. Fakat Ekim ayının sonunda, Al­man kayıpları yine de artmaya başladı ve eski oranlarını yakaladı. Bu arada kötüleşen hava koşulları uçak mürettebatı üzerinde olumsuz etkiler yapma­ya başlamıştı. Alman pilotlarının kullandıkları havaalanları neredeyse ba­taklık gibiydi. Ekim ayındaki Almanların kayıpları İngiliz kayıplarının çok üzerindeydi ve toplam olarak 325 uçak kaybetmişlerdi.
İngilizlerin en çok zarar gördüğü taarruzlar geceleri normal bombardı­man uçaklarıyla yapılan baskınlardı. 9 Eylül’den bu yana Sperrle'nin 3 nu­maralı Filosunun 300 uçağı, hiç değişmeyen bir tarzda toplam elli yedi gece Londra'yı bombalamıştı.
Kasım'ın başlarında, Göring yayınladığı bir emirle taktiğini tamamen değiştirdiğini ilan etmişti. Taarruzun sıklet merkezi, geceleyin şehirler, en­düstriyel merkezler ve limanlar olacaktı. 2 numaralı Filonun uçaklarının da görevlendirilmesiyle, her ne kadar bir seferde 250 uçak taarruza katılıyorsa da, görevlendirilen toplam uçak sayısı 750 olmuştu. Bu uçaklar alçak irtifa­ da daha yavaş uçabilecekleri için, geceleyin gündüz taşıdıklarından daha fazla bomba taşıyabiliyorlardı. Bu miktar 1000 tona kadar çıkabiliyordu Ancak isabet konusunda pek başarılı değillerdi.
1940 yılının Temmuz ayından, aynı yılın Ekim ayının sonuna kadar devam eden hava taarruzları, kabul edilen ve bilinenden çok daha fazla zarar vermiş ve büyük karışıklığa yol açmıştır. Eğer Almanlar taarruzlarında daha ısrarcı olmuş olsalar ve endüstriyel bölgelere daha şiddetli taarruzlar düzenlemiş olsalardı daha başarılı olacaklar ve verdikleri hasar da çok fazla olacaktı. Ama ne İngiliz halkının moralini ne de İngiliz Hava Kuvvetleri’nin kendisini çökertmede başarılı olabildiler.
1940 yılının Temmuz ayında başlayan ve Ekim ayının sonuna kadar devam eden “Britanya Savaşı”nda Almanlar, İngilizlerin iddia ettiği gibi 2698 değil 1733 uçak, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri de Almanların iddia ettiği gibi 3058 değil 913 uçak kaybetmişti.

  BALKANLAR VE GİRİT’İN İŞGALİ

  Üç hafta içeri­sinde Yunanistan işgal edilmiş, İngilizler Balkanlar'dan atılmış aynı za­manda Sirenayka'da zayıf duruma düşen İngilizler Trablusgarp’a çıkarma yapabilen Alman Afrika Kolordusu tarafından püskürtülmüştü. Bu yenil­giler İngilizlerin itibarını sarsmış ve sadece, Yunan halkının çekeceği acı ve ıstırap dolu günlerin bir an evvel gelmesine yardımcı olmuştu, İngilizlerin Yunanistan'a kuvvet göndermesi Rusya'nın işgalini geciktirmiş olsa bile, bu gerçek İngiliz Hükümeti'ni haklı çıkarmamıştır. Çünkü İngiliz Hükü­meti bu kararı aldığı zaman gündemlerinde Rusya'nın işgali yoktu.
Oysa Hitler'in Rusya'nın işgali konusunda verdiği kararların tarihleri incelendiğinde İngiliz Hükümeti'nin yalan söylediği apaçık ortaya çıkmış­tı. Hitler, Rusya'ya yapacağı taarruzun hazırlıklarının 15 Mayıs'a kadar bi­tirilmesini istemişti. Hâlbuki bu tarih Mart ayının sonunda bir ay ertelendi ve nihai taarruz tarihi 22 Haziran olarak belirlendi. Mareşal Von Rundstedt, kendi ordu grubunun hazırlıklarının, Balkanlar'da harekâta katılan zırhlı birliklerin geç dönmesiyle ve aynı zamanda kötü hava koşullarının etkisiyle engellendiğini ve geciktiğini söylemektedir.
Rundstedt'in komutasında bulunan zırhlı birliklerin komutanı Mareşal Von Kleist bu konuda daha samimidir. Kleist Balkanlar'da harekâta katılan birliklerin çok fazla olmadığını, fakat muharebeye katılan tank miktarı ora­nının çok yüksek olduğunu söyler. Ancak güney Polonya'da emrinde bulu­nan ve Rusya'ya karşı kullanılacak tankların Balkan taarruzunda kullanıl­dığı için yenilenmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. Mürettebatın da dinlendirilmesi gereğini de ayrıca işaret etmiştir. Bu tankların büyük bir kısmı Yunanistan'da Peloponnese'ye kadar gidip ve aynı yoldan geri döndüğünden, Kleist haklı olarak bu uyarılarda bulunmak zorunda kalmıştı.
Bununla beraber, eğer Balkan savaşı olmasaydı, generallerin eski değerlendirmeleri sonucunda, nelere karar verebileceğini kestirmek pek zor olmasa gerek.
  Fakat ertelemeye neden olan Yunanistan’ın işgali değildi. Hitler, 1941 yılı programı yapıldığında Yunanistan’ın işgalini, planına Rus işgaline ön hazırlık olarak dahil etmişti.
Hitler’in Yunanistan’a müdahale etmeyen iten neden, İngiliz birliklerinin çıkarma yapma korkusuydu. İngilizlerin Yunanistan’a çıkarma yapmasını, mevcut Yugoslavya Hükümeti’nin Hitler’le anlaşma yapmasını bile önleyememiştir. Öte yandan bu çıkarma, Yugoslavya’da General Simoviç’in başarılı bir darbe girişiminde bulunmasını cesaretlendirmiş de olabilir.
Balkan Savaşları’nı yürüten 12.Ordu Komutanı List’in Kurmay Başkanı olan general von Greiffenberg’in konuya ilişkin özetleri epeyce aydınlatıcıdır.
Greiffenberg, Müttefiklerin 1915 yılında Selanik'te yerleştikten sonra 1918 yılındaki stratejik nihai taarruzlarını hatırlatmıştır. Bu nedenle Hitler, 1941 yılında, İngilizlerin tekrar Selanik'e ya da Trakya'nın güneyine çıkaca­ğından korkmaktadır. Böyle olduğunda, doğudan güney Rusya'ya ilerle­diklerinde Müttefikler Güney Ordu Grubu'nun arkasında kalmış olacak­lardı.
Bu nedenle, bu sefer önlem olarak Rusya harekâtı başlamadan önce Hitler Selanik ve Dedeağaç arasındaki güney Trakya'yı işgal etmeye karar­lıydı. List'in 12'nci Ordusu, Kleist'ın Panzer Grubu'yla birlikte bu hare­kât için tahsis edilmişti. Ordu Romanya'da toplandı; Tuna'yı geçip Bul­garistan'a girip oradan Metaxas Hattı'nı delerek sağ kanadıyla Dedeağaç'a inecekti. Kıyıya ulaşıldığında Bulgarlar, birkaç Alman birliği­nin kalacağı kıyının asıl savunmasını üstleneceklerdi. 12'nci Ordu'nun bü­yük kısmı, özellikle Kleist'ın Panzer Grubu öbür tarafa dönüp Romanya üzerinden kuzeye ilerleyecek ve Doğu Cephesi'nin güney kanadında ha­rekâta katılacaktı. Bu ilk plan, Yunanistan'ın, asıl bölümünün işgalini kap­samıyordu.
Bu plan, Bulgar Kralı Boris'e gösterildiğinde, Boris, 12'nci Ordu'nun sağ kanadını tehdit edebilecek olan Yugoslavya'ya güvenmediğini söyle­mişti. Bununla beraber Almanlar, Kral Boris'e, Yugoslavya ve Almanya arasında geçerli olan 1939 paktı uyarınca, Yugoslavya'dan tehlike gelmeye­ceğine ilişkin güvence verdiler. Ancak, Almanların edindikleri izlenim, Kral Boris'in yeterince tatmin olmadığıydı.
Boris haklı çıktı. Plana göre, 12'nci Ordu'nun tam Bulgaristan'dan Yu­goslavya'ya harekâta başlayacağı sırada Naip Prens Paul'un tahttan feragatiyle sonuçlanan darbe oldu.
  İngiliz takviye kuvvetlerinin Selanik’e birlik çıkarmalarının ardından Almanya, 1941 Nisan ayında Yunanistan’ı işgal etti.
Yunanistan’ın batı kıyısına doğru yapılan harekata, Yunanistan’ın Arnavutluk’ta bulunan tümenleriyle de irtibatını kesmiştir. Böyle yapmakla İngiliz birliklerini kanal tarafından sarmış ve Müttefik birliklerinin geri çekilme yollarını tehdit eder hale gelmiştir. Bu durum, Yunanistan’daki direnişin hızla çökmesine neden olmuştur.
(Balkan Harekâtı 1941 )


İngiliz ve Müttefik kuvvetlerin çok büyük bir bölümü denizden Girit Adası’na tahliye edilmişlerdir.
Girit’in sadece havadan işgal edilmesi belki de savaşın en cesur şaşırtıcı başarılarından biridir.

  Almanların Balkanlar’ı işgalinden sonra Girit’e, bir harekât yapması bekleniyordu. Bu bilgiler Yunanistan’daki İngiliz ajanları tarafından temin edilmiş ve ilgili yerlere aktarılmıştı.
Churchill, özellikle havadan gelecek bir tehlikeden çok korkuyordu. Daha indirme yapılan ilk gün akşama doğru bile Girit’teki Alman mevcudu iki katına çıkmıştı ve buradaki birlikler ikinci geceden itibaren hızlı bir biçimde paraşüt, planörler ve personel taşıyıcı uçaklarla takviye edilmeye başlanmıştı.
Orta Doğu Karargâhı ise daha iki gün Alman birliklerinin etkisiz hale getirilmekte olduğundan bahsedecekti.
Fakat yedinci günde, yani 26 Mayıs’ta Girit’teki İngiliz komutanı şu raporu bildiriyordu: “Komutam altındaki birliklerin dayanma gücü tükenmiştir, durumumuz umutsuzdur”. Freyberg gibi cesur ve azimli bir komutan tarafından verilen bu karar hiç tartışılmadı. Tahliye 28 Mayıs gecesi başladı ve 31 Mayıs gecesi sonar erdi. Almanların Girit’e birlik indirme faaliyetleri sırasında, Alman Hava Kuvvetlerinin yoğun taarruzları ve tacizleri karşısına, İngiliz Deniz Kuvvetleri ağır zayiat verdi. 2000’i Yunanlı olmak üzere toplam 16.500 kişi kurtarıldı. Fakat kalanlar ya öldüler ya da Almanlara esik düştüler. Üç kruvazör ve altı muhrip battı. O zaman Akdeniz’de olan tek uçak gemisinin de dahil olduğu toplam on üç gemi ağır hasar gördü.

  RUSYA’NIN İŞGALİ

  Rusya'nın işgalinde asıl can alıcı nokta, savaşta alman stratejik ve taktik kararlardan ziyade, arazi, lojistik ve hareket yeteneği unsurlarının nasıl planlanıp ve icra edildiğidir. Her ne kadar harekâta ilişkin bazı kararlar çok önemli idiyse de, arazinin olağanüstü büyüklüğü göz önüne alındığında, bu kararlar hareket kabiliyeti unsurları kadar önem taşımamaktaydı. Rus­ya'nın haritasına bir göz atıldığında, arazinin büyüklüğünün ne anlama gel­diği kolayca anlaşılmaktadır. Ancak hareket unsurunu anlayabilmek için bi­raz daha derine inmek gerekmektedir. Olayları daha iyi kavrayabilmek ve daha değerlendirebilmek için böyle bir tahlil gereklidir.

  Her ne kadar, bu mekanize birlikler toplam Alman kuvvetlerinin çok az bir bölümünü oluşturuyorsa da Hitler kazandığı bütün muharebeleri bu mekanize birliklerle kazanmıştı. Mevcut 19 panzer tümen sayısı, Almanla­rın ve uydularının toplam tümenlerinin ancak onda birini oluşturuyordu. Geri kalan o muazzam büyüklükteki ordu içinden zırhlı birliklere ayak uy­durabilecek ancak 14 mekanize tümen çıkabilirdi.
1940 yılında Almanların elinde on adet panzer tümeni vardı. 1941 yılın­da bu miktar iki katma, yani 21 adede çıkmıştı. Ama bu yanıltıcıydı. Bu, bir­liklerin mekanize ye tank unsurları azaltılarak gerçekleştirilmişti. Batı'daki muharebelerde, her tümenin her alayında 160 muharebe tankı olan iki alaylı bir tank tugayı mevcuttu. Rusya'nın işgalinden önce, her tümenin kadro­sundan birer tank alayı çıkarılmıştı.
Bazı tank uzmanları bu uygulamaya karşı çıkmıştı. Gerekçeleri, bu uygulamayla, personelin ve zırhlı olmayan birliklerin güçleri arttırılmak iste­nirken, aslında tümenlerin olması gereken vurucu güçlerini azaltılmıştı. Böylece bir tümende mevcut 17.000 askerden sadece 2.600 tankçı asker kalmış oluyordu. Fakat, Hitler inat ediyordu. Rusya'nın bu inanılmaz büyük­lükte olan topraklarının ancak çok sayıda tümenle işgal edilebileceğini ve derinliklerine ulaşılabileceğini hissediyor ve kabul ediyordu. Ayrıca Hitler, Rusya'nın teknolojik açıdan geri kalmışlığının, bu birliklerin zırhlı birlik un­surlarının azaltılmasından doğan zafiyeti gidereceğini hesaplıyordu. Buna ek olarak, sonradan üretilen ve daha gelişmiş olan Mark III ve Mark IV orta tanklarının zırh kalınlıkları artmış ve daha büyük çapta silahlarla donatıl­mıştı. Ve bunlar tümenlerin zırhlı birlik gücünün üçte ikisini oluşturuyordu. Hâlbuki Batı'nın işgalinde, tümenlerde bunların karşılığı olarak hafif tank­lar mevcuttu. Böylece, tümenlerin çapı yarıya indirilse de, vurucu gücü artı­rılmış oluyordu. Ancak bu görüş, şimdilik ve de kısmen doğruydu.

 
( Alman Orduları Moskova’da 1941 )


Almanların şu ana kadar başarılı olmalarının nedeni ise muharebe alanlarındaki düşmanlarının teçhizat, araç ve gereç yönünden çok daha geri olmasıydı. Her ne kadar Ruslar tank sayısı yönünden çok üstünse de, motorlu araç sayısı o denli sınırlıydı ki, zırhlı birliklerinin bile doğru dürüst motorize desteği yoktu. Bu eksiklik, Alman panzer tümenlerinin manevralarıyla başa çıkma konusunda hayati bir zafiyet oluşturuyordu.
Cephenin çok geniş ve harekâtın baskın tarzında olması sayesinde Bock'un orduları birçok noktadan yarma harekâtını başarıyla uygulamıştı. İkinci gün, sağ kanattaki zırhlı birlikler Brest-Litovsk'un 60 kilometre ileri­sinde bulunan Kobrin'e ulaşırken, sol kanat ta Grodno garnizonunu ve de­miryolunu ele geçirmişti. Kuzey Polonya'daki Rusya'nın uzantısı olan Bialystok kenti de iyice kıstırılmıştı. Bialystok'u çevreleyen kıskaç giderek daralıyor ve birlikler Baranoviçi'de buluşarak çemberi kapatıyorlardı. Bu­nun sonucunda ileri harekât bölgesinde bulunan Rus birlikleri imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Almanların bu manevralarının başa­rılı olmasında, sayıca üstün, teknik olarak yetersiz olan Rus tanklarının bü­yük katkısı vardı.
Fakat Almanların ilerleyişi, Rusların çok çetin direnişi karşısında durak­lamaya başladı. Almanlar genellikle başarılı taktik manevralar yapıyorlar, ama kati muharebe sonucundan galip çıkamıyordu. Kuşatılan birlikler er ya da geç teslim oluyordu, ama bu teslim olma genellikle çok uzun süren, inatçı bir direnişten sonra oluyordu. Rusların bu çok inatçı bir şekilde, umutsuz sa­yılabilecek durumlarda, direnişlerini sürdürmeleri, savunmadan kolay vaz­geçmemeleri, diğer bir deyimle kanlarının son damlalarına kadar savaşmala­rı, Almanların harekâtını geciktiriyordu. Ulaşım tesislerinin çok yetersiz olduğu bir ülkede bu gecikme çok daha fazla önem kazanıyordu.
Bunun etkisi ilk olarak Brest-Litovsk'a yapılan taarruzda görüldü. Bu garnizon, yoğun topçu ateşi ve hava saldırılarına karşın, taarruz eden Al­man birliklerine ağır kayıplar verdirerek bir hafta dayandı. Başka muharebe alanlarında da aynı direnişlerle karşılaşan Almanlar için bu başlangıçtaki edindikleri deneyim, onlara daha sonra başlarına gelebilecekler hakkında fikir vermeye başlamıştı.
Yağmurun yarattığı engel, Fransa'da beklenenden çok daha kötüydü. Çünkü sadece taktik manevraları felce uğratmakla kalmıyor, aynı zamanda yollara bağlı harekâtları da geciktiriyordu. Zira bölgenin mevcut en iyi yo­lu Minsk-Moskova yoluydu. Ancak bu yol, Hitler'in Moskova'ya ulaşmada­ki planında kısmen yer almıştı. Asıl harekât yumuşak satıhlı yollardan yapı­lacaktı. İşte, yağan yağmur, bu stratejik harekâtı olanaksız kılmıştı. Temmuz başlarında yağan yağmurdan sonra toprağın balçık hale gelmesi, Almanla­rın hareket kabiliyetini yok etmişti. Buna ek olarak, hareket kabiliyeti sınırlı hale gelen Alman birlikleri işgal ettikleri bölgelerde Rus kuvvetlerinden çok Şiddetli direniş görmeye başlamışlardı. Her ne kadar Bialystok ve Minsk civarındaki kuşatma harekâtları sırasında 300.000 Rus esir alındıysa da, çem­ber tam anlamıyla tamamlanamadığından yaklaşık esir alman sayı kadar I Rus askeri de kaçmayı başarmıştı. Kuşatmadan kurtulan bu birlikler, Dinyeper'in önünde ve ardında tekrar savunma mevzilerini tesis ettiklerinden çok önemli bir işlevi yerine getiriyorlardı.
Ülkenin arazi koşulları, bu çok kritik safhada giderek artan bir fren gö­revi görüyordu Alman birlikleri için. Minsk'in güneydoğusunda büyük or­manlık ve bataklık bir arazi uzanırken, Berezina Nehri de bataklık bölge arasından kıvrılarak uzanıyordu. Almanlar yaptıkları incelemelerde sadece Orsa ve Mogilyov'a giden yolların üzerinde bulunan köprülerin ağır yük taşıma kapasitelerinin olduklarını tespit etmişlerdi. Diğer yollardaki köprü­ler tahtadan ve dayanıksızdı. Almanlar, her ne kadar çok hızlı ilerliyorlarsa da, Ruslar önemli köprüleri havaya uçuruyorlardı. Ve Alman birlikleri ilk kez mayın tarlaları ile karşılaşıyorlardı. Mayınlar nedeniyle, hareketleri yo­la bağımlı olmaya başlayınca iyice gecikmeye başladılar. Berezina Nehri, Napolyon'un geri çekilmesini felakete dönüştürdüğü ölçüde, Hitler'in ilerleyişini de durdurmada o kadar etkili olmuştu.
Bütün bu unsurlar bir araya gelince, Almanların, Rus kuvvetlerini Dinyeper'in batısında çembere alıp imha etme planlarının gerçekleşme şansı gi­derek zayıflıyordu.
Amaçladıkları gibi Rus kuvvetlerini büyük bir kuşatmaya alamayan Alman kuvvetleri, ummadıkları ve sakınmak istedikleri Dinyeper’in ötesine ilerlemek zorunda kalacaklardı. Halihazırda, Rusya'nın 450 kilometre içeri­sinde bulunuyorlardı. Almanlar, Dinyeper ile Smolensk arasında bulunan Rus birliklerini kuşatmak için bir kez daha girişimde bulundular. Fakat, Temmuz'un ilk iki günü, Minsk bölgesindeki kuşatmayı tamamlamak ve bir kısmı günde 30 kilometre yürüyerek Stalin'in hattını yarmaya yardıma ge­len 4 ve 9'uncu Orduların piyade kolordularını beklemekle geçti.
Yağan yağmurlarla daha da ağırlaşan ülke arazisi, düzensiz Rus birlik­lerinin harekâtı engellemesinden daha fazla geciktirici bir işlev görüyordu. Bu koşullarda, duraklamalarda ödenen bedel çok ağır oluyordu. Her yağan sağanak yağmur, Almanların harekât kabiliyetini yok denecek dereceye in­diriyordu. Yüzlerce kilometre uzunluğundaki panzerlerin ve birliklerin manzarasının havadan görünümü çok dehşetli oluyordu.
Tanklar yollarına devam edebilirdi, ama, tanklar ve diğer tırtıllı araçlar, sözde zırhlı tümenin çok küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Zırhlı birlik­lerin ikmal ve piyade unsurları, ne yüzeyi çamura dönüşen yollarda ne de arazide gidemeyen tekerlekli araçlarla taşınabiliyordu. Güneş çıktığında, kumlu, toprak yollar hemen kuruyor ve ilerlemeye kaldığı yerden devam ediliyordu. Ama üst üste gelen bu gecikmeler, stratejik planda ciddi sorun­lar oluşturuyordu.
Bu kaçınılmaz bir gecikme demekti. Fakat, hiçbir gecikme, şu anda meydana gelen gecikmenin büyüklüğüne benzemiyordu. Zira, Moskova harekâtı başlamadan Ekim gelmişti. Bock'un orduları Desna üzerinde bek­letilirken, yazın en elverişli iki ayı geçmişti. Nedenleri; Hitler'in kararsız ol­masıyla, Pripyat Bataklığı güneyindeki Rundstedt'in ordularının durumuy­du.
Rundstedt’in başarısı; sürat, baskın, arazi koşullarına ve karşısındaki komutanın muharebede uygulayacağı taktiğe bağlıydı.
Moskova'ya, ilerleme 30 Eylül'de tekrar başladı. Bock'un ordularının oluşturduğu büyük çemberle kuşatılan 600.000 Rus askeri daha esir edilince umutlar yeniden belirmişti. Bu kuşatmadan elde edilen sonuç geçici de olsa Almanlara Moskova yolunu açmıştı. Fakat Vyazma muharebesi Ekim'in so­nuna kadar tamamlanamadı. Alman birlikleri yorulmuş, hava kötüleştikçe arazi neredeyse bataklığa dönmüştü ve dahası Moskova'nın önlerinde yeni Rus birlikleri belirmeye başlamıştı.
Alman generallerinin birçoğu, taarruz tertiplenmesinin yerine kış koşul­larının gerektirdiği taktik tertiplenmenin alınmasını istiyorlardı. Napolyon'un ordusunun başına ne geldiğini pekâla biliyorlardı. Fakat daha" üst ka­demelerde, farklı bir görüş egemendi. Bu sefer bu görüşün sahibi sadece, olaylardan ve kış koşullarından kâh ümitlenen kâh karamsarlığa düşen Hitler değildi. 9 Kasım'da karamsarlık içinde şu açıklamayı yapıyordu: "Hiçbir tarafın birbirini yenemeyeceğini kabul etmek, uzlaşmacı bir barışa yol aça­caktır." Fakat Bock, taarruza devam edilmesini istiyordu. Brauchitsch ve Halder de aynı görüşteydiler. Halder, 12 Kasım'da, yüksek rütbeli komutanlara verdiği konferansta, Rusların direnişinin tükenmenin eşiğinde olduğunu gösteren çok inandırıcı nedenlerin ve kanıtların bulunduğunu söylüyordu.
Brauchitsch ve Halder ve de Bock, doğal olarak, daha önceleri Hitler'i güneydeki hedeflerden evvel Moskova'nın ele geçirilmesi için ikna ettikle­rinden, şimdi taarruzun terkedilmesinde pek istekli görünmüyorlardı. Ve böylece, Moskova harekâtına havada geçici bir düzelme görüldüğü 15 Ka­sım'da tekrar başlanıldı. Fakat, çamur ve karla yaptıkları on beş günlük mü­cadeleden sonra, Moskova'ya 30 kilometre kala durdular.
Her ne kadar Bock önceleri "Son muharebe neticeyi belli edecek" de­diyse de, o bile, devam etmenin doğruluğu konusunda kuşku duymaya başladı. Fakat Brauchitsch her koşulda taarruzun devam etmesini istiyordu. Anı zamanda hem hastaydı hem de alman başarısız neticelerden dolayı Hitler'den fena halde korkuyordu.
  2 Aralık'ta, bir kez daha taarruza kalkışıldı ve bazı birlikler Mosko­va'nın varoşlarına kadar girmeyi başardı. Fakat, bu ilerleme, başkenti örten ormanlık bölgede Rus birlikler tarafından engellendi.
Bu, Rusların, Mareşal Jukov tarafından hazırlanıp, sevk ve idare edile­cek büyük çaptaki karşı taarruzun bir işaretiydi. Bu harekât Almanları püskürtmüş, kanatlarından sararak çok güç bir durum yaratmıştı. Generaller­den alt kademeye kadar herkes, Napolyon'un Moskova'dan geri çekilirken basma gelen korkunç sonu düşünmeye başlamıştı. Hitler, bu olağanüstü du­rum karşısında bölgesel olanların dışında, genel bir geri çekilmeyi emirle yasaklamıştı ve bu durum karşısında kararında haklıydı. Hitler'in bu emriy­le, Moskova karşısında mevzilerde olan Alman birlikleri inanılmaz zor ik­lim koşullarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Zira Rusya'nın kışını göğüsleyebilecek ne giyim kuşamları ne de teçhizatları vardı. Fakat geri çekilmeye başlamış olsalardı, bu kolaylıkla korkunç bir bozguna dönüşebilirdi.
Böylesine yapılan temel yanlışlık, olağanüstü başarıların beklendiği, Rusya işgalini neredeyse felakete dönüştürmek üzereydi. Almanlar, savun­ma mevzilerinde karşılarına çıkması beklenen Rus birliklerini ezip geçmeyi beklerken, şimdi cephede çok diri Rus kuvvetleriyle karşı karşıyaydılar. Rusların başlattıkları seferberlik; 1941 kışından sonra, Alman birliklerine sa­yıca üstünlük sağlamaya başlamıştı bile. Almanlar, ancak üstün teknik ve eğitimleri sayesinde bu orduları birbiri ardına gerçekleştirdikleri kuşatma harekâtlarıyla yenmişlerdi, ama gelip sonbahar çamuruna, bataklığına sap­lanmışlardı. Kışın gelmesiyle birlikte donan toprağın harekâta elverişli hale getirdiği arazide yeniden başladıkları taarruzda Almanlar, karşılarında yeni yeni birliklerin mevzilendiğini gördüler. Ve artık hedeflerine ulaşamayacak kadar yorgundular.
Rusya'nın kaynaklarını tahminde ve değerlendirmede yanılmanın yanı sıra en can alıcı nokta, Hitler'in ve en üst düzey generallerin Ağustos ayında, müteakip harekât tarzını belirlemek için yaptıkları, belki de Rusya'nın işga­lindeki en büyük hataya yol açan boşa giden tartışmalardı. Alman Yüksek Komuta Kademesi'nin bu noktadaki basiretsizliğini anlamak çok güçtür.
Daha aşağı kademelerde, özellikle Guderian'm ne yapmak istediği çok açıktı. Guderian hızla Moskova'ya ilerlerken ardında bıraktığı kendine ait piyade unsurları, kendisinin ilk darbeyi vurduğu Rus birliklerinin imhasını sağlaya çaktı. Guderian 1940 yılında, Fransa Muharebesi'ni böyle kazanmış­tı. Bu harekât tarzındaki taktik çok büyük tehlikeler taşıyordu ama Moskova Rusya'nın geri çekilip ikinci savunma hattını tesis edemeden işgal edil­miş olacaktı. Ama böyle yapılmadığından, müteakip olaylar Almanlar açısın­dan çok olumsuz gelişmelere sahne olmuştu.
Daha önce de olduğu gibi Rusya hayatta kalmasını Rus devriminden bu yana elde edilen teknolojik gelişmelerden ziyade mevcut ilkel koşulların hüküm sürmesine borçluydu. Aynı zamanda, halkının ve askerlerinin ina­nılmaz dayanıklılığı ve azmi, Batı'yı şaşkına çeviriyordu. Daha da önemlisi, Rusya'daki yolların çok ilkel ve bozuk olmasıydı. Çoğu neredeyse yol bile değildi. Yağmur yağdığında handiyse çamur deryasına dönüşmeleri, Rus ordularının kahramanca çarpışmaları sonucu Almanları durdurmalarından, daha etkili bir biçimde bu birliklerin harekâtını engelliyordu. Eğer Rus yö­netimi, Rusları, Batı'dakine benzer yollara kavuşturmuş olsaydı, Almanlar tarafından işgal edilmelerinin süresi Fransa kadar kısa olacaktı.
Fakat bu görüşe karşıt olanlar vardır. Bu görüş sahiplerine göre Hitler, ordunun hareket kabiliyetini tırtıllı araçlar (tank) yerine, tekerlekli araçlar üzerine kurduğu için zafer fırsatını kaybetmiştir. Rusya'da tekerlekli araçla­rı çamura gömülmüş, tankları ise yollarına devam etmişti. Eğer, panzer bir­liklerine tırtıllı araçlar sağlanmış olsaydı, bu birlikler çamura rağmen son­bahara kadar Rusya'nın en hayati merkezlerine ulaşmış olacaklardı.

  RUSYA’NIN KADERİ DEĞİŞİYOR


  1940 yılında baharla birlikte Almanlar 9 Nisan'da, Norveç ve Danimar­ka'ya taarruza geçmişlerdi. 1941'de, 6 Nisan'da bu kez Balkanlar’a saldırdı­lar. Fakat 1942 yılının baharında artık böyle bir taarruz söz konusu değildi artık. 1941 yılında Rusya'ya giriştikleri taarruz sonucunda umdukları zafere çok çabuk kavuşamayınca ve oradaki kuvvetlerini amaçladıkları sürede çe­kip başka bölgelere sevk edemeyince, Almanlar arasında gerilim ve soru işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Zira, her ne kadar baharın başlangıcın­da, Rusya cephesinde gerçekleştirilebilecek bir taarruzunun ertelenebilmesi için, olumsuz hava koşulları bir mazeret teşkil edebiliyorsa da, İngiltere'nin, Akdeniz'deki zayıf durumu karşısında bu bölgelerde muhtemel bir Alman taarruzunun ertelenmesi ya da icra edilmemesi için hiçbir haklı gerekçe ola­mazdı. Ancak, bu bölgede Almanların hiçbir faaliyetine rastlanmadı.
Rusya'nın harekât bölgesinde ise, her ne kadar yavaşlama eğilimi gös­terse de, Kızıl Ordu'nun kış karşı taarruzu Aralık'tan bu yana üç aydır de­vam etmekteydi. Mart ayında, bazı bölgelerde 225 kilometreye varan ilerle­meler kaydetmişti. Ancak, Rusların Almanların arkalarında kendilerini bir tehdit unsuru olarak hissettirmelerine ve onları sıkıştırmalarına karşın, Al­manlar Schlüsselburg, Novgorod, Rjev, Vyazma, Bryansk, Oryol, Kursk, Harkov ve Taganrog gibi ana garnizonlardaki üstünlüklerini sürdürüyorlar ve bu noktaları ellerinde tutuyorlardı.
Bu bölgeler taktik açıdan çok güçlü engeller olduğu gibi stratejik açıdan da hakim noktalardı. Çünkü, ulaşım tesislerinin çok yetersiz olduğu bu ül­kede, bu bölgeler çok önemli ulaşım ağını kapsayan yerlerdi.
1942 yılının ilkbaharında, Rus cephesindeki durum, neredeyse Norveç kıyılarının aynısıydı. Fiyordların kara parçasının içlerine girmesi gibi Rus birlikleri de Alman cephelerine benzer şekilde çeşitli yerlerden girmiş du­rumdaydı. Almanların, ilerleyen Rus birliklerini bu şekilde durdurması, modern muharebe tekniklerinin ustaca, cesurca icra edildiğinde ve yeterli silahla desteklendiğinde ne denli başarılı olabileceğinin en büyük kanıtıydı. Bu aynı zamanda, Almanların 1941 yılında taarruzun ta başında, Ruslara en zayıf yönlerinden saldırdığından dolayı başarılı olduğunu öne süren iddi­ayı da temelinden çürütüyordu.
Geçmişte, Hitler’in herhangi bir şekilde geri çekilmeyi yasaklamış olması, Alman birliklerinin kendilerine olan güvenini sağlaması yönünden yararlı olmuş ve muhtemel bir çöküşten de korumuştu.


( Stalingrad mücadelesi )

Alman Komuta Heyeti Hitler'e, 1942 yılında taarruzun tekrar devam etmesi durumunda, ilave 800.000 askere ihtiyaç duyulduğunu bildirdiler. Al­man Silah Üretim Bakanı Albert Speer ise, bu kadar insanın fabrikalardan alınıp cepheye gönderilmesinin olanaksız olduğunu bildirdi. Bu açık, ordudaki kadrolarda yapılan çok kökten bir değişiklikle kapatıldı. Piyade tümenleri dokuz taburdan yedi tabura indirildi. Piyade bölüklerinin mevcutları en fazla 80 asker olarak belirlendi. Oysa önceden 180 kişiydi. Bu indirim iki amaçlıydı; şiddetli çarpışmalar sonucu kaybettikleri subayların yerine geçen subaylar böylesine büyüklükteki bölükleri sevk ve idarede zorlanıyorlardı. Diğer amaç ise büyük kayıpların, fazla mevcutlu bölüklerde meydana geldiği saptanmıştı. Ancak, fazla mevcutlu bölüklerin muharebeye katkısı mevcutları oranında olmuyordu.
  Bir başka büyük taarruzun yapılmasına 1942 yılının ilk aylarında karar verildi. Hitler'in kararını ekonomik uzmanlar etkiledi. Onlar Hitler'e, Al­manya'nın savaşı ancak Kafkasya'dan petrol ve buğday tedarik etmekle sürdürebileceklerini belirttiler. Ancak, üç yıl daha süren savaş boyunca Kaf­kasya petrol bölgesini elde tutma başarısı gösterilemeyince bu görüş hataya dönüşmüştü. Fakat, Hitler ekonomik konularda daha tepkiseldi. Çünkü, ekonomik olarak ileri sürülen savlar onun taarruz ruhuyla çakışıyordu. Ge­ri çekilmenin yararı ne olursa olsun, Hitler bundan nefret ediyordu. Gene­rallerin bütün uyarılarına karşın Hitler, tekrar taarruz etmekten başka seçe­neğin kalmadığına inanmıştı.
Taarruz kararını verdikten sonra Hitler, Ruslar hakkında kendisine ula­şan bilgilerden rahatsız olmaya ve aşırı duyarlılık geliştirmeye başlamıştı. Örneğin, Alman İstihbarat Teşkilatı'nın verdiği habere göre, Rusya'nın fab­rikalarında ayda 600 ila 700 arasında tank imal ediliyordu. Fakat Halder, bu konudaki kanıtları gösterdiğinde, Hitler, masayı yumruklamış ve bu çapta­ki bir üretimin olanaksız olduğunu söylemişti. Çünkü, Hitler, inanmak iste­mediği bir şeye inanmazdı.
Bununla beraber Hitler, son bilgiler ışığında, yeni taarruzun kapsamını sınırladı. İlkbaharın başlarında tasarlandığı gibi taarruz bütün cephe bo­yunca değil kanatlardan icra edilecekti.
Asıl taarruz, Karadeniz'de bulunan güney cephesinden başlayacak, Don ve Donets havzaları arasından ilerleyecekti. Aşağı Don havzasına ula­şıp burayı aştıktan sonra, harekât güneye, Kafkasya petrol bölgesine yöne­lirken, diğer kol doğuya, Volga üzerindeki Stalingrad'a yönelecekti.
Hitler bu iki koldan yürütülen harekâtı planlarken, gönlünde ikili bir amaç yatıyordu. Stalingrad yolunu açarak bir yandan Moskova'yı savunan ve çevreleyen Rus ordularının üzerine yürümek, diğer taraftan ise Urallar'a sarkmak istiyordu. Ancak çok yoğun tartışmalardan sonra, Halder Hitler'i, bu planın uygulanması olanaksız bir ihtiras olduğu konusunda ikna etti. Sonuçta, harekâtın hedefi, Stalingrad'ın güvenliğini sağlayabilecek stratejik noktaların ele geçirilmesiyle sınırlandırıldı. Bundan başka, Stalingrad'ın iş­gali, Kafkaslar'ın ele geçirilmesi için kanat güvenliğini sağlayabilecek bir stratejik bölge tanımlaması çerçevesinde değerlendirilecekti. Zira Stalingrad, Don ve Volga arasında yer alan bir köprü görevi görüyor ve bu bölge­nin en stratejik noktasını teşkil ediyordu.
Aynı zamanda, Hitler'in 1942 yılı planlarında yazın Leningrad'ı ele geçirmeyi amaçlayan bir de tali taarruz vardı. İtibarının dışında, bu harekâtın temel gerekçesi karadan, Finlandiya ile irtibat sağlamak, tecrit edilmiş konumunu rahatlatmaktı.
Bunun dışında kalan tüm Doğu cephesinde Alman orduları savunma­da kalacak ve sadece mevzilerini kuvvetlendirecekti. Kısaca, 1942 yılı Alman taarruzu iki kanat harekâtıyla sınırlı kalacaktı. Bu sınırlamanın temel nedeni, Alman ihtiyat birliklerinin tükenmeye başlamasıydı. Bundan başka, güneye doğru yapılması niyetlenen kanat taarruzu, ancak Alman müttefik­lerinin geri bölgelerini desteklemeleriyle mümkündü. Böylelikle, Almanların Rusya'nın derinliklerine doğru ilerlerken arkaları da emniyete alınmış olabilecekti.
Bir kanattan taarruz ederken, karşıdaki düşmanın cephesine aynı anda herhangi bir harekâtta bulunulmaması, Alman generallerinin gençliklerinden bu yana öğrendiklerine ters düşüyordu. Generallere daha da vahim gelen, kanat taarruzunun asıl Rus ordularıyla, Karadeniz arasında kalan böl­gede icra edilecek olmasıydı. Hatta Alman generallerini bundan da fazla rahatsız ve tedirgin eden diğer konu, bu içlere doğru düzenlenecek kanat taarruzunun büyük ölçüde Rumen, Macar ve İtalyan birliklerine dayanmasıydı. Hitler, generallerin kuşku dolu bu sorularını, Almanya'nın bu savaşta kendisini idame ettirmesinin yegâne temelinin bu Kafkas petrolleri olduğu­nu ileri süren kesin yargısıyla cevapladı. Yanlarını müttefik askerlere ema­net etmenin tehlikelerine gelince, Hitler bu birliklerin Don hattını ve Stalingrad ve Kafkasya arasında kalan Volga hattını tutmak amacıyla görevlen­dirildiğini ifade etti. Stalingrad'ın ele geçirilmesi ve bu stratejik noktanın elde tutulması Alman birliklerine havale edilmişti.
Asıl taarruz öncesi 8 Mayıs'ta, Kırım'daki Alman birlikleri Kırım'ın do­ğu kısmı olan ve Rusların, Almanları sonbaharda durdurmayı başardıkları Kerç Yarımadası'nı işgal etmek için taarruza geçtiler. Bombardıman uçakla­rının desteğinde, iyi hazırlanmış olan bu taarruz, Rusların savunmasında gedik açmayı başardı. Gedikten geçen Almanlar kuzeye yöneldiler ve kıyı­ya hapsettikleri düşmanı bombardıman uçaklarıyla çok geçmeden teslim ol­maya mecbur bıraktılar. Böylece önü temizlenen Almanlar, yetmiş kilomet­re uzunluğundaki yarımadayı boydan boya geçtiler. Yarımadanın ucundan otuz kilometre uzakta bulunan tarihi "Tartar Çukuru" savunma hattında geçici olarak durdurulan Alman birlikleri Kerç'in kendisini 16 Mayıs'ta iş­gal ettiler, böylece Ruslar Kırım'dan, güneybatı uçta bulunan ve uzun zamandır tecrit altında bulunan Sivastopol kalesinin dışında temizlenmiş olu­yordu.
Bu darbe, asıl hedefe varmada bir anlamda kaldıraç olarak düşünül­müştü. Kerç Yarımadası'ndan, Kafkasya'nın batı ucunu teşkil eden Kuban Yarımadası'na sıçranılmış olacaktı ve gerçekleştirilen işte buydu. Alman kuvvetleri bu yolları açmak için kullanılacaktı. Fakat, asıl taarruz o denli hızlı ilerledi ki, bu kaldıraç hareketine gerek kalmadı.
Alman ilerlemesinde önlerindeki alanın bu denli açık olmasındaki en büyük etken, 12 Mayıs'ta Paulus'un 6'ncı Ordusu'na karşı, Harkov'a doğru girişilen Rus taarruzuydu. Bu taarruzun sonucunda Sovyet Izyum bölgesi elden çıkmıştı. Bu taarruz, Almanların savunma ustalıklarının ve bu safhada Rus Ordusu'nun gücü göz önüne alınmadan kalkışılan zamansız bir çabanın ürünüydü. İhtiraslı hedefler ve aşırı beklentiler Mareşal Timoşenko'nun harekât emrinin ilk cümlesini şöyle başlatıyordu: "Birliklerime kesin taarruzu emrediyorum." Harkov taarruzunun uzaması Almanların işine ya­ramıştı. Çünkü bu taarruz, Rusların ihtiyatlarının büyük bölümünü kullanmasına yol açmış ve sonuçta birlikleri öldürücü bir darbeye karşı korumasız bırakmıştır. Ruslar, Harkov'daki Alman savunmalarını yarmış, kuzeybatı ve güneybatıya doğru yayılmışlardı. Hitler'in emriyle Paulus'un 6'ncı, Kleist'in l'inci Panzer Ordusu ve Bock'un ordusuyla girişilen karşı taarruz neticesin­ de Rus taarruzu durdurulmuştu. İki Rus ordusu ve diğer ikisinin birlikleri arasındaki irtibatlar kesilerek birlikler iki ana bölüme ayrıldı. Mayıs ayının sonunda 241.000 Kızıl Ordu askeri esir düşmüştü. Almanların asıl taarruza geçtikleri Haziran ayında, Rusların elinde bu taarruza karşı koyacak çok az ihtiyat kalmıştı.

  Alman taarruzu hem zamanlama hem de taarruza giriştikleri yer olarak sekteye uğratılmıştı. Alman taarruzu, Taganrog kıyısından başlayıp, Donets boyunca Harkov ve Kursk'a doğru Güney Rusya'da tüm cephe boyunca ge­lişecek şekilde planlanmıştı. Bu kademeli bir muharebe cephesiydi. Solda, en arkada bulunan birlikler ilk önce harekâta başlayacaklardı. Sağda, daha önde bulunan birlikler sol kanattaki birliklerin kendilerine ulaşmasını bek­leyecekler, fakat bu arada sağ kanat, sol kanadın ilerlemesinden dolayı bu­rada doğacak zafiyetten dolayı muhtemel taarruza karşı yardımcı olacaktı.
Bu arada, Kırım'da başlatılan bu harekâtı, asıl taarruzun başladığı nok­taya yakın bir yerden başlatılan başka önemli bir şaşırtma taarruzu izledi. Zira, 10 Haziran'da Almanlar, Izyum bölgesindeki başarılı harekâtlarını Do­nets yönünde ilerleyerek ve nehrin batı kıyılarında kıyıbaşı elde ederek ge­nişlettiler. Burada elde edilen kıyıbaşlarını daha da geliştirerek büyük bir köprübaşına dönüştürdükten sonra, 22 Haziran'da kuzeye doğru çok güçlü bir zırhlı birlik harekâtına giriştiler ve iki gün içerisinde, Donets Nehri'nin yaklaşık altmış kilometre kuzeyinde bulunan Kupyansk kavşağına ulaştılar. Bu vardıkları nokta Almanlara 28 Haziran'da başlatacakları asıl taarruzun doğu cephesi için çok değerli kanat desteği sağlamış oluyordu.
Asıl taarruzun sol kanadında, 4'üncü Panzer Ordusu'nun Kursk ve Belgorod bölgesine girene dek Rus ihtiyatlarıyla aralarında çok şiddetli çarpış­malar olmuştu. Bu yarma harekâtından sonra Almanlar Voronej yakınında­ki Don'a, yüz elli kilometrelik ovayı çok hızlı katederek ulaştılar. Bu harekâ­tın, Yukarı Don ve Voronej bölgesinin ötesinde yapılacak doğrudan bir harekâtla Moskova, Stalingrad ve Kafkasya arasındaki demiryolu bağlantı­sını kesmeyi amaçladığı ortaya çıkıyordu. Aslında, Almanların böyle bir ni­yeti yoktu. Verilen emirlerde, nehire ulaşıldığında durulması ve güneydo­ğudan gelişen harekâtın kanat savunmasını yapmak için tertiplenilmesi be­lirtiliyordu. 2'nci Macar Ordusu, 4'üncü Panzer Ordusu'na yardıma geldi, 4'üncü Panzer Ordusu ise Don ve Donets arasındaki koridora iniyor ve ardından da Stalingrad'ı almakla görevli 6'ncı Ordu geliyordu.
  Sol kanattaki harekâtın amacı sağ kanattan geliştirdikleri tehdidi, Rus­ya'dan gizlemekti. Çünkü, her ne kadar dikkatler Kursk'tan Voronej'e doğ­ru ilerleyen harekâtta ise de daha tehlikeli bir taarruz, Harkov bölgesinde Kleist'ın l'inci Panzer Ordusu tarafından icra edilmekteydi. Çok çabuk elde edilen bu yarma harekâtı başarısından sonra, Kleist'ın zırhlı tümenleri do­ğuya doğru Don-Donets koridorundan Chertkovo'ya indiler. Daha sonra güneye dönerek Millerovo ve Kamensk'e yönelip Aşağı Don ve Rostov'un üst kısımlarına ulaştılar.
Bütün bu olumsuzluklara ve çok büyük miktarda Rus birliklerinin boz­guna uğratılmasına karşın, ele geçirilen toplam arazi 1941 yılındaki kadar büyük değil ve ayrıca ilerleme de yeterince hızlı değildi. Bunun nedeni, kar­şılaşılan direniş değil, iyi eğitimli Alman askerlerinin çok miktardaki kaybı ve harekâtların eskisine oranla daha temkinli olarak düzenlenmesiydi. 1941 yılının panzer grupları, panzer orduları olarak yeniden teşkilatlandırılmış­lardı. Bu teşkilatlanmada piyade ve topçunun miktarı arttırılmıştı, ama bu da birliklerin hızını azaltmıştı.
  Her ne kadar çok sayıdaki Rus askeri, Alman birlikleri tarafından geçici olarak tecrit edildilerse de, birçoğu ele geçmeden kaçmayı başarmıştı. Al­man birliklerinin güneydoğuya doğru ilerlemeleri Rus Komutanlığının Stalingrad'ın içinde ve yakınında toplanmasına yol açtı. Bu ise, Kafkasya'ya ilerleyen Alman birliklerinin kanatları için tehdit teşkil ediyordu. Bu tehditin, bu harekâtın bundan sonraki safhası için çok önemli etkisi olmuş ve Al­man orduları farklı iki ayrı kola ayrılmışlardı: Bir kısmı Kafkasya petrol böl­gelerine, diğer kısmı Stalingrad üzerindeki Volga yönüne.
  Fakat bu hız daha sonraları yavaşladı. Yavaşlamanın temel nedeni pet­rol sıkıntısı ve yoğun dağlık bölgelerdi. Bu iki olumsuzluk, daha sonra Stalingrad'da yapılacak muharebeler için de çok etkili olmuş ve Kafkasya için kullanılması muhtemel birliklerin büyük bir kısmının Stalingrad muharebe­lerinde görevlendirilmesine yol açmıştır.
  Bu denli uzun menzilli bir harekât için akaryakıt ikmalini sürekli temin etmek çok zordu. Üstelik bu akaryakıt ikmalinin Rostov'tan demiryolu ile sağlanması, demiryolu hatlarının Avrupa standartlarına göre daraltılması -Rusya'da demiryolu genişlikleri uluslararası ölçülerden geniştir- bu ikmal faaliyetlerini daha da zorlaştırıyordu. Almanlar bu denli zorluğuna karşın, Rus donanması Karadeniz'de olduğundan, bu denizden ikmal yolunu de­nemeye cesaret edemiyordu. Çok sınırlı bir şekilde hava yoluyla akaryakıt ikmali yapılıyordu. Ancak demiryolu ve havayoluyla gelen toplam akarya­kıt miktarı harekâtın hızının gerektirdiği ihtiyacı karşılamaktan uzaktı.
Almanların hedeflerine ulaşmalarında önlerindeki doğal engel dağlar­dı. Ancak, karşılaştıkları inatçı direniş bu etkiyi daha da arttırmıştı. Öncele­ri, kendilerinin önüne çıkan Rus birliklerinin etrafından dolanırken çok az direnişle karşılaşan Alman birlikleri, bu kez karşılarında direniş yerine, ele geçmeden geri çekilmeyi deneyen en Rus birliklerini buldular. Oysa, 1941 yılında bunun tam tersi oluyor, tecrit edilen birlikler bir bir Almanların eli­ne esir düşüyordu. Kafkasya'ya ulaştıklarında direnişin arttığını gördüler. Buradaki Rus birlikleri genellikle aynı yörenin insanlarıydılar ve kendi yurtlarını savunduklarından ve araziyi bildiklerinden gösterilen direniş çok daha şiddetli oluyordu.
  Almanların istediklerini bir türlü elde edememelerinin en büyük nedenlerinden birisi de, Rusların birkaç yüz bombardıman uçağını Grozni yakınlarındaki havaalanlarına sevk etmesi oldu. Bu uçakların aniden buralar­da belirmesi, Kleist'in ilerlemesinin durdurulmasında sanıldığından da et­kili olmuştu, çünkü Kleist'in uçaksavar birliklerinin ve uçaklarının büyük bir bölümü Stalingrad'a yardım amacıyla alınmıştı. Böylece, Rus bombardı­man uçakları hiçbir engelle karşılaşmadan Kleist'in ordusuna gerekli zayiatı verdirirken, aynı zamanda Almanların ilerlemeye çalıştıkları ormanlık böl­geyi ateşe vererek, onları ateşten gömlek içinde bırakıyordu.
  Ruslar, süvari tümenlerini Hazar Denizi kıyılarındaki doğu kanatlarına getirerek şaşkınlık yaratmışlardı. Süvari tümenleri savunma muharebelerin­de umulmadık şekilde başarı kazandılar. Bu geniş düzlükte, istedikleri yer­de yarma harekâtını başarıyla uygulayan Ruslar, Almanların ikmal kaynak­larını kestiler. Rusların bu doğu kanadında yoğunlaşan faaliyetlerine en bü­yük desteği Astrahan'dan güneye doğru inşa ettikleri demiryolu vermişti. Bu demiryolu, büyük düzlük boyunca döşenmişti. Demiryolunun inşası için ne bir tünel kazmak ne de bir dağ delmek gerekmişti. Almanların de­miryolunu tahrip etmeleri de pek bir şeyi değiştirmemişti. Tahrip edilen de­miryolları en kısa zamanda onarılıyordu. Aynı zamanda Ruslar pek tutula­maz olmuş ve oluşturdukları kanat harekâtları tehdit edici boyutlara ulaş­maya başlamıştı. Her ne kadar Alman seyyar birlikleri Hazar Denizi kıyılarına kadar ulaştılarsa da hiç etkili olamıyorlardı.
Eylül ve Ekim ayı boyunca, Kleist Mosdok'tan güneye doğru baskın ta­arruzlarına devam etti. Her saldırısında durduruldu. Kleist, ondan sonra, sıklet merkezini, Tiflis'e dağdan uzanan anayolda bulunan Daryal Geçidi'nin girişi olan Ordzhonikidze'ye karşı kıskaç harekâtını icra etmek için, sol merkezden sağ merkeze kaydırdı. Bu değişiklik Ekim'in son haftasında gerçekleştirildi ve kendisine bu amaçla hava desteği sağlandı. Kleist'm sağ kıskacını oluşturan birlikler, batıya doğru yapılan bir hamleyle Nalçık'ı ele geçirdi, daha sonra Mamison Geçidi üzerinde bulunan alternatif kent Alagir ele geçti. Alagir'den Ordzhonikidze ve Terek vadisine uzanan harekâta de­vam edildi. Yağmur ve kar son safhayı geciktirdi, fakat Kleist'in kuvvetleri, Rusların zamanlaması ve hedefi çok iyi hesaplanmış karşı taarruzlarına baş­ladıklarında, hemen hemen amaçlarına ulaşmak üzereydiler. Çok başarılı bir ilerleme kaydeden, ancak bu gerilim ve yorgunluktan bitkin düşen Ru­men dağ tümeni bu karşı taarruz sonucunda çok kısa zamanda çöktü. Sonuçta, Kleist geri çekilmek ve planını terk etmek zorunda kaldı. Böylece, Almanların hâlâ boşuna yarmaya çalıştıkları dağ engelleri mevcudiyetini koruyor ve cephe Ruslar açısından istikrara kavuşuyordu.
  Merkezi Kafkasya'daki Alman birliklerinin son kez püskürtülmesi, Rusların Stalingrad'daki büyük karşı taarruzuyla aynı zamana,rastladı.
Batı Kafkasya'da Almanlar nihai olarak bir taarruz planlamışlardı, ama bu hiç gerçekleşmedi. Zira Hitler, son közü olarak çok dikkatli şekilde sakla­dığı, hava indirme birliklerini devreye sokma planında çok geç kalmıştı. Giz­lilik gerekçesiyle hâlâ 7'nci Hava Tümeni olarak bilinen Paraşüt Tümeni, 7'nci Ordu'yla birlikte Tuapse'den Batum'a uzanan kıyı yoluna taarruz et­mek için Kırım yakınında ve içinde toplanmıştı. İşte bu sırada Stalingrad'da­ki büyük Rus karşı taarruzu başladı ve bu taarruzu, Jukov'un ordularının Ağustos'ta neredeyse Alman savunma mevzilerini düşürmek üzere olduğu Rjev'in yakınlarındaki yeni bir Rus taarruzu izledi. Bu taarruzun da amacı, Stalingrad'a girişilen karşı taarruza destek vermekti. Hitler bu iki yandan ge­lişmekte olan karşı taarruzlardan o denli korktu ki, Batum için girişeceği son harekâtı iptal etti ve merkezi cepheyi takviye etmeleri için paraşüt birlikleri­nin demiryoluyla çok ivedi olarak Smolensk'e gitmelerini emretti.
Bütün bu başarısızlık ve tehlikeler Stalingrad'ın yarattığı sonuçlardı. Böylelikle, tali bir unsur olarak kalması gereken Stalingrad, Almanya'nın hayati önem arz eden diğer noktalarda kendisine gerekli olan kara ve hava ihtiyat birliklerinin amaçsızca ve boş yere harcanmasına neden oldu.
Rusların oluşturdukları savunma çemberlerine, Almanların art arda çe­şitli yer ve zamanlarda yaptıkları saldırılarda kaydettikleri ilerlemeler, an­cak verdikleri kayıpları karşılayacak, çok sınırlı başarılardı. Rus savunma hattının delindiği zamanlar oluyordu, fakat bu harekâtlar, hiçbir zaman kü­çük geri çekilmelerin dışında hiçbir yarar ve sonuç getirmiyordu. Çokluk, savunma mevzilerini aşmada başarısızlığa uğruyordu, Almanlar. Almanlar bulundukları ve taarruz ettikleri her noktada durdurulduğundan bu savu­nulan yer insana 1916 yılının Verdun'unu hatırlatıyordu. Burada ise Stalingrad, Ruslar için destansı bir direnişin, kahramanlığın simgesi olurken, Al­manların, özellikle liderlerinin basiretlerinin bağlandığı bir muharebe alanı olmuştu. Stalingrad, Hitler'in stratejisini yitirdiği ve geleceğe ilişkin bütün plan ve hesaplarının alt üst olduğu bir dönüm noktasıydı. Stalingrad, Mos­kova'dan çok daha çetin ve yıpratıcı olmuş, burada Almanlar adeta tüken­mişti. Stalingrad, efsaneleşmişti.
Stalingrad önlerinde sarfedilen çabaların yararsızlığı ve tehlikeleri sağ­duyulu herhangi bir asker tarafından kolayca görülebilir ve değerlendirile­bilirdi. Böylesine ardı ardına gerçekleştirilen taarruzların başarı şansı, ancak savunan ülkenin, birliklerinin takviye edilmesinin önlendiği ya da ülkenin insan ve malzeme kaynaklarının azalmakta olduğu durumlarda, o da nadi­ren var olabilirdi. Oysa, zaten, burada kaynakları azalan, yıpratma muhare­belerine dayanamayan Ruslar değil, Almanlardı.
  Rusya'nın, korkunç boyutlara varan zayiata karşın, ihtiyatlarının mev­cudiyeti Almanya'nınkinden çok daha fazlaydı. Ruslar, en fazla sıkıntıyı malzeme yönünden çekiyorlardı. Bu kayıplar kısmen 1941 ve kısmen de 1942 yıllarında Almanlar karşısında aldıkları yenilgi sonucuydu. Yeterli topçusu yoktu, onun yerine kamyonlarla ikmal edilen havanlar kullanılı­yordu. Tanklar ve diğer mevcut bütün motorlu araçlardaki eksiklikler, ciddi boyutlardaydı. Fakat, yaz ayının sonlarına doğru ülkenin iç bölgelerindeki fabrikalarda imal edilen araç ve gereçler cepheye doğru sevk edilmeye baş­lanmıştı. Buna yeni başlayan Amerikan ve İngilizlerin yardımlarını da ekle­mek gerekmektedir. Aynı zamanda, savaşın patlak vermesinden bu yana Rusların ilan ettikleri en uzun süreli askere alma dönemi meyvalarını vermeye başlamış ve Asya'dan tertiplenen çok sayıda tümenler cephelerde gö­zükmeye başlamıştı.
  Stalingrad muharebe alanı o kadar uzak doğuda idi ki, buraya doğudan girmek en akıllıca davranış olacaktı.
Durumun vahameti çok geçmeden Kurmay Başkanlığı'nca anlaşıldı. Hitler'le günlük görüşmelerinden dönen Halder, hemen hemen her zaman astlarına, büyük kızgınlık ve yılgınlık içerisinde Hitler'i gerçekleri görme konusunda ikna edemediğini, beyhude çabaladığını anlatıyordu. Halder'in, taarruza devam edilmemesi konusundaki görüşleri kış mevsimi yaklaştıkça daha da önem kazanıyor ve bu tartışmalar Hitler'in sinirlerini yıprattığın­dan, ilişkileri karşılıklı olarak tahammül edilmez noktaya doğru geliyordu. Planları tartışırken, Hitler, her zaman yaptığı gibi elini haritanın üzerinde havalı bir şekilde dolaştırarak orduların ilerledikleri mesafeyi gösteriyorsa da gerçekte, Almanların ilerledikleri mesafeler o kadar küçüktü ki, gözle zorla ayırt edilebiliyordu. Hitler, Rusları alt edemeyince, kendisine muhale­fet edenleri ayıklamaya yöneldi. Hitler, eski generallerin hiçbir zaman ken­disine bütün yürekleriyle bağlı olduklarına inanmamıştı. Başarısızlığa uğra­dıkça, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı'nın kendisine ayak bağı olduğu­na inanmaya başlamıştı.
Aynı zamanda, Almanların Stalingrad’a taarruzları sonucunda, artan biçimde ihtiyat ihtiyacı ortaya çıkıyordu. Bu asker ihtiyacı Vorojen’den Don boyunca Stalingrad Kıstakı'na ve tekrar oradan Kalmuk Stepleri boyunca ta Terek'e kadar uzanan kanatları örtmek için gerekli oluyordu. Her ne kadar, bu uçsuz bucaksız çorak araziler Rusya'nın ikinci cephede açacağı karşı ta­arruzun tahdit edici unsurları taşıyorsa da bu harekâtı sınırlayıcı unsurlar Don bölgesi için geçerli değildi. Bundan başka, Ruslar Serafimovich yakın­larında Don'un üzerinde, Stalingrad'ın 150 kilometre batısında bir köprübaşını elde tutmayı başarmışlardı.
Yığmak bölgesine gelen Alman birlikleri, taarruzlarım bölgesel taarruzlara bölüyorlardı, bunlar ise taarruzun topyekûn imha gücünü azaltıyordu. Bu sınırlama, eski piyade zihniyetiyle yetişen komutanlara tankları kitle ha­linde değil de, münferit kullanma fırsatı veriyordu. Saldırılardan çoğu ancak yirmi tankla gerçekleştiriliyordu. Bu kadar az tankla girişilen saldırılara karşı kullanılan tanksavar silahları çok etkili oluyordu. Bunun paralelinde hava desteği de giderek azalıyordu. Almanlar, başarılarının bağlı bulunduğu iki önemli unsuru, zırhlı birlik ve hava desteğini giderek yitiriyordu. Bunun doğal sonucu da, piyadenin görevinin ve yükünün ağırlaşması ve ilerlemenin bedelinin artmasıydı.
Dış görünüşe bakıldığında Rusların durumu giderek kötüleşiyor, etraflarındaki çember daralıyor ve Almanlar kent merkezine daha da yaklaşıyor­lardı. En kritik gün 14 Ekim'di. Fakat, Alman saldırısı General Rodimtsev'in 13'üncü Muhafız Tümeni tarafından durduruldu. Bu büyük tehlikenin üste­sinden gelindikten sonra bile durumun vahameti devam etti, çünkü Rusla­rın arkası Volga'ya o kadar yaklaşmıştı ki gerekli taktikleri uygulayamaz duruma düşmüşlerdi. Artık zaman kazanmak için toprak vermeye taham­mülleri kalmamıştı. Fakat, aslında temel unsurlar açısından zaman lehlerine çalışmaktaydı.
Almanların moralleri verdikleri kayıpların devamlı artmasından ve kışın yaklaşmasından dolayı giderek bozulmaya başlamıştı. Aynı zamanda ka­natlardaki birlikleri mevcut bütün ihtiyatları neredeyse yutmaya başlamıştı. Böylece Rusların hazırlandıkları büyük karşı taarruz için Almanlar çok elverişli bir hedef haline geliyorlardı. Ve bu arada Ruslar böyle bir karşı taarruz için yeterli miktarda askeri toplama olanağı kolaylıkla bulabiliyorlardı.
Rus karşı taarruzunun öncüleri, Stalingrad'ın kuzeybatısından doğru­dan harekâta başlayarak Don Nehri'nin kıyılarından Kalaç'a ve Donets Havzası'na kadar ilerledi. Stalingrad'ın güneydoğusundan ise sol kıskacın kolları batıya, oradan güneye kıvrılarak Tihoretsk'e ve Karadeniz'e yöneldi. Bu hattı geçtikten sonra, Kalaç'a yöneldiler ve 23 Kasım'da kuşatma ta­mamlandı. Müteakip günlerde bu kuşatma iyice sağlamlaştırıldı ve 6'ncı Ordu ve 4'üncü Pajvzer Ordusu'nun kıskaca alınma işlemi tamamlandı. Karşı taarruzun başladığı birkaç gün içerisinde Rusların harekâtları çok hız­lı gelişti. Bu hızlı gelişmeler, genel gidişatı Ruslar lehine çevirdiği gibi elle­rindeki taktik savunma üstünlüklerini de muhafaza etmelerine olanak sağ­ladı. Zira, Almanlar şimdi taarruza zorlanıyordu, ama saldırmaya değil kaç­maya. Almanların bu kaçma çabaları da, önceki ilerleme çabaları gibi başarısızdı.
  Bu arada, başka bir güçlü Rus karşı taarruzu Serafimovich köprübaşından başlamış ve Don'un batı kıyısından birçok kollardan güneye Don-Donets koridoruna, Kalaç'tan gelen kıskacın sol koluyla Çır Nehri üzerinde birleşmek üzere ülkeye yayılıyordu. Bu, birliklerin dıştan çembere alınması planın bütünün başarısı için hayati öneme sahipti, çünkü bu düşmanın ha­rekâtının temel noktasını alt üst ediyor ve Paulus'un yardımına gelebilecek muhtemel yol ve bölgelere demir bir perde indiriyordu.
Rusların bu harekâtı, Aşağı Don ve Kafkasya Bölgesi’ndeki Alan ordularının geri bölgelerini tehdit eder hale gelmiştir. Yoğun kar, Millerovo ve Donets Havzası’nın kuzey bölgelerindeki inatçı Alman direnişi bu tehlikeyi şimdilik savuşturmuştur.
Yine de tehdit o denli elle tutular ve o kadar muhtemeldi ki Hitler nihayet Kafkasya'yı işgal etme hayalinden vazgeçmezse ve kanatları 1000 kilo­metre yayılmış birliklerinin bulunduğu yerleri terketme emrini vermezse Stalingrad'da yaşadığı kuşatmadan daha büyük bir felaketle karşılaşacağım anlamak zorunda kalmıştı. Bunun için, Ocak ayında geri çekilme emri bir­liklere gönderildi. Geri çekilme kararı tam zamanında verilmiş kuşatma ve imhadan kurtulunmuş oluyordu. Başarılı şekilde geri çekilerek bu muhte­mel kuşatmadan kurtulmaları savaşı uzattı, fakat bu gelişme, Stalingrad or­dularının teslim olmasından önce, dünyaya artık Alman üstünlüğünün ya­vaş yavaş kaybolmaya başladığını duyuruyordu.
Bütün muharebe koşullarını belirleyen malzeme ve moral etkeninin al­tında yatan asıl unsur, arazi ve kuvvet arasındaki orandı. Doğu cephesinde arazi o denli genişti ki, şayet taarruz eden taraf, 1941 yılında Moskova'da, 1942 yılında Stalingrad'da olduğu gibi tam hedefe yönelmemişse her zaman kanatlardan manevra kabiliyetine sahip olabiliyordu. Bu nedenle, Almanlar nitelik olarak üstün oldukları sürece, sayısal yönden yetersiz olmalarına karşın, taarruz üstünlüğünü elden bırakmamışlardır. Bununla beraber, Do­ğu cephesinde arazinin bu kadar büyük bir derinliğe sahip olması, Rusların Almanların mekanize gücü ve hareket yeteneğiyle baş edemediği dönemde kendileri için bir kurtarıcı unsur olmuştu.
Fakat, Almanlar teknik ve taktik üstünlüklerini kaybetmişler, insan gü­cünün büyük bir bölümünü de harcamışlardı. Kuvvetlerinin böyle azalması sonucunda, Rusya'nın bu uçsuz bucaksız arazisi, böylesine geniş bir cephe­yi tutamayacağı için başlangıçta Almanlar avantajı olan bu unsuru aleyhle­rine çeviriyordu. Acaba şimdi, Almanlar dengeyi kurabilmeleri için cephe­lerini daraltabilecekler miydi, yoksa cephelerini daraltamayacakları kadar genişletmişler miydi?

  ATLANTİK SAVAŞI

Atlantik Savaşı'nın en kritik dönemi 1942 yılının ikinci yarısı ile 1943 yı­lının ilk yarısı arasında geçen dönemdi. Fakat bu savaşın iniş ve çıkışlarla dolu olan gelişimi, altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte seyretti. Hatta, bu savaşın İkinci Dünya Savaşı'ndan önce başladığı da söylenebilir. Çünkü, U-Botları, Atlantik'teki muharebe bölgelerine ulaşmak üzere 19 Ağustos 1939'da, Almanya'dan denize açılmışlardı. On yedi U-Bot'u, Al­manya'nın Polonya'yı işgal ettiği günün arifesinde, Atlantik'teydi. Bu ara­da, kıyıda kullanılabilen U-Botlarından on dört tanesi de Kuzey Deni­zi'ndeydi.
Almanların, kendilerini denizaltılarla çok geç silahlandırmalarına kar­şın, savaş patlak verdiğinde, her ne kadar onu faal değilse de, toplam elli al­tı adet U-Botları vardı. Bu sayı İngiliz Donanması'ndan sadece bir eksikti.
U-Botların ilk başarısı, 3 Eylül akşamı Athenia adlı bir yolcu gemisinin batırılmasıydı. Aynı gün, yani Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesinden iki gün sonra İngiltere, Almanya'ya savaş ilan etti. Hitler'in çok açık emrine rağ­men Athenia gemisi batırılmıştı. Hitler'in emrine göre denizaltı muharebesi sadece "Lahey Kurultayı" hükümleri uyarınca icra edilecekti. U-Bot komuta­nı kendisini, batırdıkları yolcu gemisinin silahlı bir ticari gemi olduğunu ileri sürerek savundu. Ancak, bunu izleyen günlerde de birkaç gemi batırıldı.
Bu olaylardan sonra 17 Eylül'de İngiliz Isles'ir batısında bulunan Courageous uçak gemisinin batırılmasıyla daha büyük bir başarı elde edildi. Bu U29 U-Botunun başarısından üç gün önce de Ark Royal uçak gemisi U39 U-Botundan kılpayı kurtulabilmişti. Gerçi, akabinde Ark Royal refakatindeki muhripler tarafından batırılmıştı. Bu açık tehdit karşısında donanmanın uçak gemileri, denizaltı avından kurtulmak için açık denizlerden çekildiler.
   
( Alman U-Botları Atlantik’te1941 )

U-Botlarının ticaret gemilerine saldırıları da ayrıca bir başarıdır. 154.000 tona yaklaşan, Müttefik ve tarafsız devletlerin gemilerin toplamından olu­şan 41 gemi, savaşın patlak verdiği Eylül ayında batırılmıştı ve yıl sonunda bu kayıplar 114 geminin oluşturduğu 420.000 tonu aşan bir kayıp düzeyine ulaşmıştı. Bundan başka, Ekim ayının ortasında Yüzbaşı Prien'in komuta­sındaki U47, U-Botu Scapa Flow Üssü'nde bulunan donanma engelini aşa­rak ana muharebe gemisi Royal Oak'ı batırdı. Bu olay aynı zamanda savun­ma mevzileri onarılana dek bu ana üssün boşaltılmasına neden oldu.
Bununla beraber dikkat çekici bir nokta ise Kasım ve Aralık aylarında, ticaret gemilerinin kayıplarının ilk iki aydaki kayıp miktarının yarısından daha az olmasıydı. Asıl kayıplar U-Botlarının verdirdiğinden ziyade mayın­ların verdirdiği kayıplar idi. Bundan başka, toplam U-Botu sayısının altıda biri olan dokuz U-Botu batırılmıştı. Ticaret gemi filolarına düzenlenen hava saldırıları bir bela olmuştu.
Doğu kıyıları deniz seyir bölgelerindeki havadan mayın döşeme faaliyetleri, U-Botlardan daha fazla zarar veriyordu. Ve Almanya’nın, Norveç’i ve Benelüks ülkeleri olan Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’u 1940 yılının ilkbaharında işgal etmesinden sonra, mayın döşeme faaliyetlerinin yarattığı tehlikeler daha da artmıştı.
Almanların, hemen hemen U-Botları ve mayın döşeme kadar etkili silahlarından birisi de, Nisan 1940’tan bu yana saldırı yapabilecek hale getirilerek çok uzun yolculukları gönderilen, ama amaçları belli etmeyecek şekilde gizlenmiş olan ticari gemilerdi. Yılın sonuna dek, ilk dalgayı oluşturan altı gemi, açık denizlerde toplam ağırlığı 366.000 tonu bulan elli dört ticaret gemisini batırmıştı. Bu gemilerin varlıkları ya da muhtemelen ortaya çıkabilecekleri korkusu batırdıkları gemiler kadar korku yaratmıştı. Bu gemilerin başarılarını artıran bir etken de Almanların bu gemilere çok ustaca ve gizli bir şekilde yakıt ikmali yapabilmeleriydi.
U-Botların Atlantik’e İngilizlere çıkardığı çeşitli zorlukların ve yarattığı tehditlerin yanı sıra İngiliz Donanması refakatçi gemi temin etme konusunda epeyce sıkıntıdaydı.
Öte yandan, İtalyan Donanması’nın bu mücadeleye katkısı hemen hemen yok gibiydi. Her ne kadar denizaltıları Ağustos ayında Atlantik’e faaliyet göstermeye başladıysa da, Kasım ayında Okyanus’ta mevcudu yirmi altıdan daha azdı. Ve gerçekte hiçbir şey başaramamışlardı.

  Her ne kadar U-Botlarının muharebedeki başarısı özellikle kış aylarında kötü hava koşulları nedeniyle azalma gösterdiyse de, 1941 yılının başlarında, Amiral Dönitz’in “Kurtkapanı” taktikleriyle artmıştı. “Kurtkapanı” taktiğinde U-Botlar, yalnız değil topluca hareket ediyorlardı. Bu yeni taktik, 1940 yılının Ekim ayında gündeme gelmiş ve izleyen aylarda geliştirilmiştir.
Fakat, bütün bu gelişmeler zaman almış ve şans eseri, bu dönemde U-Botları “Kurtkapanı” taktiğini sınırlamıştı. Savaştan önce, Amiral Dönitz’in tahminlerine göre, Eğer İngilizler dünya çapında bir konvoy sistemini benimserse, Almanya’nın neticeye ulaşmak için 300 U-Bota ihtiyacı olacaktı, halbuki 1940 yılının ilkbaharında, Almanya’nın elinde Dönitz’in amaçladığı miktarın sadece onda biri kadar faal U-Bot vardı.
Böyle olması, Müttefiklerin başka bir şansıydı, çünkü ticaret gemilerine ve diğer gemilere, uçaklara saldırılar Mart ayında doruğa ulaşmıştır.
Bununla beraber, 1941 yılının Mayıs ayının sonlarında cereyan eden dramatik olaylar, U-Bot muharebesinin zirveye çıkışını ve Almanların, Atlantik Savaşı’nda, su üstü gemileriyle yaptıkları muharebede nihai yenilgileri için de sonun başlangıcını teşkil ediyordu.
U-Bot muharebeleri, daha çok uzun süre devam etti ve her ne kadar inişli, çıkışlı bir seyir izlediyse de büyük bir tehdit unsuru olma özelliğini her zaman sürdürdü.
Kasım ayında, U-Botlarının batırdığı gemi sayısı düşmeye devam etti. Batırılan gemi sayısı Ekim ayı miktarlarının neredeyse üçte biri kadardı. Ve Aralık ayında da Kuzey Atlantik’te vukua gelen kayıplar halen çok azdı. Fakat Uzak Doğu’daki kayıplar, Japonya’nın savaşa girmesiyle birlikte çok artmış ve toplam kayıp 600.000 ton ve 282 gemiye ulaşmıştı.
Her ne kadar, Amerikan kıyılarının açıklarında muharebeye katılan U-Botlarının sayısı bir düzineyi aşmadıysa da, Nisan ayından bu yana yüzde 57'si tankerlerden oluşan yarım milyon ton gemi batırmışlardı.
İngiltere'nin durumuna gösterilen tepki ise oldukça ciddiydi. Amerikan Donanması şimdi, refakatçi gemi ve uçaklarını kendi kıyılarına doğru çekiyordu. Atlantik'i kazasız belasız geçen İngiliz ticaret gemileri, Amerikan karasularında çok kolay bir av haline geliyordu.
  Müttefiklerin şanslı olduğu diğer bir konu da 1941-42 yılında çok şiddetli geçen kış ayı, U-Botların eğitimini engellediğinden, bu denizaltılardan sadece altmış dokuzunun 1942 yılının ilk yarısında, muharebeye hazır hale gelebilmesiydi. Bu denizaltılardan yirmi altı adedi kuzey Norveç'e, ikisi Akdeniz'e ve on iki tanesi de kayıpların yerine takviye edildi ve Atlantik Savaşı için tahsis edilen U-Bot sayısı sadece yirmi dokuzdu.
1942 yılının yaz aylarındaki bu olumlu gelişme aldatıcıydı. Ağustos ayında yeni yapılan U-Botlarının muharebeye katılmasıyla birlikte, U-Botlarının toplam gücü 300'e ulaşmıştı ve bu miktarın yarısı faal durumdaydı. Bu U-Botları, Grönland, Kanada kıyıları, Azor Adaları, kuzeybatı Afrika, Karayib Adaları ve Brezilya kıyıları civarında gruplar halinde bulunuyor­lardı. U-Botlarının Ağustos ayında, batırdığı gemi tonajı tekrar 500.000 to­nun üzerine çıkmıştı. Müteakip birkaç ay içerisinde, U-Botları birçok gemi­nin serbestçe dolaştığı Trinidad yakınlarında bir yığınak yapmışlardı. Bu arada yaşanan önemli bir politik ve stratejik gelişme ise, batırılan beş gemisi nedeniyle, Brezilya'nın Almanya'ya savaş ilan etmesiydi. Brezilya üslerinin kullanılması Müttefiklere Güney Atlantik'i daha etkili bir şekilde kontrol etme olanağını verdi ve bu imkanlardan yararlanarak buradaki U-Botları püskürtebildiler.



( II. Dünya Savaşı’nda kullanılan U–47 tipi alman U-Bot )

Bununla beraber, bu avantajın pek yararı olmadı. Çünkü, Atlantik'te seyreden Alman silahlı ticaret gemilerinin yerlerini yeni ve daha büyük U-Botlar almıştı. Bu U-Botlarının ağırlığı 1600 ton, seyir yarıçapları ise 50.000 kilometre idi.
  U-Botlar, şimdi bu yeni halleriyle 200 metreye, daha acil durumlarda daha da derinlere kadar dalabiliyordu.
Diğer taraftan da, İngiliz bilim adamlarının büyük başarısı olan ve U-Botların izleyemediği 10 santimetrelik radarların devreye girmesi sonuçları açısından çok etkileyici olmuştu. Bu radarların uçaklarda da tam anlamıyla kullanılmaya başlandığı 1943 yılının başlarında Müttefiklerin gece ya da olumsuz görüş koşullarındaki çalışma durumunu düzeltmiş ve U-Botlarının 1,5 metrede çalışan radar arama cihazlarını etkisiz hale getirmişlerdi.
Mücadelenin gidişatı, komuta kademesinin değişmesi ile yön değiştir­di. Kasım ayında, Amiral Noble, Washington'daki İngiliz Donanması Özel Görev Kuvveti'nin başına getirildi. Amiral Noble yirmi aylık Batı Yaklaşma Bölgesi Komutanlığı sırasında, denizaltılara karşı geliştirilen önlemlerin ve stratejinin uygulanmasında çok etken rol oynamıştı. Ayrıca hem refakat ge­milerinin hem de uçak mürettebatının sorunlarını anlamakta gösterdiği ça­ba ve personelle kurduğu yakın ve sıcak ilişki onu başarılı kılmıştı. Şans eseri, halefinin seçimi de isabetli olmuştu. Halefi, Birinci Dünya Savaşı sıra­sında mükemmel bir denizaltı komutanı ve aynı zamanda 1940 yılından bu yana da İngiltere'de bulunan denizaltıların komutanlığını yapan Amiral Horton'du. Amiral Horton, denizaltılara karşı alınacak önlemlere hem yeni bir canlılık hem de yeni bir düşünce getirmişti. Bu nitelikler onu, Dönitz'in rakibi yapmıştı.
Horton'un planı, U-Botlarına karşı sıklet merkezi oluşturarak daha güç­lü taarruzlarda bulunabilmekti
Atlantik Savaşı, Aralık ve Ocak aylarında duraklama dönemine girmişti. U-Botlarının batırdığı temi tonajı neredeyse 200.000 tona kadar düşmüştü. Bunun nedeni, büyük ölçüde fırtınalı hava koşullarıydı.
Şubat ayında, U-botlarının batırdığı gemi sayısı ve tonajı iki katına çıkmıştı. Mart ayında ise 108 gemi ve 627.000 tona ulaştı. Böylece, bir kez daha 1941 yılının Haziran ve Kasım aylarında ulaşılan en yüksek rakamlara yaklaşılmıştı.
Fakat, Mart ayının o üçüncü diliminde, büyük bir değişiklik meydana geldi. Mart ayının ilk yirmi gününde batırılan 107 gemiyle karşılık, son on bir günde Kuzey Atlantik’te sadece on beş gemi batırılmıştı. Nisan ayında, miktar yarıya düşmüş ve Mayıs ayında daha da azalmıştı. Horton’un koordineli karşı taarruzları gerçekleşmeye başlamış ve çok kısa sürede arzulanan düzeye ulaşılmış ve beklenen sonuçlar elde edilmeye başlanmıştı.
1943 yılının baharında, U-Botlar, konvoy muharebelerinde yenilgiyle tanıştılar ve çok ağır kayıplar verdiler.
Temmuz ayında Müttefikler, batan ticaret gemilerinden daha fazlasını inşa etmeye başlamışlardı. Bu konunun can alıcı noktasıydı ve artık U-Botlarının taarruzlarının üstesinden gelinmeye başlamıştı.
Özellikle konvoyların desteğine verilen uzun menzilli Liberator uçaklarının sağladığı hava kontrolü, U-Botlarının, “Kurtkapanı” harekatlarını icra etmelerini neredeyse imkansız kılmıştı. Bu U-Botları kendilerine karşı destek grubu refakatçi gemilerini yönlendirebilen bu uzun menzilli uçakları, her an tepelerinde görebiliyorlardı.
Alman U-Botlarının muharebeden çekilmeleri, Kuzey Atlantik'te bulu­nan ve 1944 yılının Mayıs ayma kadar kırk bir aylık sürede Biskay Körfezi'nde konuşlanan ve denizaltılara karşı çatışmaya giren 19 Numaralı Filo'nun bağlı bulunduğu Sahil Komutanlığı'nı rahatlatmıştı. 19 Numaralı Grup, bu körfezde, anılan dönemde 350 uçak kaybetmişti. Şayet Sahil Ko­mutanlığı bu göreve daha çok miktarda uçak tahsis etmiş olsaydı, kayıpları muhtemelen daha az olmuş olacaktı.
  Müttefiklerin Manş Denizi'nden Avrupa'ya yapacağı bir çıkarma harekâtına karşı koymak için Fransa'nın batı kıyısındaki limanlarında toplanan U-Botları pek etkili olmadı. Ağustos 1944'te, Üçüncü Amerikan Ordusu, Normandiya çıkarmasını müteakip, Brest, Lorient ve St. Nazaire'nin bulunduğu Fransa'nın batı limanlarına yaklaştığında, U-Botlar, Norveç'e doğru harekete geçtiler. Ve ondan sonra İngiltere'ye giden gemi ve konvoylar eski ve normal rota olan Güney İrlanda'yı ve kuzey kıyıyı kullanmaya başladılar.
Ağustos'un ikinci yarısından sonra, U-Botlar Norveç ve Almanya'dan çıkıp İskoçya ve İrlanda'nın kuzeyinden dolanıp, İngiltere'nin güney kıyısında bulunan Portland Bill'e kadar inip buradaki işlek yerlerde mevzileniyorlardı. Her ne kadar, yeni takılan "şinorkel"leri sayesinde, eskiye oranla daha az kayıplar verdilerse de, bu sahillere yakın bölümlerdeki muharebe­lerinde pek az başarı sağlayabildiler. 1944 yılının Eylül ile Aralık ayları ara­sında geçen dönemde, İngiliz sahillerinde sadece on dört gemi batırabildiler.

  KUTUP KONVOYLARI

Kuzey Rusya'ya giden İngiliz konvoylarının seferleri 1941 yılının, Eylül ayının sonlarına doğru başladı. Arhangelsk, kış ayında buzlarla kaplı oldu­ğundan, Rusya'nın buzlarla kaplı olmayan tek önemli limanı Murmansk, kullanılmaya başlandı. Almanların bu önemli limanı kara harekâtıyla ele geçirmemeleri tuhaf bir stratejik hatadır, çünkü limanın çok daha zayıf ve savunmasız olduğu zamanlarda bu fırsatı kaçırmışlardı.
Ancak Almanlar, İngilizler ve Amerikalıların da bu rotayı kullanıp, Rusya'ya çok önemli miktarda malzeme ikmali yaptığını görüp anlayınca, Norveç'e yaptıkları deniz ve hava takviyelerini artırdılar. Ve bundan sonra Almanlar, Müttefiklerin Kutup yoluyla Rusya'ya malzeme taşıdıkları kon­voylara 1942 yılının Mart, Nisan ve Mayıs aylarında çok güçlü taarruzlarda bulundular. Bu taarruzlarda en büyük hasarı, Haziran sonlarına doğru seyreden PQ 17 konvoyu görmüştü. Konvoyun ve refakatçi gemilerin Almanlar tarafından yenilgiye uğratıldığına inanan İngiliz Deniz Kuvvetleri, kon­voya 4 Temmuz'da Barents De­nizi'nde dağılmasını emretmişti. Barents Denizi'nde uçak ve U-Botların saldırısına uğrayan 36 adet çaresiz durumdaki ti­caret gemisinden sadece 13'ü kurtulabilmiş diğerleri batırıl­mıştı. Sonuçta bu konvoyun ta­şıdığı uçaklardan 210'u kayıp, 86'sı sağlam, tanklardan 430'u kayıp, 164'ü sağlam, lojistik araçlardan 3.350'si kayıp, 896'sı sağlam teslim edilebil­mişti. Malzemenin de üçte iki­ sini oluşturan 99.316 ton malzeme kaybolmuştu.         
Bu olaydan sonra birkaç küçük konvoy daha, kış ayında Rusya'ya gön­derildi. Fakat daha fazla konvoy isteyen ve bunun için baskı yapan Ruslar bu konvoyların korunmasında hiç yardımcı olmadılar. Donanma Komutanı Amiral Tovey, Mart 1943'ten sonra, günler uzadığı için konvoy gönderme konusunda isteksiz davrandı. Atlanik'teki kritik durum bu konuda verilen kararı belirleyen en temel unsur olmuştu. Kutup konvoylarına eşlik edecek gemilerin yönü, o baharda U-Botlarının mağlup edilmelerinde çok temel bir rol oynayacakları Atlantik'e doğru çevrildi.
  1941 yılından itibaren Rusya'ya gönderilen kırk Kutup konvoyunda yer alan 811 gemiden elli sekizi batırıldı, otuz üçü çeşitli nedenlerle geri döndü. Bu arada 720 adet gemi sağlam olarak Rusya'ya ulaştı ve bu konvoyların Rusya'ya teslim ettiği malzemelerin toplamı dört milyon tonu bulmuştu. Bu malzemeler içerisinde 5000 tank ve 7000 uçak vardı. Bu kadar büyük çapta malzemelerin teslimi sırasında, Müttefikler, on sekiz muharebe gemisi ve doksan sekiz ticaret gemisi kaybetmişti. Bu arada Almanlar, muharebe kru­vazörü Scharnhorst'u, üç muhrip ve otuz sekiz U-Botunu kaybetmişti.

  ALMANYA’NIN RUSYA’DA GERİLEMEYE BAŞLAMASI

1943 yılının başında, Kafkasya'daki Alman ordularının kaderi, Stalingrad'daki ordularının kaderine benzeyecek gibiydi. Kafkasya'da bulunan Alman orduları Stalingrad'da bulunan ordulardan daha derinlikte mevzilenmiş durumdaydılar. Bununla beraber, Stalingrad kuşatmasından sonra bir aydan fazla süre orada kalmak zorunda kalmışlardı. Oysa müthiş kış bastır­makta ve tehlike büyümekteydi.
Bu panik yaratacak haber, Hitler'in Kleist'e, bulunduğu mevzilerini hiç­bir koşulda terk etmeyeceğini bildiren emriyle aynı gün gelmişti. O anda l'inci Panzer Ordusu, Rostov'un 600 kilometre doğusundaydı. Ertesi gün, gelen yeni emirde bütün teçhizatlarıyla birlikte, Kafkasya'dan çekilmeleri yazılıydı.

  Stalingrad’da bu nihai safha başlarken, Kleist’ın birlikleri Kafkasların uç kısmından geri çekilmişler ve Pyatigorsk ve Budenovsk arasındaki Kuma Nehri’ne ulaşmışlardır. On gün sonra güneyde bulunan Elista’dan gelişen Rus saldırısı Kuma Hattı’nın yüz elli kilometre gerisindeki noktaya ulaşmıştı.
Bununla beraber, Hitler yayınladığı bildiride, Stalingrad cephesinin çökmesini, buradaki birliklerin bir amaç için feda edildiğini, buradan kaza­nılan zaman ve fırsatın Alman Yüksek Komutanlığı'na Doğu Cephesi'nde alınabilecek yeni karşı tedbirler için zaman ve zemin hazırladığını bildirdi. Şayet Stalingrad'daki ordu, kuşatıldığı andan itibaren aradan geçen yedi tafta içerisinde herhangi bir zaman teslim olmuş olsaydı, Rusya'daki diğer Alman orduları çok daha zor durumda kalabilirlerdi. Zira, Manstein'ın çok yetersiz olan birlikleri, muhtemelen, Don'dan Rostov'a sarkacak Rus birlik­le karşı koyamayacaktı ve Kafkaslarda bulunan Alman birlikleriyle irtibatları kesilmiş olacaktı. Aynı zamanda, şayet Stalingrad'daki ordu kuşatmayı yarıp ve batıya doğru çekilebilmiş olsaydı kaderleri farklı olabilirdi. Bundan başka, her ne kadar, Almanların Ocak ayının son yarısındaki direnişleri Rusların Rostov'a doğru ilerlemesini önleyecek kadar güçlü olma­dıysa da yine de bu direniş Kafkaslardaki Alman birliklerinin bu dar boğazdan kurtularak, Rostov'a zamanında ulaşmalarını sağlayacak kadar kuvveti bu bölgeye sevk edilebilmelerine olanak tanımıştı.
Ocak ayının son haftasında, taarruz yeniden başladı. Dikkat, güneybatı yönündeki Harkov’a doğru çekilirken, Ruslar batıda çok geniş cepheden Vorojen’e taarruz ederek Almanların burada icra etmekte oldukları bölgesel geri çekilmeyi alt üst ettikleri gibi aynı zamanda bu çekilmeyi durdurmayı da başarmışlardı.


( Sovyetler Birliği Kursk’ta yapılan savaşta Almanları yendi, 13 Temmuz 1943 )
 
( Tarihin en büyük tank savaşı Kursk 1942 )


Ruslar, Şubat ayının ilk haftasında sağ kanatlarını ileriye götürmüşler, Kursk ve Oryol arasındaki demiryolu ve karayoluna ulaşmışlardı.
Rusların burada uyguladıkları farklı taarruz sistemi 1918 yılında Foch’un tatbik ettiği sisteme benzemekle beraber, o yöntemin daha karmaşık ve süratli bir tarzıydı.
Ruslar üstünlüklerini, Donets’den Azak Denizi ve Dinyeper kıvrımına, Alman ordularının irtibatlarını kesmeye doğru yöneldiklerinde, kaybetmeye başlamışlardı. Rusların buradaki amaçları aşikardı. Çünkü, Almanların bulundukları bölgeye doğru inmeye başlamışlardı.
Bir ay sonra, Stalingrad'daki birliklerin teslim olmasıyla, tehlike dolaylı bir şekilde kendini hissettirmeye başlamıştı ve aynı zamanda güneye doğru sirayet eden çöküşler, bu kadar geniş bir cepheyi elde tutmanın, savunmaya çalışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. Zeitzler, şimdi Hitler'i ikna etmeyi başarmıştı. Geri çekilmeden çok nefret eden birisi olarak hele hele Moskova'dan bir adım bile geri adım atmayı istemeyen Hitler, cephenin tümüyle düşmesini önlemek amacıyla ikna olmuştu. Rjev, Mart ayının başında, tam da yeni bir Rus taarruzunun başladığı gün tahliye edil­meye başlamıştı. Ve 12 Mart'a kadar, önemli bir ulaşım merkezi olan Vyazma da dahil olmak üzere bütün bölge terk edilmişti. Almanlar Smolensk'i örten hatta çekildiler. Velikiye Luki kenti ve ilmen Gölü arasında bulunan ve nispeten daha küçük olan Demyansk Mart ayı başında terk edildi. Batı'da bu çekilmenin önemi, İngiliz ve Amerikan gazetelerinde yer alan haritalarını Demyansk bölgesini bir yılı aşkın bir süredir Rus cephesi içerisinde göster­mesi neticesinde anlaşılamamıştı.
Alman ordularının eski güçlerini kaybetmesi yürütülen gizlilik politi­kasıyla dışarı sızdırılmazken aynı zamanda birliklerin suni olarak sayıları arttırılıyordu. Oysa kadrolarındaki gerçek asker miktarı olması gereken miktarın çok altındaydı. Tümen sayısı eski mevcutlara o denli yakındı ki, buradan gerçek gücü çıkartmak pek mümkün olmuyordu. Almanlar, 1943 yılının bahar aylarında asker ve silah oranı yönünden, kadrolarının yarısı­nın biraz üzerindeydiler. Fakat, tümenlerinin birçoğu kadrolarının yarı sevi­yesinin de çok altındaydılar. Kalan az sayıdaki diğer tümenler ise kadro se­viyelerine yaklaşabiliyordu. Komutanlar o denli gizlilik içerisinde görev yapmak zorunda bırakılıyorlardı ki, birkaçının dışında genel durum hak­kında bilgi sahibi olan yoktu ve kendilerine durumu soruşturmamanın da­ha sağlıklı olacağı bildiriliyor ve ihsas ettiriliyordu.
Hitler, kendisine ulaşan rakamlardan neredeyse büyülenmişti. Çünkü, Hitler için, rakamlar her şey demekti, güç demekti. Her ne kadar 1940 yılın­da kazandığı zaferlerin temelinde, bu standart tümenlerin sayısı yerine kad­rolarda yer alan mekanize birliklerin varlığı ve sayısı rol oynadıysa da, ma­dem ki tümenlerin sayısı askeri gücün ölçüşüydü, Hitler, en fazla sayıda tümene sahip olmalıydı. Hitler, Rusya'yı işgal etmeden evvel, kadrosundaki asker sayısını az tutan buna mukabil tümen miktarını yüksek gösteren bir politikada ısrar etmişti. Ve bu politikanın doğal sonucu olarak asker sayısı azaldıkça tümenlerin sayısı nispi olarak artmıştı. Birliklerin kadrolarını bu şekilde teşkil etmek nihayetinde ekonomiye ağır bir yük olarak yansımaya başlamıştı.
Şayet Rus generalleri, çok sert direniş gördükleri yerlerde başarısızlık korkusuyla taarruzlarına devamda ısrar etmemiş olsalardı ya da çok arzulu ve istekli oldukları için taarruzlarına her koşulda devam etmeyip taktik ge­rekliliği ön plana almış olsalardı bu gelişme çok daha hızlı ve etkili olmuş olacaktı. Rus generalleri başarısızlığı kabul etmekten ziyade aşamayacakları engellere saldırmışlar ve sonucunda giderek artan bir bedel ödemişlerdir. Böylesine beyhude taarruzlar ordularda yaygın bir eğilimdir. Çünkü as­keri disiplin ile ast-üst ilişkisi bu sonucu doğurmaktadır. Fakat, bu özellik, Rus gelenekleri ve Rus kaynaklan ve Rusya'nın koşulları göz önüne alındı­ğında, Kızıl Ordu'da daha da belirgin hale gelmişti. İnsanları acımasızca fe­da etmek, üst kademedeki komutanın gazabına uğramaktan daha kolaydı.
  Genel olarak, arazinin olağanüstü geniş olması bu eksiklikleri dengeliyordu.
Alman liderlerin geçmişteki görüşlerine göre şayet birlikleri altı hafta önce hazır olabilseydi, taarruzlarında büyük bir başarıya kavuşmuş olacaklardı. Almanların kıskaç harekâtı, Rusların mayınlı bölgelerinde çıkmaza saplandığında ve yine Rusların asıl birliklerini çoktan geriye çektiklerini an­ladıklarında muharebeye ara verilen süre içerisinde Rusların büyük hazırlık yaptıklarını ve böylece de çok iyi şekilde mevzilendiklerini kabul etmiş ve bundan çok korkmuşlardı. Bu görüş, Kursk'un bir hedef olarak değerlendi­rilmesini gözden kaçırmıştı. Almanlara komşu alan Oryol'ın Ruslara bir kıskaç harekâtı fırsatı verdiği gibi Kursk ta Almanlara aynı fırsatı veriyordu. Böylece, her iki tarafın da seçeceği hareket tarzının ve bölgesinin tahminin­de pek kuşku yoktu. Şimdi ise asıl sorun kimin önce taarruz edeceğiydi.
  Mayıs ayı sonunda Rus Genelkurmayı ile ilk toplantısını yapan İngiliz Askeri Görev Komitesi yeni başkanı olan Korgeneral Martel, dengenin taarruz lehine doğru kaydığı izlenimini elde etmişti.
 12 Temmuz’da, bu kez Ruslar aynı anda, Oryol bölgesine ve kuzey kanadına doğru taarruza geçtiler.
Ağustos ayının ikinci yarısında, Rus taarruzu giderek genişlemeye başladı.  Rusların taarruz taktiği ve uygulama tarzları, Foch'un 1918 yılındaki genel taarruzunu daha bir andırır bir hale gelmişti. Rusların bu taarruzları da farklı noktalara, farklı zamanlarda geliştirilen saldırılarla başlıyor ve her bir saldırı karşılaştığı şiddetli direniş karşısında ilk hızını kaybettiğinde du­ruyor ve müteakip taarruz için gerekli hazırlık başlıyordu. Bütün taarruzla­rın durum muhakemeleri çok sık yapılıyor ve bu değerlendirmelere göre müteakip harekât tarzları belirleniyordu. Çeyrek yüzyıl sonra Ruslar, Toch'un 1918 yılında uyguladığı taktiğin aynısını daha elverişli koşullarda ve daha gelişmiş bir şekliyle icra ediyorlardı.
Eylül ayında, cephenin zayıflaması, kaynaklarının azalması, Rusların ilerleme hızını arttıran en büyük etken olmuştu.
Kiev'in beş yüz kilometre ilerisinde bulunan Smolensk'i Almanlar 25 Eylül'de terk ettiler ve zaten bir hafta önce de Bryansk'tan atılmışlardı. Al­manlar, geçilmez kaleleri olarak nitelendirdikleri ve yukarı Dinyeper Nehri boyunca uzanan Jlobin, Rogaçev, Mogilyov, Orsa ve ayrıca Dvina üzerinde­ki Vitebsk'i bir bir kaybediyorlardı.
Almanlar daha güneyde Kuban'da tesis ettikleri köprübaşını tahliye etmişler, Kırım yarımadasında bulunan ve Ruslar tarafından tecrit edilme teh­likesi taşıyan Kerç'e çekilmişlerdi.
Kuzeyde uzanan Alman cephesi de, sonbahar boyunca, Rusların taarruzlarına maruz kalmıştı.
Bu muharebelerde, Alman uçakları kar ve buz nedeniyle gereği gibi rol oynayamadı.
Rus taarruzunun sıklet merkezi Moskova-Minsk istikametinden Or-şa'ya doğru yöneltilmişti. Cephede asıl yarmayı yapacağı nokta için büyük ikmal avantajı vardı ve ayrıca açacağı gedikten başarıyı genişletme şansı da yüksekti. Fakat, harekâtın hedefinin pek belirgin olması, Almanların kuv­vetlerini o noktaya yoğunlaştırmasına fırsat verdi. Almanların buradaki sa­vunma yöntemleri gerçekten incelenmeye değmektedir. Heinrici, bu dar alanı savunmak için 3,5 tümenini kullanırken, 6,5 tümenini de geriye kalan ve uzayıp giden cepheyi örtmekle görevlendirmişti. Böylece, Heinrici, çok hayati olan bir noktayı epeyce büyük oranda bir kuvvetle savunmayı plan­lamıştı. Topçusu hemen hemen hiç zarar görmemişti ve Heinrici 380 topunu bu hayati bölgeyi savunmakla görevlendirdi. Tek komutanla idare edilen 4'üncü Ordu Karargâhı'ndan, bölgede tehlikede olan herhangi bir noktayı her an kontrol altında tutmak ve atışları istenilen yere yönlendirmek müm­kündü. Ordu Komutanı, cephesinde muharebe olmayan, nispeten sakin böl­gelerde bulunan tümenlerden, gerektiğinde şiddetli çatışma içerisinde bulu­nan tümenler için taburlar alıp ilgili yerlere sevk ediyordu. Bu genellikle evvelki günün kayıplarım dengeliyor, aynı zamanda, ilgili tümene, karşı ta­arruzda kullanabileceği yeni bir birlik takviyesinde bulunuyordu. Birlikle­rin birbirinden alınarak yapılan karmanın yaratabileceği sakıncalar ise, tü­menler içerisinde sırayla yapılarak bir ölçüde giderilmeye çalışılıyordu.
Bu şekilde muharebe eden Almanlar, kendilerinden altı kat daha güçlü düşmana karşı inanılmaz bir başarı elde etmişlerdi. Bu, savaşın nasıl uzayabileceğinin ve de savunma taktiğinin stratejiyle denk düştüğünde Rusların nasıl yorulabileceğinin bir göstergesiydi. Fakat bu ihtimal, Hitler'in kendi­sinden izin alınmadan asla geri çekilmeme talimatında ısrar etmesi üzerine ortadan kalktı. Kişisel kararlarını uygulayan komutanlar, yüce divan ile teh­dit edilmekteydiler. Hitler'in baskısı o denli yüksekti ki, ast birlik komutan­ları felce uğramış durumdaydılar, neredeyse tabur komutanları izinsiz bir adım bile atamıyorlardı. Alman Yüksek Komutanlığı, papağan gibi bıkma­dan "Kimse bulunduğu yeri savaşmadan terk etmeyecektir" sözünü tekrarlıyordu.
Bu katı ilke, Alman Ordusu'nun, Rusya'daki ilk kışı atlatmasını sağladı, fakat uzun dönemde Almanlar, Rus kışının korkusunun üstesinden gelmişlerdi. Ama bu seferde, örtmek zorunda kaldıkları cepheyi besleyecek kadar askerleri yoktu. Bu ilke, muharebe meydanında komutandan karar verebilme yetkisini ve inisyatifini aldığından, komutanlar zamanında geri çekilip, yeniden tertiplenme ve teşkilatlanma imkanlarından yararlanamadılar.
Bu katı ilkelerin uygulanmasıyla 1943 yılında güney cephesinde bilinen felaket yaşanmıştır. Bu sonuç, 1944 yılında kuzeyde de yaşanacaktı. Bu bölgeler önceleri Alman savunmasının asla geçilmez olduğu yerlerdi.

FRANSA’NIN KURTULUŞU

Normandiya çıkarması öncesinde bu harekât çok tehlikeli gözüküyor­du. Müttefik birlikleri, düşmanın dört yıl işgal altında bulundurduğu ve bu süre içerisinde tahkim ettikleri, engel ve mayınla döşedikleri bir kıyıya çık­mak zorundaydılar. Almanların Batı Cephesi'nde savunma amacıyla elle­rinde elli sekiz tümen vardı ve bu tümenlerden on adeti her an karşı taarruz yapabilecek kabiliyete sahip panzer birlikleriydi.
( Normandiya çıkartması, 6 Haziran 1944 )       
Müttefiklerin, şu anda İngiltere'de toplanmış bulunan bu muazzam gü­cün tümünün muharebeye sokulmasının önünde iki sınırlama vardı. Birin­cisi; Manş Denizi'ni geçmek zorunda kalmaları, ikincisi de; mevcut çıkarma gemilerinin miktarıydı. İlk çıkarma dalgasında ancak altı tümen ve üç hava indirme tümeni kullanabiliyorlar ve sahilde olacak olan bu miktarı ancak bir hafta sonra iki katma çıkarabiliyorlardı.
Onun için, Hitler'in "Atlantik Duvarı" dediği bu kıyıları zapt edeme­mek ve denize dökülmeyi düşünmek için yeterli nedenleri vardı.
Ancak aslında, Müttefikler sahile çıktıktan kısa bir süre sonra yüz yirmi kilometre genişliğinde bir köprübaşı tesis ettiler. Ve düşman asla, Müttefik­lerin tesis ettikleri bu köprü başlarından içeriye doğru harekâta başlayana dek hiçbir tehlikeli karşı taarruzda bulunmayı başaramadı. Bu yarma hare­kâtı, Mareşal Montgomery'nin ilk planladığı tarzda ve yerde icra edildi. Ve ondan sonra Fransa'daki tüm Alman mevzileri çöktü.
Geriye dönüp bakıldığında, çıkarmanın gidişatı çok güzel, kolay ve emin gözüküyordu. Oysa görünüş aldatıcıydı.
Nihayetinde plana göre giden bir harekâttı, fakat zamana göre değil. Başlangıçta başarı ile başarısızlık arasında kıl payı bir fark vardı. Nihai zafer, başlangıçta, Müttefiklerin içinde bulunduğu olağanüstü tehlikeyi gözden ırak tutmuştu.
Çıkarma hakkındaki yaygın kanı, Montgomery'nin, bu harekâtın önce­den planlandığı şekilde yürüdüğüne olan inancını yansıtıyordu. Buna göre Müttefik orduları Nisan ayında yapılan plana göre çıkarma gününden itiba­ren 90 gün içerisinde Sen Nehri hattına ulaşacaktı.
Yapılan plana göre icra edilecek harekâtın bir saat dakikliğinde ve ma­kine kusursuzluğunda işleyeceğini varsayıp ve kabul etmek Montgomery'nin değişmez tarzıydı. Bu temel özellik, Montgomery'nin koşullara uyum sağlaması yeteneğini engellemiş ve böylece aslında yapısında var olan esneklikle, kararlılık ve azmini birleştirmesinden kendini mahrum kıl­mıştır.
Plana göre, Caen çıkarmanın ilk günü olan 6 Haziran'da ele geçirilecek­ti. Başlangıç çok iyiydi ve sahildeki savunma mevzileri saat 09.00'da aşıldı. Fakat, Montgomery'nin hesapları nedeniyle Caen'e doğru yapılması gere­ken harekât öğleden sonraya kadar başlamadı. Bu kısmen, plajlarda manev­ra ve hareket kabiliyetini felç eden yoğun araç ve insan trafiğinden meyda­na geldiyse de, aynı zamanda, kendilerini o anda durduracak hiçbir engel olmamasına karşın, muharebe alanında bulunan komutanların aşırı temkin­li davranışı da bu sonuca yol açan diğer etkendi. Ve nihayet Müttefikler, bu çıkarma bölgesinin en kilit noktasına doğru harekete geçtiklerinde, bütün Normandiya bölgesindeki tek panzer tümeni muharebeye katılmış ve Müt­tefikleri durdurmuştu. İkinci panzer tümeni de ertesi gün geldi. Çok yoğun ve şiddetli muharebelerden sonra Caen'ın ele geçirilip tam kontrol altına alınması, Müttefiklerin tam bir ayını almıştı.
Almanların başlangıçtaki asıl çıkmazı, Hollanda’da başlayıp Fransız sahillerine, oradan da İtalyan sınırına kadar uzanan 4500 kilometrelik cepheyi nasıl savunacaklarıydı.
Şayet, o gün bölgede bulunan mevcut on panzer tümeninden üçü bile muharebeye sevk edilebilmiş ve müttefiklerle çatışmaya girmiş olsalardı, çıkarma günü müttefikler diğer birlikleriyle irtibat kurmadan denize dökülebilirlerdi.
Her ne kadar, Hitler çıkarmanın yerini doğru tahmin ettiyse de, onu iz­leyen haftalarda, çok ilginç bir şekilde, bu çıkarmanın, Sen'in doğusuna ya­pılacak asıl çıkarma öncesindeki tali çıkarmalar olduğu yönünde saplantılar edinmişti. Bu nedenle, bu bölgedeki ihtiyatların, Normandiya bölgesine gönderilmesine pek rıza göstermek istemiyordu. İkinci çıkarmayı, asıl çıkar­ma olarak niteleyip Sen'in doğusunda bekleyen Hitler'i bu inanca yönelten ise, İstihbarat Teşkilatı'nın, Manş Denizi'nin öteki yakasında mevcut bulu­nan Müttefik tümenleri abartmasıydı. Bu kısmen de, İngilizlerin aldatma planıydı. Aynı zamanda, İngilizlerin casuslara karşı aldığı önlemin ne denli etkili uygulanabildiğini gösterdiği için de önemliydi.
İlk karşı taarruzlar başarısızlığa uğramaya başlayıp, ardından da Müt­tefiklerin köprübaşı tesis edip yığınak yapması önlenemeyince, Rundstedt ve Rommel, Batı'da herhangi bir hatta tutunmaya çalışmanın çaresizliğini anladılar.
Hitler, mareşallerin uyarılarını azarlayarak reddetti ve onlara yeni "V" füzelerinin hazır olduğunu ve bu silahların savaşın kati neticesinin alınması üzerinde büyük etkisi olacağı yönünde garanti verdi. O zaman mareşaller, şayet bu silah etkili olacaksa, Normandiya sahillerine atılmasını, eğer bu teknik açıdan olanaksızsa, güney İngiltere’ye işgal birliklerinin bulunduğu limanların hedef alınmalarını istediler. Hitler ise, füzelerin hedefinin Londra, amacının ise İngiltere’yi barışa zorlamak olduğu konusunda ısrar etti.

 
(Müttefiklerin Fransa çıkarması 15 Ağustos 1944 )


Alman birliklerinin Sen hattına çekilmeleri için yeterli zamana sahip olacakları ve orada çok güçlü bir savunma hattı tesis edeceklerinin müm­kün olacağı çok aşikârdı. Ancak Hitler'in inatçı bir şekilde verdiği "asla geri çekilinmeyecek" emri bu fırsatı öldürdü. Hitler'in bu aptalca tutumu, Müt­tefiklere büyük bir şans tanımış oldu ve sonbaharda Fransa kurtulmuştu.
Savaş, 1944 yılının Eylül ayında çok kolaylıkla sona erdirilebilirdi. Ba­tı'daki, Alman birliklerinin çok büyük bir bölümü Normandiya çıkarmasıy­la boğuşuyordu ve Hitler'in emri nedeniyle geri çekilmiyorlardı Bu nedenle bu birliklerin büyük bir kısmı ya imha edildi ya da ele geçti. Ve direnme gü­cünü kaybeden birlikler ve bu birliklerin büyük ölçüde yaya olarak geri çe­kilmeye çalışan kısımları İngiliz ve Amerikan birliklerinin mekanize unsur­ları tarafından çok kısa sürede yakalanıyordu. Müttefikler, Eylül ayının başlarında, Normandiya'dan Alman sınırlarına doğru yaklaşırken, kendile­rine karşı koyacak düzenli ve sistemli hiçbir mukavemetle karşılaşamamışlardır.

RUSYA’NIN KURTULUŞU

 1944 yılında Doğu Cephesi'nde Ruslar ilerlemelerini sürdürürken, Al­manların tuttuğu cephenin genişliği taarruzlarını başlattığı dönemdeki gi­biydi ama Almanlar eski güçlerini yitirmişler ve hâlâ da yitirmekteydiler. Bu gelişmelerin çok doğal bir sonucu olarak kendi ikmal sorunlarından kaynaklanan, küçük bir iki istisnanın dışında Ruslar, ilerlemelerine hiç ara vermeden devam ediyorlardı. Evet, Doğu Cephesi'nde 1944 yılının gerçeği buydu. Olayların gelişimi, elde mevcut kuvvetlerle harekât alanları arasın­daki oranın ne kadar belirleyici bir unsur olduğunu hiçbir tereddüte yer bı­rakmayacak bir biçimde ortaya koymuştu.
Asıl Rus taarruzu, her iki kanatta da düzenlenen ve aralarında uzun bir duraklama olan iki büyük hamleden meydana gelmişti. Bu büyük hamle­lerden ilki kış ortasında, diğeri de yaz ortasında gerçekleşmişti. Merkezi Avrupa'dan gelişen ve güneye uzanan tali taarruzda bu duraklamalar daha kısa süreliydi. Bunun nedeni ise, buradaki arazinin Alman birliklerinin mevcuduna oranının, asıl harekât bölgesindeki arazinin Alman birliklerine oranına göre çok daha büyük olmasıydı. Yani tali taarruz bölgesindeki Al­man birliklerinin cephesi, Rusların asıl taarruzlarını gerçekleştirdikleri böl­gelerdeki Alman cephesine oranla çok daha genişti. Böylelikle tali taarruz bölgesinde, Alman savunma hatlarına taarruz edecek Rus birliklerine duyulan ihtiyaç daha azalıyordu.
Kış taarruzunun başlangıcı, sonbaharda yapılan taarruza benziyordu ve başlangıçta elde edilen sonuç sadece Almanların gücünün yanlış hesap edil­mesinden doğmuyordu. Aralık aylarının başlarında Koniev, Krivoy Rog'daki duraklamasını aşmak için yeni bir kanat harekâtına başladı. Bu kez Kremençug'daki köprübaşından güney yerine batıya taarruz eden Koniev neredeyse
Kirovograd'a kadar ilerledi, ama burada tekrar durduruldu. Fakat, Chekassy köprübaşından gelen birliklerle buluşan Koniev, zaten çok yetersiz olan Alman savunma ihtiyatlarının büyük bir bölümünü üzerine çekmişti Burada, Manstein büyük bir ikilem içindeydi. Hitler'den aldığı emir gereği geriye çekilemiyordu. Oysa, Vatutin Kiev'de çok zor durumdaydı, onu bu zor durumda yakalayan Manstein'in, Dinyeper ve Kiev arasındaki cephe boşluklarını kapatması, Kiev'de Vatutin'i sıkıştırma şansını azaltmış olacaktı Vatutin'in yeni taarruzu yılbaşı arifesinde, sabahın kalın sis örtüsü içe­risinde Birinci Dünya Savaşı'nın ilerleyen safhalarındaki başarılı saldırılara benzer bir şekilde başladı. Sisin örtüsünün de yardımıyla ilk gün Alman mevzilerini püskürttü ve harekât o denli başarılı gelişti ki, karşı taarruz ihtimallerini de geçersiz kıldı. Bir hafta içerisinde Jitomir ve Korosten'i ele ge­çirdiler ve aynı zamanda daha önce hiç ulaşılmamış sağlam nirengi nokta­ları olan Berdiçev ve Byelaya Tserkov kentlerini ele geçirmek için güneye hareket ettiler.
3 Ocak 1944'te, Rusların seyyar birlikleri batıya ilerleyerek Korosten'in yetmiş kilometre ilerisinde bulunan Novograd Volinskiy kavşağını ele ge­çirdiler. Ertesi gün savaş öncesi Polonya sınırını geçtiler. Güney kanatta bulunan Byelaya Tserkov ve Berdiçev, Odessa-Varşova demiryolunu korumak için Vinnitsa ve Bug'un gerisine çekilen Almanlar tarafından terk edilmişti. Burada, Manstein topladığı bazı ihtiyat birlikleriyle, başka bir karşı taarruz girişiminde bulundu, fakat arkasında yeterli destek yoktu ve Vatutin, bu karşı taarruzu savuşturmak için çok hazırlıklıydı. Her ne kadar bu karşı ta­arruz Rusların Bug Nehri'ne doğru ilerlemesini geçici olarak durdurmuşsa da bu durdurmanın bedelini Almanlar, Rusların kanatlardan serbest kala­rak ilerlemesiyle ödemişlerdir. Ruslar, Berdiçev ve Jitomir'den batıya doğru ilerleyip, Şepetovka'nın etrafından dolanıp, 5 Şubat'ta Polonya'nın önemli ulaşım merkezi olan Rovno'yu ele geçirdiler. Aynı gün, kanatlardan ilerle­yerek Royno'nun yaklaşık yetmiş kilometre kuzeybatısında ve Rusya'nın sınırının 150 kilometre dışında bulunan Lutsk'u ele geçirdiler. Daha önemli sonuçlar da güneye doğru ilerleyen birliklerce alınmak­taydı. Çünkü, Vatutin'in sol kanadı, Koniev'in sağ kanadıyla, Hitler'in em­riyle geri çekilemeyen ve Rusların Kiev ve Cherkassy köprübaşları arasın­daki bölgede bulunan Alman birliklerini imha etmek için burada birleşiyor­du. Dinyeper'deki ileri mevzilerinde bulunan ve buradan geri çekilmeyen bu Alman birlikleri, kaçamayacakları bir şekilde, düşmanı kendilerini ku­şatmaları için davet etmişlerdi. Ve 28 Ocak'ta, arkalarındaki kıskacın kolları kuşatma için kapanmaya başladığında altı tümenin unsurları bu tuzağın içerisindeydiler. Bu çemberden kurtulabilmeleri ise ancak 3'üncü ve 47'nci Panzer Kolorduları'nın büyük çabaları sonucunda gerçekleşmişti. Korsun çemberinde kalan 60.000 askerden, 30.000"i teçhizatsız olarak kurtarılmış 18.000'i esir ya da yaralı olarak bırakılmıştı, ll'inci Kolordu'nun Komutanı Stemmermann da ölenler arasındaydı.
Burada çembere alınan birliklerin kurtarılması için daha güneyde Din­yeper nehri kıvrımında bulunan birlikler feda edilmişti. Buradaki Alman birlikleri, Malinovsky'nin, Nikopol hattına yönelttiği saldırıyı durdurama­malardı. Her ne kadar, birliklerinin çok büyük bir bölümü kaçabildiyse de, bu önemli manganez bölgesinde bulunan Nikopol kentini Almanlar 8 Şu­bat'ta terk etmek zorunda kaldılar. Almanlar, Krivoy Rog'da on beş gün da­ha tutundular, daha sonra çok daha büyük kuşatma tehdidi altında kalınca bu bölgeyi tahliye etmek zorunda kaldılar.
Rusların, Pripyat Bataklıkları ve Karadeniz arasındaki güney cephede yaptıkları yığmak, Almanların örtmesi gereken cepheyi daha da genişlet­mişti. Oysa, Hitler'in kati emri gereği, Almanlar cepheyi küçültecek, hiçbir tedbiri alamıyordu. Hitler böyle kararlar almayı yasaklamıştı.
Kayıpların artması, özellikle Korsun bölgesindeki kayıplar, cephelerde oluşan gediklerin kapatılmasını olanaksız hale getiriyordu. Hitler'in koyduğu geri çekilme yasağı, iki ay önceye oranla çok daha büyük ölçekte bir geri çekilmenin nedeni haline gelmiş olacaktı.
Yetersizlik ve arazinin çok büyük olması Alman birlikleri arasında çaresizliğin doğmasına neden olmuştu. Bu çaresizlik duygusu, sadece ilerleyen Rus birliklerinin büyüklüğünden değil, aynı zamanda Rus birliklerinin ikmal sorunlarından pek etkilenmeyişinden dolayı da iyice artıyordu Ruslar sanki bir sel gibi yada göçebe kavmi gibi ilerliyorlardı. Rusları herhangi bir Batı ordusunun açlıktan ölebileceği koşullarda, pekâlâ ayakta kalabiliyorlar ve başka orduların, tahrip edilen ulaştırma şebekelerinin onarımlarını bekleyeceği durumlarda, Rus orduları ilerlemelerine devam ediyorlardı. Rusların ulaşım şebekelerine saldırarak ilerlemelerine engel olmak isteyen Alman seyyar birlikleri, hemen hemen taarruz edecek hiçbir Rus ikmal maddesi taşıyan konvoya rastlayamıyordu. Bu gelişmelerin güzel ifadesini bu saldırıları düzenleyen Almanların en cesur komutanlardan, Manteuffel'de bulmaktayız:
"Rus Ordu'sunun ilerleyişi Batılıların anlayamadığı, tahayyül ede­mediği bir şeydi. Tankların ardında çok büyük, çoğu da atlıların oluş­turduğu birlikler vardı. Askerler sırtlarındaki çuvallarda, geçtikleri köy ve tarlalardan topladıkları kuru erzak ve sebzeleri taşıyorlardı. Atlar ise evlerin damlarında bulunan samanları yiyorlardı. Hemen hemen bundan başka yedikleri bir şey yoktu. Ruslar, asgari üç hafta süreyle hayatlarını böyle idame ettirebiliyorlardı. Buna alışkındılar."
Gözlerindeki sağlık sorunu nedeniyle görevinden azledilen Manstein'in ayrılması, bu gidişatın değiştirilmesi şansını azaltmıştı. Her ne kadar bu göz problemi görünürdeki neden olduysa da, asıl neden, Manstein'in, Hitler'in fikirlerini anlamsız bulması, Hitler'in de Manstein'e tahammül edememesiydi. Böylece, Alman askerleri arasında en büyük stratejist olarak kabul edilen Manstein, devre dışı bırakılıyordu.
1944 yılının Mart ayma girildiğinde daha geniş cephede seyreden birle­şik manevralı bir harekât gelişiyordu. Harekâtın ilk safhasında Bug Nehri'nin doğduğu noktalardan büyük bir yarma ile Galiçya'nın'mn güneydo­ğu köşesine taarruz edilmişti. Bu harekât, Sovyet karşıtı partizanlar tarafın­dan pusuya düşürülerek çok ağır biçimde yaralanan Vatutin'in yerine Ki­ev'in batısındaki orduların komutasını ele alan Mareşal Jukov tarafından yürütülüyordu. Şepetovks yönünden saldıran Jukov'un birlikleri Alman cephesinde günde elli kilometre ilerliyorlardı ve 7 Mart'ta Tarnopol yakın­larındaki Odessa-Varşova demiryolu hattına ulaşmışlardı. Ruslar böylece Almanların, Bug'daki savunma hattının gerisinde yeniden mevzilenmelerini önlemiş oluyorlardı.

  Ruslar bu hareket tarzıyla biryandan açtıkları gediği genişletirken diğer yandan da geri çekilmekte geç kalan düşman ordusunun bir kısmının irtibatını kesiyor ve harekatlarını batıya doğru genişletiyorlardı.
5 Nisan'da, Malinovsky'nin birlikleri, Odessa'nın dışındaki yegâne iş­ler demiryolu bölgesi olan Razdelnaya'ya ulaşmıştı.
Koniev, Mayıs ayının ilk haftasında Jassy'nin batısından, Sereth Nehri'nin iki yakasından aşağıya doğru, yeni Josef Stalin tanklarını kullanarak Çok şiddetli bir taarruzu başlatmıştı. Bu tankların yardımıyla Ruslar başarılı olmuşlardı, fakat Schörner'in elinin altında Manteuffel'in komutasında ol­dukça kuvvetli panzer ihtiyat birlikleri vardı. Bu zırhlı birliklerin ustaca kullanılarak, hareket ve manevra kabiliyetlerinden yararlanılması sayesinde Rusların bu taarruzu durdurulmuştu. Beş yüz adet tankın yer aldığı büyük tank muharebesi Rusların püskürtülmesiyle sona ermiş ve bu cephe  istikrara kavuşmuştu.
Bu başarı, Hitler'i cesaretlendirmiş, sadece elde ettikleri Jassy bölgesinin yakınlarındaki toprakları değil, aynı zamanda Dinyester ve Prut nehirleri arasında bulunan Besarabya bölgesini de elinde bulundurmak istiyor ve bunun için ısrar ediyordu. Bu, ellerinde bulunan birliklerin Karpatların ve Galatz bölgesinin uzayıp giden mevzilerinde düşmanın gözünün önünde bulundurulması demekti. Bu verilen ara sırasında, Almanların geri bölgesi Rumen halkının barış arzusu nedeniyle çöküyordu.
Kırım'a düzenlenen asıl taarruz 8 Nisan'da Tolbukhin'in komutasında başladı. Taarruz öncesi düzenlenen hazırlık ateşleriyle Almanların topçu birliklerinin mevzileri ortaya çıkarıldı. Perekop Kıstakı'nda bulunan savun­ma mevzilerine düzenlenen cephe taarruzuna kanatta bulunan Sivash Deniz Atolü'nden geçen birlikler yardımcı oldular. Bu manevrayla, Kırım'ın kuzey kapısı açılır açılmaz, Eremenko'nun birlikleri, Kırım'ın doğu kıyısın­da bulunan Kerç'ten taarruza geçtiler. Bu harekâtlar 17 Nisan'da Sivastopol eteklerinde birleşti ve sonucunda 37.000 Alman esir düştü.
Almanlar, geri çekilmenin sonunda Finlandiya Körfezi yakınlarında bulunan Narva-Pskov'dan geçen hatta durdular. Cephenin daraltılması Almanların şu andaki durumlarını düzeltmişti. Dahası, cephenin küçültül­mesi uygulamada haritanın üzerinden küçültülmesinden daha da fazla önem taşıyordu. Zira, kıyı ile yeni önem kazanan Pskov kenti arasında uza­nan 180 kilometrelik cephenin üçte ikisi Şubat ayının sonunda Peipus ve Pskov adlı iki büyük gölle doldurulmuştu. Govorov ani bir saldırıyla de­nizle Peipus Gölü arasında yer alan Narva Nehri üzerindeki köprübaşını ele geçirmişti, fakat ondan sonra durduruldu. Göllerin güneyindeki Rusla­rın ilerleyişleri de Staraya Russa'nın 180 kilometre berisinde bulunan Pskov'a ulaştığında durdurulmuştu. 23 Şubat 1918'de Almanlara karşı ka­zandığı muharebeden adını alan bu şehri tekrar ele geçirip, 26'ncı kuruluş yıldönümünü kutlamayı umut eden Kızıl Ordu, büyük düş kırıklığına uğ­ramıştı.
Kuzeydeki bu kış taarruzunun askeri sonuçlarının etkisi siyasal yansı­maları kadar olmamıştı. Tecrit edilmelerinin verdiği şaşkınlıkla, ne yapacağını kestiremeyen Fin Hükümeti, Şubat ayı ortasında silah bırakmak için müzakerelere başladı.
Bundan başka, Finlilerin önderlik ettiği barış için yapılan açık görüşmeler, Almanya’nın diğer uydularını, daha üstü kapalı bir biçimde benzer yaklaşımlara doğru itmişti. Stalin’in Transilvanya’yı Romanya’ya verebileceğini ima etmesi üzerine, Romanya’nın böyle bir hareket tarzı belirmişti.
Böylece, Almanların Mayıs ayında istikrara kavuşturduğu Doğu Cephesi’nin durumunun sadece geçici ve yüzeysel olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
Bununla beraber, Ruslar taarruzlarına, Alman Komutanlığının 1942 yılında yaptığı gibi, cephelerinin en arka kademesinden başlamayı tercih etmişlerdi. Taarruza, Almanların hala kuvvetli bir şekilde mevzilendikleri Pripyat Bataklıkları’nın kuzeyinden, Beyaz Rusya’dan başladılar.
Geri çekilen Almanlar Minsk’in batısındaki geçici mevzilerde tutunmuştu, fakat burada hiçbir doğal savunma hattı mevcut değildi ve giderek azalan birlikleriyle Rusların işgal ettiği ve genişlettiği cepheyi örtmeleri olanaksız hale geliyordu. Ruslar her zaman cepheyi delebilecek bir boşluk ya da düşmanın tutunabileceği kentlere, etrafında dolanarak girme olanağı bulabiliyordu.
Temmuz ayının ortasında, Kızıl Ordu Almanları sadece Beyaz Rusya’dan atmakla kalmamış, aynı zamanda kuzeydoğu Polonya’nın yarısına kadar girip, işgal etmişti.

  ALMANYA’NIN STRATEJİK HAVA BOMBARDIMANI

  (1943–1945)


  1943 yılının Ocak ayında yapılan Kazablanka Konferansı'nda stratejik hava bombardımanının çıkarma harekâtlarındaki yardımcı karakteri ortaya konmuş ve ondan sonra Müttefik Hava Kuvvetleri'ne şu emir verilmişti: "Almanya'nın askeri, endüstri ve ekonomik gücünü ve sistemini imha et­mek ve Alman halkının gücünü ve moralini ordusunu destekleyemeyecek seviyeye indirmek." Her ne kadar bu talimat, hedeflerin genel öncelik sıra­sını belirtiyorsa da, hedeflerin taktik seçimini hava kuvvetleri komutanları­na bırakıyordu. Böylece, her ne kadar İngilizler geceleyin, Amerikalılar da gündüzleyin Almanya'yı bombardımana tabi tutacaklarsa da, taarruzlar ta­mamlayıcı nitelikte değildi.
Yine de, Mayıs 1943'te toplanan Washington Konferansı'nda, iki bom­bardıman birliğinden işbirliği beklendiği vurgulanmıştı ve aynı zamanda konferansta, Alman avcı uçaklarının yaratacağı tehlikeye dikkat çekiliyor­du. Böylece, "Birleşik Bombardıman Taarruzu"nun birinci hedefi, Alman Hava Kuvvetleri'nin (Luftwaffe) ve düşmanın savaş gücünün kaynağını oluşturan Alman uçak sanayinin imhasıydı. Bu uzun vadede Amerikalılara olduğu kadar, Bombardıman Komutanlığı'na da yararlıydı. Ancak yine de, bu konu yeterli öneme haiz bir şekilde belgelenmemişti. Bu konunun böyle bırakılması Mareşal Harris'e, Alman kentlerinin hedef gözetmeden genel tarzda bombalanması olanağını vermiş ve Harris de "Overlord Harekâ­tı"nın (Normandiya Çıkarması) gerçekleşmesinin, 1943 yılının Ocak ve Ağustos ayları arasında gücünü iki katına çıkaran Luftwaffe'nin imhasıyla mümkün olduğu gerçeğini gözardı etmiş ve bu gerçekten kaçınmıştı. Bu­nunla beraber, bombardıman Komutanlığı'nın Ruhr ve Hamburg bölgesinde kazandığı hava saldırıları başarıları, bu tehlikeyi gözden saklar gibiydi.
Her ne kadar Kılavuz birlikleri yavaş yavaş kurulmaktaysa da 1942 yılıyla karşılaştırıldığında, 1943 yılının ilk ayları Bombardıman Komutanlığı için oldukça sakin dönemdi. Ve bu dönemde uçakların nerede olduklarını bildirmeye yarayan Oboe ve H2S yön bulma aygıtları görevdeydi. Bu ekiplere yeni aletlerde çıkabilen eksiklikleri ve hataları düzeltme şansını verdiği gibi aynı zamanda ekiplerin, eski modellerin yerine geçmekte olan artan sayıdaki Lancaster ve Mosquito bombardıman uçaklarına uyum sağlamasını sağlıyordu. Bu uçakların, faal görevde olanların sayısı Ocak 1943'te 5l5'ten 1944 yılının Mart ayında 947'ye ulaşmıştı. Mürettebat sorunu ise Cornmo wealth (İngiliz Milletler Topluluğu) eğitim programı sayesinde karşılanmıştı. Bu eğitimler özellikle Kanada'da yapılıyordu.
Bütün bu unsurlar, 1943 yılının Mart ve Temmuz ayları arasında özel­likle Ruhr havzasında olmak üzere Stuttgart-Aachen arasında gerçekleştiri­len kırk üç hava saldırısının yer aldığı "Ruhr Muharebesi"nde yardımcı ol­muşlardı. Bu hava saldırıları 5 Mart'ta başlamıştı. 5 Mart'ta 442 uçak, Krupp fabrikalarının bulunduğu ve bu nedenle çok iyi savunulan Essen'e saldırdı. Oboe yön bulma aletlerince takviye edilen Kılavuz uçakları saye­sinde Essen'e yapılan hava saldırıları çok etkili olmuş ve sadece 14 adet bombardıman uçağı kaybolmuştu. Essen'e dört kez daha hava saldırısı dü­zenlendi ve müteakip aylarda da Ruhr havzasını hedef alan saldırılar de­vam etti. Verilen hasar özellikle kullanılan yangın bombalarıyla artmıştı ve ayrıca 4000 kilogram ağırlığında tahrip gücü yüksek bombalar kullanılmış­tı. 29 Mayıs gecesi, Barmen-Wuppertal tek bir saldırıda yerle bir olurken, Duisburg, Dortmund, Düsseldorf, Bochum ve Aachen, Oboe işaretleme sis­temleri sayesinde çok büyük hasar görmüştü. Her ne kadar hava koşulları sıkça olumsuz bir unsur olarak devreye girdiyse de, Bombardıman Komu­tanlığı' ran hedef tespit sistemi iyice gelişmişti ve bu da Harris'in bu birlik­leri kullanmak için ileri sürdüğü gerekçelerini kuvvetlendirmişti.

  Yine de, Bombardıman Komutanlığı hâlâ geceleyin isabetli bombardı­manı gerçekleştirmede epeyce zorlanıyordu. Bunun bir istisnası, 16 Mayıs gecesi, Filo Komutanı Guy Gibson'un komutası altında özel eğitilen 617 nu­maralı Dambuster Filo'sunun Möhne ve Eder barajlarına yönelttikleri başa­rılı saldırıydı. Bu barajların bombalanmasında elde edilen başarılı sonuçlara rağmen, bu saldırıda görev yapan on dokuz Lancaster uçağından sekizi kaybolmuştu.
1943 yılının Kasım ayından 1944 yılının Mart ayına kadar süren bu savaş, Churchill tarafından desteklenmişti.
Alman hava savunması güçlendikçe, üretimi arttıkça, Harris’in görüşleri iyice sorgulanır hale gelmişti. Harris’in asıl kaygısı Amerikalıları Berlin taarruzuna dahil edip edemeyeceğiydi.
1942 yılındaki ilk Amerikan taarruzları, bu konuda bir kanıt oluştura­cak ya da belirleyici olabilecek çapta değildi, fakat 1943 yılında daha büyük çapta ve daha uzun menzillerde gerçekleştirilen saldırılarda, kayıpları he­men yükselmişti. 17 Nisan'da Bregen'e yapılan saldırıya katılan 115 uçak­tan on altı uçak kaybolmuş, kırk dört uçak hasar görmüştü, 13 Haziran'da Kiel'e yapılan saldırıda, bu saldırıya katılan altmış altı B17 Uçan Kale bom­bardıman uçağından yirmi ikisi; Temmuz'daki Hannover baskınında dok­san iki uçaktan yirmi dördü; ve 28 Temmuz'da Berlin'e yapılan saldırıda da 120 uçaktan yirmi ikisi kaybolmuştu. Thunderbolt avcı uçaklarının ilave ya­kıt depoları vardı, ancak menzilleri yeterli değildi ve Frankfurt'un doğu­sunda Schweinfurt'ta bulunan rulman fabrikasına yapılan bir dizi baskın­da, daha yeterli avcı uçaklarının varlığına olan ihtiyaç çok daha fazla hisse­dilmişti.
1944 yılının ilk ayları Mustang avcı uçaklarının sayısının durmadan artışına tanık oldu. Mustang avcı uçaklarının sayısındaki artış menzillerindeki artışlarına da yol açtı. Bundan başka, bu avcı uçakları bombardıman uçaklarına refakat görevlerinin yanı sıra, bulundukları ve rastladıkları her yerde, Alman uçaklarına saldırma talimatı da almışlardı. Buradaki amaç, havadaki üstünlüğü sadece, bombardıman uçakları çevresinde değil, bütün gökyüzünde elde etmekti.

  Savaşın son yıllarında, Nisan 1944’den Mayıs 1945’e kadar, Müttefikler, Amerikalıların Şubat-Nisan 1944’teki hava taarruzları sayesinde hava üstünlüğünü kesinlikle ele geçirmişlerdi. Fakat, “Overlord Harekatı”nı gerçekleştirebilmek için, Normandiya çıkarmasından hem önce hem de sonra, Birleşik Bombardıman Taarruzlarının, doğrudan Alman hedeflerinden ziyade, Müttefiklere direk yardımcı olabilecek hedeflere yönelmesi gerekiyordu.
Amerikan taarruzları tüm hızıyla devam etti. 16 Haziran’da saldırıya katılan 800 avcı uçağı refakatindeki bini aşkın bombardıman uçağıyla birlikte 20 Haziran’da taarruza katılan bombardıman uçağı miktarı 1361’e ulaşmıştı.
Almanların düşen uçak sayıları büyük miktarlara ulaşırken, Müttefiklerin hava gücü de giderek büyüyordu. Bu arada, Bombardıman Komutanlığı, ilk kez gündüz yoğun bombardıman yapılmasını kabul etmişti. Gündüz taarruzlarına, Alman Hava Kuvvetleri’nin gösterdiği tepki geceye oranla daha azdı.
Bu isabet oranı çok yüksek bombalama kabiliyeti ve kapasitesiyle birlikte karşılaşılan direnişte çok zayıftı. Durum böyle olunca, bu koşullarda Bombardıman Komutanlığı'nın, meskun mahallere attığı bombaların yüzde 53 olduğu ve buna karşılık petrol tesislerine atılan bombaların yüzde 14, ulaşım tesislerine atılan bombaların yüzde 15 olduğu düşünüldüğünde, bu taktiğin akıllı olup olmadığı kuşkuludur. Amerikalılar da ise seçilen hedef­lerin oranı tamamen farklıydı. Almanya'nın zaafiyet gösteren hedeflerini bombalama stratejisi, İngilizlerin herhangi bir hedefi bombalamayı savunan stratejisine göre daha akla yatkındı ve böyle bir strateji kaçınılmaz olarak Almanya'yı zayıflatacaktı.
Son safha, hedeflerde sürdürülmesi gereken öncelikler konusunda çok başarısız olmuştur. 25 Eylül 1944'te yayınlanan bildiride birinci önceliğin petrol tesislerine verileceği bildirilmişti ve bu hedeflerle birlikte ulaşım şe­bekeleri ve demiryolları da bombalanacaktı. 
1945 yılının başlarında, durum Almanların Ardennes bölgesindeki karşı taarruzlarıyla, jet avcı uçakları ve şınorkel ile donatılmış denizaltılarıyla iyice karmaşık hale gelmişti. Bu durum, öncelikleri tekrar tartışılır hale getirdi. Fakat, yetkililerin farklı düşünüşleri sonucunda zorunlu bir uzlaşma ortamı doğdu ve bir çok uzlaşmada olduğu gibi uzlaşma da çok net ve tatmin ediği değildi.
Nisan ayında, önem arz eden hedefler o kadar azdı ki hem bölgesel bombardıman hem de önemli stratejik hedefleri gözeten bombardıman terk edilerek, doğrudan ordulara yardıma başlandı.

  HİTLER’İN İTALYA’DA ÇÖKÜŞÜ

Her ne kadar Almanların, kış mevzileri hemen hemen geçen yıl kadar sağlam gözüküyor ve hatta 300 kilometre kuzeyde bile özelliklerini hâla muhafaza ediyorsa bile, Müttefiklerin lehine de birçok olumlu gelişme ve unsurlar mevcuttu,1944 yılı sonlarına doğru, Müttefikler Gotik Hattı'nı ele geçirmişlerdi. Artık karşılarında Gotik Hattı gibi çok iyi tahkim edilmiş bir savunma engeli yoktu ve 1945 yılı bahar ayı için tasarlanan taarruz için şartlar çok daha elverişliydi. Bundan başka, Müttefik ordularını nispeten daha güçlü kılan diğer bazı önemli unsurlar da vardı.


( Mussollini, 28 Nisan 1945, Milano’da Loreto Meydanı. )       
Mart ayında, bahar taarruzunun arifesinde Müttefiklerin on yedi tüme­ninin yanı sıra altı İtalyan muharebe grubu da vardı. Almanların ise yirmi üç tümeni ve bir de Almanların bizzat Mussolini'yi kurtardığı kuzey İtal­ya'da bulunan sözde dört İtalyan tümeni vardı. Gerçekte buradaki dört tü­menin her biri ancak bir muharebe grubu büyüklüğündeydi. Fakat tümen­lerin miktarlarıyla yapılan karşılaştırma, mevcut dengeleri yanlış olarak yansıtıyordu. Müttefiklerin muharip gücü altı müstakil zırhlı tugay ve dört müstakil piyade tugayından meydana geliyordu ki, bu birlikler de üç ila dört tümene tekabül ediyordu.
Ayrıca, Alman cephesinin gerisinde bulunan 60.000 partizan da yaptıkları sabotaj ve eylemler sayesinde Müttefiklere çok yardımcı oluyorlardı. Partizanların çıkardıkları kargaşaları bastırmak için Almanların bunlara birlik ayırması, Müttefiklere çok büyük yarar sağlamıştı.
Daha da önemlisi, Müttefiklerin şu anda sahip olduğu mutlak hava üstünlüğüydü. Müttefiklerin stratejik bombardımanları o denli etkili olmuştu ki, Alman tümenleri İtalya'dan diğer harekât bölgelerine, Hitler'in emri bile olsa, çok zorlukla gidebiliyorlardı. Bunun yanı sıra diğer önemli unsurlar­dan birisi de Almanların mekanize ve motorize birliklerinin hareket kabili­yetini olumsuz yönde etkileyen ve giderek artan yakıt sıkıntısıydı. Yakıt sı­kıntısı öyle bir safhaya ulaşmıştı ki, Almanlar ne süratle hareket edip mey­dana gelen boşlukları daha önce yaptıkları gibi kapatabiliyorlar, ne de geri çekilirken oyalayıcı manevralar yapabiliyorlardı. Fakat Hitler, ihtimal oldu­ğu halde stratejik geri çekilmeye istekli gözükmüyordu.
Müttefiklerin sonbahardaki taarruzunun sona ermesinden sonra geçen üç ay içerisinde birliklerin araç ve gereçleri yenilenmiş, moralleri de çok yükselmişti. Amfibik tanklar (sudan geçebilen), "Kanguru" adlı zırhlı per­sonel taşıyıcılar, tırtıllı araçlar, ağır top monteli Sherman ve Churchill tank­ları, dozer tankları, alev makinalı tanklar büyük miktarlar halinde gelmeye başlamıştı. Ayrıca bol miktarda köprü malzemeleri ve mühimmat stoku da sevk edilen malzemeler arasında yer alıyordu.
Müttefik planlayıcılarının amacı ve asıl sorunu Alman birliklerini, Po Nehri'nin öte yakasına geçmeden ele geçirip dize getirmekti. Bunu en güzel Po Nehri'yle aşağı Reno arasında kalan yaklaşık elli kilometrelik bir alanı kaplayan geniş düzlükte zırhlı birliklerle başarabilirlerdi. Ocak ayının baş­larında havanın kuru olduğu dönemde, Sekizinci Ordu, Adriyatik yakınla­rında aşağı Reno bölgesinde bulunan Senio bölgesine kaydırılmıştı. Sekizin­ci Ordu'nun Comacchio Gölü'nün hemen batısında bulunan Bastia-Argenta bölgesini ele geçirip, geniş düzlüklere açılabileceği umuluyordu. Beşinci Ordu ise birkaç gün sonra, Bologna'nın yanından kuzeye doğru taarruza geçecekti. Bu müşterek harekât Almanların geriye çekilme yollarını kesecek ve onları kuşatmış olacaktı. Müttefiklerin bu taarruzunun başlama tarihi 9 Nisan'dı.
Beşinci Amerikan Ordusu'nun taarruzu, özellikle kendilerini destekle­yecek uçakların uçuşunu engelleyen hava koşulları nedeniyle 14 Nisan'a kadar gecikti. O nedenle Beşinci Ordu'nun önündeki düzlüklere ve Bologna kentine ulaşması için karşısında bulunan birkaç dağ sırtını aşmak zorunda kaldı. 15 Nisan'da, o muharebe için rekor sayılabilecek düzeyde 2300 ton bombanın uçaklar tarafından atılmasıyla birlikte, Beşinci Ordu'nun ilerle­mesi hızlanmıştı. Fakat 14'üncü Alman Ordusu iki gün daha direndi ve 17 Nisan'da, 4'üncü Amerikan Kolordusu'nun 10'uncu Dağ Tümeni hattı yar­dı ve hayati bir bölgeye, 9'uncu Yol'a ulaşmak için önünü açmıştı. Fakat, iki gün içerisinde bütün cephe çökmeye başlamış bu arada, Amerikalılar Bo­logna kentinin eteklerine ulaşmış ve başarıyı genişletme harekâtını yürüten birlikler de Po Nehri’ne doğru ilerlemeye başlamışlardı.
Vietinghoff’un birliklerinin büyük bir bölümü cephe hattında görevlendirilmişti ve müttefiklerin cephelerini yarmalarını engellemek için ellerinde hem çok az ihtiyat hem de çok yetersiz yakıt vardı. Artık cepheyi istikrara kavuşturmak ya da birlikleri buradan kurtarmak olanaksızdır. Ancak, o zaman da iş işten geçmişti. Daha hızlı ilerleyen Amerikalılar Verona’yı bir gün önce ele geçirdiler. Ondan bir gün evvel, 25 Nisan’da, partizanların hepsi ayaklandı ve her yerde Almanlara karşı taarruza geçtiler. 28 Nisan’da Mussolini ve metresi Claretta Petacci'nin Como Gölü yakınlarında partizanlarca yakalanıp vurulduğu gün, Alpler'deki bütün geçitler tutulmuştu. Alman birlikleri her yerde teslim oluyordu ve 25 Nisan'dan sonra devam etmekte olan Müttefik ilerlemesi her tarafta daha az direnişle karşılaşıyordu. 29 Nisan'da Yeni Zelandlılar Venedik'e ve 2 Mayıs'ta asıl sorunun Almanlar değil, Yugoslavların olduğu Trieste'ye girdiler.
Teslim olma koşulları üzerine cephe gerisinde yapılan görüşmeler daha "Şubat ayı başlarında, İtalya'daki SS birliklerinin başı General Kari Wolff ta­rafından başlatılmıştı. Müttefik cephesinde bu görüşmeleri ise merkezi İs­viçre'de bulunan Amerikan Stratejik Hizmetler Bürosu Başkanı Dulles yü­rütüyordu. Dulles, bu görüşmeleri başlangıçta İtalyan ve İsviçreliler aracılı­ğıyla yaparken, bilahare yüzyüze yapmaya başladı. Wolff un birçok Alma­nın da paylaştığı temel yaklaşımı, gereksiz yere daha fazla zarar görmemek ve imha olmamak ve Batılı Müttefiklerle anlaşarak komünizm tehlikesini savuşturmaktı. Wolffun SS Birlikleri'nin kontrolü ve yönlendirmesi dışın­daki önemi, cephe gerisindeki bölgelerin denetiminin kendisinde olması nedeniyle, Hitler'in Alpler'de tesis edilmesini istediği, nihai mevzi tesisi ta­lebini yerine getirmeyebilecek olmasıydı.
Bu görüşmeler, Almanların tarafında, göreve Kesselring yerine Vietinghoff’un atanması, Müttefikler tarafında ise görüşmelere Rusların da katıl­mak istemesiyle ve her iki tarafında karşılıklı olarak bu perde arkası görüş­melerden duyduğu kuşku nedeniyle kesintiye uğradı. Her ne kadar, Mart ayında bu gelişmeler umut verici boyutlara ulaştıysa da, Kari Wolffun İtal­ya'daki faaliyetleri, Himmler tarafından durduruldu. Böylece, her ne kadar Vietinghoff 8 Nisan'a kadar teslim olarak, Müttefiklerin bahar ayında yapa­cakları taarruzdan kurtulmak istediyse de, bunda başarılı olamadı.
Bununla beraber, 23 Nisan'da yapılan toplantıda, Vietinghoff ve Wolff, Berlin'den, direnişle ilgili gelecek emirlere itaat etmeyip, teslim olma görüş­melerini sürdürecekleri konusunda anlaştılar.25 Nisan'da, VVolff SS Birlikle­ri'ne, partizanlara karşı direnmemelerini emretti ve Mareşal Graziani, İtal­yan faşist birliklerinin teslim olmak istediğini bildirdi. Alman yetkilileri 29 Nisan saat 14.00'te, 2 Mayıs saat 12.00'de (İtalyan saatiyle 14.00'te) kayıtsız koşulsuz teslim olmayı kabul edecekleri belgeyi imzaladılar. Kesselring'in, son dakikadaki müdahalesine rağmen, bu kayıtsız koşulsuz teslimiyet kara­rı öngörüldüğü gibi, Almanların Batı Cephesi'ndeki teslimiyetlerinden altı gün önce yürürlüğe girmişti.

ALMANYA’NIN ÇÖKÜŞÜ

Hitler, batı cephesindeki birliklerin büyük bir kısmını, silah teçhizat ve diğer unsurlarını Ruslara karşı “ Oder Hattı’nda” tutunabilmek için Doğu Cephesi’ne sevk etmişti. Hitler’in buradaki amacı, beklentisi, Ardennes Bölgesine yaptığı karşı


( II. Dünya Savaşı sonrası Almanya, 1945. )

taaruzundan ve “ (v), (uçan füze)” bombardımanından ve Antwerpen üssünün bombalanmasından sonra, Batılı müttefiklerin taaruzlarını devam ettiremeyecekleri varsayımıydı. Bu nedenle Alman fabrikalarından ya da onarımdan gelen bütün araç, gereç, ve mühimmatı Doğu Cephesi’ne sevk etti. Ancak tam bu sıralarda Müttefikler, Ren’e yapacakları taarruz için olağanüstü bir yığınak yapıyorlardı. Bu taaruzun en önemli ve vurucu görevi Montgomerey’e verilmişti. Montgomerey’in emrinde kendisine bağlı iki orduya ilaveten Dokuzuncu Amerikan Ordusu, Birinci Kanada ordusu ve İkinci İngiliz ordusu vardı. Eisenhower’a bu kararıyla Montgomerey’in talepleri boyun eğdiği gerekçesiyle Amerikalı Generallerden çok sert eleştiriler geldi.
     Bu kızgınlık, Amerikalı Generalleri adeta kamçıladı. Amerikalıların çabaları sayesinde alınan sonuçlar çarpıcı olmuştu. Kendilerine tahsis edilen birlikler Montgomerey’in emrine verilenlere oranla az, Almanların, savunma için bıraktıkları birliklerden fazlaydı.
      Kendisine ulaşan bu haberle Hitler şok oldu. Amerikan birliklerinin ilerlemesine karşı koyacak hiçbir kuvvet kalmamıştı.
      En büyük engel düşmandan değil düşman uçaklarının yolları mahvetmesinden gelmişti. Zira şu arada Almanların süratle Berlin’e ulaşmaları gerekmektedir ve oder hattını ele geçiren Rusları durdurması gerekmektedir. Hitlerin bu bölgeyi ele geçirmeyi istemesine karşın Alman halkı kendi topraklarının daha fazla tahrip olmasını istemiyordu.  
Ren nehrinin, Müttefiklerce geçirmesinin arifesinde Hitler, yayınladığı emirde “ Muharebe, sivil halkımızın durumu düşünülmeden icra edilecek” demişti. Bölgedeki yetkililere verilen emirde “bütün fabrikaların ana elektrik, su ve gaz şebekelerinin” imha edilmesin isteniyordu. Fakat Hitler’in savaş üretim bakanı olan Albert Sipeer, bu emre derhal karşı çıktığı nokta bu itiraza Hitlerin cevabı ani ve sert oldu: “Şayet bu savaşı kaybedersek, Alman halkı da yok olacaktır. Onun için halkın neye ihtiyacı olduğunu düşünmeye gerek yoktur” diyordu.
Bu kıtlık ve duygusuzluk karşısında afallayan Sipeer’in, Hitlere alan sadakati azalmıştı. Alman komutanların birçoğu müttefiklerin Normandiya’ya  yaptıkları çıkarmadan sonra son umutlarını da kaybetmişlerdi hemen hemen hepsi umutsuzdu. Kimi zaman Hitlere bağlılıklarına gölge düşürmek istemediklerinden,  kimi zaman Hitler’in gazabından dolayı savaşı kaybettiklerini bile bile savaşa devam etmek zorunda kalmışlardır. Savaş müteakip aylarda, Hitler’in acımasızlığı yüzünden devam etti. Bu tutumu Nazi rejiminin çökmesine ve Almanların daha çabuk mağlup olmasına neden olacaktır.  Böylelikle de Hitler savaşı ısrarla sürdürmek için sahip olduğu bütün gücü kaybetmiş olacaktı.

SONUÇ VE ANTLAŞMALAR

Temmuz ve Ağustos 1945'te barış antlaşmala­rının koşullarını görüşmek üzere Potsdam Konferansı toplandı. Toplantıya önde gelen Müttefik temsilcileri olarak ABD'den Roose-velt'in yerine seçilen Başkan Harry S. Truman, SSCB'den Stalin ile İngiltere Başbakanı VVinston Churchill (daha sonraki toplantılara Churchill'in yerine başbakan seçilen Clement Attlee) katıldı. Konferansta alınan belli başlı kararlar şun­lardı: Müttefikler Almanya'yı işgal edecek ve silahsızlandıracak, böylece gelecekte savaş çı­karma tehlikesi önlenecekti. Alman ordusu dağıtılacak, sanayisi denetlenecek ve açık de­nizlere çıkabilecek glmi, silah ya da savaş uçağı yapımı yasaklanacaktı. Hitlerön Nazi Partisi'nin düşünceleri yasaklanacaktı. Almanya'nın bütünlüğünün korun­ması ilkesi dışında kalan antlaşma koşulları genellikle uygulandı. Almanya ve Berlin Müttefik kuvvetler ara­sında bölündü. SSCB birliklerinin işgal bölge­si olan Doğu Almanya, sonradan Alman De­mokratik Cumhuriyeti oldu. Batı Almanya' nın kuzeyi İngiliz, güneyi ile Bremen bölgesi ABD ve güneybatısı jda Fransız birliklerince işgal edildi. Almanya'nın bölünmüşlüğü bu­gün de sürmektedir Nazi liderler Müttefikler'den dört yargıç ta­rafından Nürnberg'd yargılandı. Yargılama yaklaşık bir yıl sürdü» Sanıklardan 12'si ölüm cezasına çarptırıldı; bfınlardan biri olan Mare­şal Hermann Goeringi zehir içerek intihar etti. Yedi kişi hapis cezasıa çarptırıldı. Öteki Na­zi savaş suçluları da yargılanarak idam edildi ya da hapsedildi. Bazı Alman bilginleri özel­likle roket mühendis|eri de ABD ve SSCB'ye götürüldü. Batılı Müttefikler ile SSCB arasında. Al­manya'nın doğusundaki toprakların ne kada­rının SSCB ve Polonya'ya bırakılacağı konu sunda anlaşmazlık vardı. Sonuçta SSCB, Do­ğu Prusya bölgesini Polonya'yla paylaştı. Oder ve Neisse ırmaklarının doğusunda kalan topraklar da Polonya'ya verildi. Bu iki bölge ile Çekoslovakya, Macaristan, Romanya ve Polonya'da yaşayan Almanlar, Almanya'ya taşındılar. Müttefikler arasındaki en önemli görüş ay­rılığı, Almanya'nın bütünlüğünün korunması konusunda çıktı. Birleşik bir Almanya'nın çok güçlü bir ülke olabileceğini düşünen Fransızlar bu konuda isteksiz davrandılar. SSCB ise, Almanya'nın bütünlüğünün korun­masını, ama bunun sosyalist yönetim altında gerçekleşmesini savunuyordu. Böylece Al­manya'nın SSCB işgalinde kalan bölgeleriyle Berlin'in doğusu. Batı Berlin ve batılı Müttefiklerin işgalindeki bölgelerden ayrıldı. Bu durum 1949'da iki ayrı devletin doğmasına neden oldu: Batı Berlin'i de içeren Almanya Federal Cumhuriyeti ve başkenti Doğu Berlin olan, sosyalistlerin yönetimindeki Alman De­mokratik Cumhuriyeti kuruldu.
Japonya da Müttefikler'ce işgal edildi. Ama savaşı izleyen ilk yıllardan sonra dene­tim tümüyle General Douglas MacArthur'un yönetimindeki ABD'li yetkililerin elinde kal­dı . Japon ordusu dağıtıldı ve silahsızlandırıldı. Çin ve Güney­doğu Asya'nın çeşitli yerlerine yerleşmiş olan 4 milyonu aşkın Japon da Japonya'ya geri gönderildi. Bazı Japon komutanları savaş suç­lusu olarak yargılandı; idam ya da hapis ceza­sına çarptırıldı. Önce Japonya'nın silahlı güç­ler oluşturması yasaklandı. Ama sonra SSCB ve bölgedeki öbür sosyalist güçlere karşı önemli bir müttefik olabileceği düşünülerek ordusunu ve deniz gücünü kurmasına yardım edildi. Batı Almanya gibi Japonya da, yerlebir edilmiş kentlerini ve fabrikalarını yeniden kurmak için özellikle ABD'den büyük          yardım  aldı.
Japonya ile barış antlaşması 1951 Eylül'ünde imzalandı. Bu antlaşmaya SSCB ve Hin­distan karşı oldukları maddeler nedeniyle ka­tılmadılar. Antlaşmanın en önemli sonucu, Japonya'nın topraklarının dört adayla sınır-lanmasıydı. Japonya'nın sö­mürgeci imparatorluğu sona erdi. Ryu-Kyu, Benin, Mariana ve Marshall adaları, Bir­leşmiş Milletler adına yönetilmek üzere ABD'ye; Güney Sahalin ve Kuril adaları ise SSCB'ye bırakıldı. Japonya'nın savaştan önce işgal ettiği Mançurya, Çin'e geri verildi. Kore ise bağımsız bir devlet oldu. Ayrı bir antlaş­mayla ABD'ye Japonya'da askeri güç bulundurma yetkisi        verildi.             
II. Dünya Savaşı'nda hava saldırılarında binlerce sivil insan da öldürüldü. Almanlar toplama kamplarında 6 milyon Yahudi'yi öl­dürdüler. Bu uygulamaya "toplu kıyım" de­nildi. İşgal ettikleri topraklarda yaşayan 10 milyon kişiyi evlerinden, yurtlarından ayırdı­lar ve Almanya'da fabrikalarda köle gibi ça­lışmaya zorladılar. Yaklaşık 35 milyon insanın öldüğü bu sa­vaşta SSCB 20 milyon yurttaşını yitirdi. Po­lonya'da Nazilerin burada öldürdüğü 3 mil­yon Yahudi'yle birlikte yaklaşık 6 milyon kişi öldü. Almanya 4 milyon, Japonya 2 milyon, ABD 298 bin, İngiliz Uluslar Topluluğu 544 bin ve İngiltere 350 bin insanını yitirdi. Çin'in ise 2 milyondan fazla askerinin öldüğü sanıl­maktadır.



ADOLF HİTLER (1889–1945)

20 Nisan 1889 yılında Branau kasabasında doğdu. İlk tahsilini doğduğu kasabada gördü. Orta tahsilini Viyana civarındaki Lintz şehrinin Realschule'sinde yaptı. On üç yaşında, ilk önceleri çok iyi bir memur olan, sonra memurluktan emekli olan ve çiftçilik yapan babasını, on altı yaşında her zaman ona destek veren annesini amansız bir hastalık yüzünden kaybetti. Hayatın bu acı darbeleri ve ailesinden ona kalan ihtiyacını karşılamayan yetim maaşı ona çabuk karar vermeyi öğretti. Orta öğrenimini bitirince çok iyi çizim ve resim yaptığı için Viyana Güzel Sanatlar Akademisine gitmeye karar verdi kendisine olan güveni ona her şeyi hiç düşünmeden yaptırıyordu. Akademiden kendisinin yeterli olmadığını öğrenince yıkılmıştı. Yapayalnız ve iç güveniyle geldiği Viyana'da ne yapacağını bilmiyordu. O yıllarda hem amele olarak çalışıyor hem de mimarlık sınavlarına hazırlık nedeniyle kitaplar okuyordu. Viyana sanayi mektebine yazıldı ve bir mimarın, sonra da nakkaşın yanında çalıştı. 1912'de Viyana'dan Münih'e geldi.  1914 yılına doğru, Avusturya'nın Almanya ile birleşmesi gerektiğini düşünen otoriteler, böyle bir ittifakın ilerisini düşünemediler ve İtalya ile Rusya'nın ittifak oluşturup Avusturya'yı da Almanya karşıtı görüşlere sürükleyerek yanlarına çekmek istediler. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler Bavyera'da Alman ordusuna gönüllü olarak girdi. 'Alman milletinin sonunun söz konusu olması ve hürriyete kavuşma düşüncesi için, dünyanın hiçbir zaman bu kadar şiddetlisini görmediği bir mücadele başlamıştı.'[1] Savaş sırasında kafasına takılan Marksizm, artık onun için 'son ve kesin hedefi Yahudi olmayan bütün devletleri yıkmaktan ibaret olan anlayışın dünyaya hakim olma anlayışı, tüm halkı zehirleyen hilekar toplantılara karşı hiç tereddüt etmeden acımasızca seslerini kesme zamanı geldiğini düşünüyordu. Marksizm'e karşı bir mücadele düşünülebilirdi; fakat onun yerini alabilecek bir teorinin olmaması onu endişelendiriyordu. Buna karşı da hiçbir partinin faaliyetinin olmaması ve milli gururla yaşayan bir vatandaş olması, onun siyasi partilere girmesini engelliyordu. İşte kesin bir karar vererek kendisini, ilerde bu faaliyetlere iten neden de bir düşmandan daha etkileyici olan Marksizm için mücadele etmekti. Savaş umulmadık bir yola girince her şey tersine döndü ve Sovyet İhtilalinin olması Münih'te durum tahammül edilemez haldeydi. Münih'in kurtarılmasından sonra 2. Piyade Alayı'ndaki ihtilalci ayaklanmalar hakkındaki komisyona katılmasıyla ilk siyasi faaliyeti başlamıştı. Alay'da askerler için vatani gurur ve mücadele için yapılan kurslarda alınan en önemli karar yeni bir partinin kurulmasıydı. Partinin fikirleri bu konudaydı ama Hitler ise 'her fikir, hatta en ideali bile kendini bir amaç halinde görürse, o tehlikeli bir hal demektir. Çünkü gerçekte o fikir amaca ulaşmak için ancak bir araçtır. Fakat ona ve bütün gerçek nasyonal-sosyalistlere göre tek bir yol vardır o da, millet ve vatandır.'[3] Alay'ın düzenlediği kurslarda verilen derslerin birinde 'Gottfried Feder'in sermaye faizinin oluşturduğu esaretin ret ve açıklamasıyla, burada Alman milletinin geleceği için bir gerçeğin söz konusu olduğunu anladı.                         Bundan sonra derslerdeki başarıları gittikçe arttı. Komutanlarından aldığı bir emirle Gottfred Feder'in konuşma yapacağı 'Alman İşçi Partisi' derneğinin amacının ne olduğunu öğrenmek için görevlendirildi. Adolf Hitler partinin görüşlerini ilk başta tasvip etmedi; fakat Alman halkının geleceği ve Alman milliyetçiliğini göz önünde bulundurup ve o toplantıda ona verilen partinin broşürünü 'Siyasi Uyanışım' okuyunca, partiden gelen davet üzerine başka bir toplantıya katıldı. Daha sonra partinin izlediği politika hoşuna gidince Alman İşçi Partisi'nin üyesi olmaya karar vererek politikaya atıldı ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne girdi. Versaille anlaşmasını imzalanmasından sonra silahsız bırakılan ve hayatını sürdürmek zorunda olan Alman milleti, içerdeki düşman sürüleri yok edilmedikçe ve karakteri yaratılışı itibarıyla bozuk olan ve otuz altın karşılığında her şeye ve herkese ihanet edebilen Yahudi toplumu temizlenmedikçe, teknikle hiçbir hazırlanma önlemi alınamaz. Yukarıda Hitler'inde belirttiği üzere partinin ilk hedefi bu politika üzerinde olmuş ve amaçlarının ırkçı bir devlet meydana getirmek olmadığını belirterek, Yahudi güç ve iradesini yok etmekten başka bir amaç olmadığını göstermiştir. 'Tarihin ortaya koyduğu bir gerçek vardır: En büyük zorluk, yeni bir ortam meydana getirmek değil, ona bu yeri serbest bulundurabilmektir. Hitler, 1924'de Almanya'da yaşanan kötü gidişata dur demek için hükümeti devirme teşebbüslerinde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkûm edildi ve bu zaman içinde “Kavgam” adlı hatıralarını yazdı. 1925 Şubat'ında hapisten çıktı ve kısa adı Nazi Partisi olan, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin yönetimini ele geçirdi. Parlamentoya 1928'de 12, 1930'da 107 milletvekiliyle geldi. 1933'te Hitler devlet başkanı Hindenburg tarafından başbakanlığa getirildi. Hindenburg'un 1934'te ölümü üzerine Hitler devlet başkanlığı ile başbakanlığı birleştirmenin Alman halkı ve milliyetçiliği için daha iyi olacağından devlet başkanlığı ile başbakanlığını birleştirerek Almanya'nın tek lideri oldu. Büyük bir mücadele sonucunda 1938'de Avusturya'yı, 1939'da Çekoslovakya'yı Almanya topraklarına dâhil etti. Adolf Hitler, İtalya ile Almanya arasında bir anlaşma yapılmasını sağlayarak 1939'un sonlarına doğru Polonya'ya saldırdı. Dünya devletleri için Hitler'in Polonya'ya saldırması, 2. Dünya Savaşını başlattı. Hitler komutasındaki Alman birlikleri, çok uzun ve zor şartlar altında bir sene zarfında birçok devleti işgal altına aldı. 1940 yılında işgal edilen bu devletler; Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve son olarak Fransa oldu. Hitler, SSCB ile uzlaşma yaptı fakat çok geçmeden Hitler'in Alman halkının geleceği ve milliyetçiliği için düşündüğü engelleri ortadan kaldırmak amacıyla, 1941'de yaptığı bu uzlaşma anlaşmasını bozarak; Hitler SSCB'ye girmenin kaçınılmaz olduğunu düşündü. Hitler ve birliklerinin SSCB'ye girmesi, yaklaşık 27 yıl önce başlayan I. Dünya Savaşı'nın da etkisini sürdürmesiyle yeni bir savaş ortamı oluşturdu. Aynı yıl ABD, Almanya'nın bu ilerlemesine karşılık Fransa ve İngiltere'nin yanında savaşa girme kararı aldı 1943'te Hitler ve birlikleri hiç hesap etmedikleri hava koşulları nedeniyle Napolyon'da SSCB'ye yaptığı saldırıda hava koşullarını hesap etmemişti.) SSCB'de ve Kuzey Afrika'da gerilemeye başlayınca; Hitler savunmanın önemini daha iyi kavramış oldu. 1944'te generallerinden bazıları onu öldürmek istediler fakat başarısızlığa uğradılar. 1945 Nisanı sonunda, Almanya'nın yenilgisi kesinleşip Ruslar Berlin'de ilerlerken, son zamanda evlendiği Eva Braun ile (bazı yazarlar intihar ettiklerini söylüyorlar) beraber ortadan kayboldu.

DEĞERLENDİRME

II. Dünya Savaşı Adolf Hitler’in diktatörlüğü ile başlamış ve savaş sonunda milyonlarca insan ölmüştür.  II. Dünya savaşına damgasını Adolf Hitler kadar damgasını vuran bir başka hadise ise değişen dünyada gelişen savaş teknolojisi olmuştur. 40 milyondan fazla insanın ölmesinde bu teknolojinin yeri hiç şüphesiz çok büyük etken olmuştur. Özellikle uçakların ve bombaların gelişmesi ve işlevinin artması insan kaybındaki artışın en büyük sebebidir.
Bundan başka Hitler kadar Batılı devletlerin de bu savaşta sorumlu olduğu bilinmektedir. Başta Hitler’i serbest bırakmışlardır. Sonra Hitler’i işgalci diye nitelendirip dünya savaşının başlamasını tetiklemişlerdir.
Sonuç ne olursa olsun bu savaşta kazananlardan çok kaybedenler olmuş ve dünya tarihinin en kanlı savaşı olarak tarihe geçmiştir. Bir daha aynı acıların yaşanmaması dileğiyle…









KRONOLOJİ

·        1 Eylül 1939, Almanya'nın Polonya'ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı başladı.     
·        3 Eylül 1939, İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş açtı.
·        28 Eylül 1939, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya ve Sovyetler Birliği Polonya’nın paylaşımı için bir plan yaptılar
·        4 Haziran 1940, Alman Birlikleri Paris’e girdi.
·        12 Haziran 1940, Ankara Hükümeti, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’nda savaş dışı kalacağını açıkladı. Bakanlar Kurulu kararı açıklanırken, aynı zamanda Türkiye’nin İtalya ile ticari ilişkilerinin kesildiğini de bildirildi.
·        14 Haziran 1940, Alman birlikleri Paris’e girdiler.
·        27 Eylül 1940, Japonya, Almanya ve İtalya’nın askeri paktına katıldı
·        6 Aralık 1940, Yunanistan, Arnavutluk’ta, Premete kentini işgal etti
·        1 Mayıs 1941, II. Dünya Savaşı'nın kapılarımıza kadar dayanması üzerine İstanbul'un tahliyesine (boşaltılmasına) başlandı.
·        22 Haziran 1941, Almanya SSCB`yi istila etti.
·        10 Ağustos 1941, Terra-Nova açıklarında, Pnihce of Wales zırhlısında Churchil ile Roosvelt arasında 2 gün sürecek Newfoundland Konferans'ı yapıldı; Gelecekteki paktın temellerini atan Atlantik Antlaşması ilan edildi.
·        8 Eylül 1941, Leningrad Almanlar tarafından kuşatıldı.
·        6 Aralık 1941, İngiltere, Romanya, Macaristan ve Finlandiya’ya savaş ilan etti
·        11 Aralık 1941, ABD ile Almanya birbirlerine savaş ilan ettiler.
·        25 Aralık 1941, Washington'da 14 Ocak 1945'e kadar sürecek olan Arcadia Konferansı başladı.
·        26 Mart 1942, Naziler Yahudiler`i Auschwitz toplama kampına göndermeye başladı...
·        3 Haziran 1942, Midvay deniz savaşı başladı. iki gün süren savaşta Japonlar ağır kayıplar verdiler. Japonlar 4 uçak gemisi, 4 kruvazör, 8 nakliye gemisi ve 250 uçak kaybettiler. Bu deniz savaşı ile Japonların pasifikteki ilerleyişi duruldurulmuştur.
·        23 Ekim 1942, General Montgomery komutasındaki İngiliz kuvvetleri Mihver cephesine karşı taarruza başladı. Taarruz başarılı oldu ve Müttefik kuvvetleri Aralık'ta Trablus'a girdiler.
·        8 Kasım 1942, General Eisenhover komutasındaki Amerikan kuvvetleri, Fas'ın Atlantik kıyıları ile Cezayir kıyılarına çıkmaya başladı.
·        20 Kasım 1942, İngilizler Bingazi’yi işgal etti
·        24 Kasım 1942, 4. Stalingrad muharebesi başladı:
Hitler, Rusyaya bir prestij darbesi indirmek için Stalingrad'ı düşürmeye büyük önem veriyordu. Bu sebeple Temmuz 1942 sonundan itibaren 4 safhada yapılacak olan Stalingrad muharebeleri başladı.24 Kasım'a gelindiğinde en şiddetli taaruz başladı. Bu taarruz sonunda Stalingrad düşürülemediği gibi, Ruslar Ocak 1943'den itibaren karşı taarruza geçip, Şubat ayında 6. Alman Ordusunu 190 000 kişilik bir kuvvetle esir ettiler. Böylece Stalingrad muharebesi Ruslar'ın zaferi ile sonuçlanmış oldu.
·        27 Kasım 1942, Alman orduları Tulon limanına girerken, buradaki Fransız donanması kendini yok etti
·        24 Temmuz 1943, İtalya'da toplanan Büyük Faşist Konseyi, 10 saatli tartışmalardan sonra Benito Mussolini'yi iktidardan düşürdü. Mussolini istifa etmek zorunda kaldı.
·        3 Eylül 1943, II. Dünya Savaşı sırasında mütefiklerin istilası üzerine İtalya, koşulsuz teslim oldu.
·        13 Ekim 1943, İtalya Almanya'ya savaş ilan etti.
·        28 Kasım 1943, Churchill, Stalin ve Roosevelt Tahran’da biraraya geldi. Bu üç lider şu kararları aldılar: İkinci cephenin açılması, Türkiye’nin savaşa girmesi, dünyanın savaş sonrası düzeni, Polonya’nın geleceği, Müttefik çıkarmasının Fransa’ya yapılması gibi konularda oldu. Tam bir anlaşma görülemedi. Ancak bu konferans Türkiye’nin savaşa girmesi isteğinin en net telaffuz edildiği toplantı oldu.
·        26 Ocak 1944, II Dünya savaşı sırasında Sovyetler birliği topraklarına giren Alman ordusu ağır kış şartlarına rağmen uzun süre savaşmayı sürdürdü. Öyleki Almanların Leningrad kuşatması 8 Eylül 1941 başladı ve yaklaşık 900 gün devam etti. Ancak Ruslar Leningrad kuşatması boyunca açlıktan ölen 1,5 milyon insana rağmen şehirlerini Almanlara bırakmadılar.
·        13 Ekim 1944, II. Dünya Savaşı’nda Amerikan orduları Almanya’nın Aachen kentine girdi
·        27 Ocak 1945, Nazilerin 1940 Nisan'ında kurduğu en büyük toplama ve imha kampı olan Auschwitz, Sovyetler tarafından ele geçirildi. Auschwitz'de savaş boyunca yaklaşık iki buçuk milyon insan katledildi.
·        25 Şubat 1945, Türkiye, Almanya ve Polonya’ya savaş ilan etti.
·        20 Nisan 1945, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet birlikleri Berlin'e girdi.
·        20 Nisan 1945, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet birlikleri Berlin'e girdi.
·        7 Mayıs 1945, Almanya'nın teslim olmasıyla İkinci Dünya Savaşı Avrupa'da sona erdi. Uzakdoğu'da ise Japonya hala savaşıyordu.
·         8 Mayıs 1945, II. Dünya Savaşı sona erdi.
·         6 Ağustos 1945, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya'nın Hiroşima şehrine ilk atom bombasını attı. Şehirde 10 kilometrekarelik alan yerlebir olurken, 66 bin kişi öldü, 70 bin kişi de yaralandı.
·        10 Ağustos 1945, Japonya teslim olmayı kabul etti. II. Dünya Savaşı sona erdi.
·        2 Eylül 1945, Tokyo Körfezi'nde demirli bulunan Missouri zırhlısında yapılan görüşmede; Başbakan Suziki, Japonya'nın yönetimini General Mac Artur'a devrini öngören anlaşmayı imzaladı.
·        2 Eylül 1945, ABD Başkanı Truman zafer ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı sona erdi.





                                           KAYNAKÇA

·        Akad, Tanju, Mehmet, “20. Yüzyıl Savaşları”, 2 cilt Kastaş Yayınları, 2005
·        Artuç, İbrahim, “İkinci Dünya Savaşı”, 2 cilt / Kastaş Yayınları, 1999 İstanbul
·        Artuç, İbrahim, “Hitler ve İkici Dünya Harbinin Kaderi” Kastaş Yayınları, 1984 İstanbul
·        Carell, P.,  “Çöl Tilkisi Rommel”,  Kastaş Yayınları, 1983
·        Guderian, Heinz, “Bir Askerin Anıları”, 2 cilt /Kastaş Yayınları, 1998 İstanbul
·        Hart, Liddel, “Strateji Dolaylı Tutum”,  Doruk Yayınları, 01-2003
·        Hart, Liddel, “Hitler'in Generalleri Konuşuyor”, 2 cilt Kastaş Yayınları, 2005
·        Hart, Liddel, “II. Dünya Savaşı Tarihi”, 2 cilt YKB Yayınları, 2005 7. baskı İstanbul
·        Macksey, K.J., “Panzer Birlikleri”,  Kastaş Yayınları, 2008
·        Ryan, C.,  “En Uzun Gün”, Kastaş Yayınları, 2007
·        Sander , Oral,  “Siyasi Tarih”, İmge Kitapevi, 2007
·        Shirer, W.L., “Nazi İmparatorluğu”, 1 cilt İnkılâp Kitapevi,1992
·        Sertel, Sabiha, “II. Dünya Savaşı Tarihi“, Eylül 1999





[1] Hart, Liddel, “II. Dünya Savaşı Tarihi”, s. 16–20
[2] Hart, Liddel, “II. Dünya Savaşı Tarihi”, s. 21–24

[3] Sertel, Sabiha, “II. Dünya Savaşı Tarihi“, s. 20–21
[4] Shirer, W.L., “Nazi İmparatorluğu”, s. 10-14.18-27
[5] Hart, Liddel, “Hitler'in Generalleri Konuşuyor”, s. 22–31
[6] Artuç, İbrahim, “Hitler ve İkici Dünya Harbinin Kaderi” Kastaş Yayınları, 1984 İstanbul, s. 31.32.33.34.35

[7] Macksey, K.J., “Panzer Birlikleri”, s. 25.26.27.28
[8] Hart, Liddel, “II. Dünya Savaşı Tarihi”, s. 35–41
[9] Hart, Liddel, “II. Dünya Savaşı Tarihi”, s. 42–49
[10] Sander, Oral,  “Siyasi Tarih”, s. 35.36.37–42.43.44.45
[11] Sertel, Sabiha, “II. Dünya Savaşı Tarihi“,  s. 47–50

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder