22 Mart 2012 Perşembe

arkeoloji (kitap)

ÖNSÖZ

Hazırlamış olduğum bu kitap saygıdeğer hocam Prof. Dr. İlhami DURMUŞ’A araştırma ödevi olarak yazılmıştır. Araştırma çalışmam olan arkeoloji konusunu kitap haline getirerek, özellikle öğrencilerin faydalanabileceği bir kaynak haline getirmeye çalıştım.
Hazırlamış olduğum bu kitapta arkeoloji konusunu tüm detaylarıyla incelemeye çalıştım. Yardımlarından dolayı saygı değer hocam Prof. Dr. İlhami DURMUŞ’A teşekkürlerimi sunarım.




                                                                                                                        TAMER EREN
                                                                                                                Kasım,2011 ANKARA


GİRİŞ

Arkeoloji günümüzde önemli bilimler arasına girmiştir. Bu eserde bu bilimin doğuşunu, oluşumunu ve gelişimini ele almaya çalıştık. İlk önceleri değerli eser bulmak amacıyla yapılan kazılardan oluşan arkeolojinin ilk örnekleri, yerini zamanla bu merak dışında bilgi edinmeye bırakmıştır. Buluntular özellikle ilk zamanlarda soyluların ve asillerin ilgisini çekmiştir. Eski eser bulma onlarda bir saplantı haline gelmiştir. Bu kişilerin zamanla araştırmacıları desteklemesi neticesiyle arkeoloji biliminin temelleri atılmıştır. Özellikle Rönesans çağında antik yunan ve Roma eserlerinin incelenmesi ve bu kültüre duyulan hayranlığın artması neticesinde arkeolojik olarak nitelendirebileceğimiz ilk araştırmalar ortaya çıkmıştır. Bunların ardından zamanla Avrupa halkı kazılara ve çıkan eserler büyük hayranlık ve ilgi göstermeye başlamıştır. Bunu takip eden süreçte ise ilk müzeler kurulmaya başlanmıştır. İlk müzelerin kurulmaya başlaması ile birlikte kazılarda önem arz etmiş ve ilk defa İngiltere Kralı arkeolog olarak nitelendirilebilecek bir sıfatla bir kişi tayin etmiştir. Bu süreçten sonra endüstri çağıyla birlikte zengin işadamı sınıfının doğmasıyla bu sınıftaki insanlar bu tür arkeolojik kazılara önem göstermiş ve kendileri için birçok araştırmacı görevlendirmiştir. Daha çok antikacılık olan bu döneme arkeolojik eserlerin korunması ve saklanması düşünüldüğünde ilerleme kaydedilmiştir. Daha sonraki yıllarda ardı ardına ilk önce Almanya’da olmak üzere arkeoloji enstitüleri kurulmaya başlanmış ve bunu batının gelişmiş ülkeleri takip etmiştir. Özellikle I. Dünya Savaşından sonra arkeoloji bir bilim dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde ise arkeoloji başlı başına bilim haline gelmiştir. Bununla birlikte arkeoloji çeşitli kollara ayrılmıştır  (su altı arkeolojisi, Etnoarkeoloji, çevresel arkeoloji vb). Arkeolojik veriler çeşitli bilim dallarının yardımıyla çok detaylı bir şekilde incelenebilir hale gelmekle birlikte daha kesin sonuçlar elde edilebilmekte ve bundan başka tarih mirası olan bulgular ve buluntular çok daha iyi şartlar altında muhafaza edilebilmektedir. Gelecekte ise teknolojinin her geçen gün ilerlemesi ile birlikte daha detaylı çalışmalar yapılabilinir ve çözümlenemeyen sorunlar çözümlenebilir.







BİRİNCİ BÖLÜM

1. ARKEOLOJİNİN TANIMI


Arkeoloji; geçmişte yaşanmış insan topluluklarını, kültürlerini, toplumsal düzenlerini ve siyasi münasebetlerini günümüze kadar gelen maddi kaynaklara dayanarak inceleyen ve yorumlayan bilim dalıdır. [1]
Eski Yunan kökenli olan bu sözcük eski anlamına gelen “arkhaios”  ve bilim anlamına gelen “logos” sözcüklerinden türetilmiştir. Geçmişten günümüze kalan her çeşitte maddi eseri inceleyen bilimdir. [2]
Sikkeler, keramikler, maden ve pişmiş toprak, heykelcikler, kesme taşlar (gem) arkeolojinin küçük sanat eserleri denilen kolunu meydana getirir. Bunun dışında arkeoloji aynı zamanda mimari yapıt, anıt vb. taşınamayacak derecede büyük eserleri de inceler.
Diğer yandan arkeoloji tariflendirme, toprak incelemesi, fotoğraf çekimleri ve yazıların okunması gibi bazı araştırmaları da değerli örnekleri teşkil eder. [3]
Diğer yandan arkeoloji geçmişi insanın gözünden görmektir. Çıkan buluntulardan geçmişte insanların ne şekilde yaşadığı hakkında ve onların sosyal, ekonomik, siyasi yapılanmaları hakkında önemli fikirler elde edilebilir. [4]
Geçmişi anlamaya yönelik iki bakış açısı vardır. Birincisi insanın geçmişi çok eski gibi görmeyip alışkanlıklarının fazla değiştiğini düşünmemesi yani durağan olmasıdır. Bu söylentilere dayalı kanıtlanması gerekli olmayan inanılan geçmiştir.
Bundan tümüyle farklı olan bakış açısı ise geçmişi anlamak için sorular sorar.  Ve cevap için kanıtlar aramaya başlar. Arkeoloji geçmişi anlamaya yönelik somut kanıtlar bulmaya çalışan ve geçmişin yeraltındaki ve yer üstündeki kalıntılarını ortaya çıkarıp açıklamaya çalışan ve açıklarken de bunları diğer buluntularla karşılaştırarak kültürler arası etkileşimi de inceleyen bilim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bakış açısında arkeoloji de tarihle ilgilenen diğer bilimler gibi geçmişi anlamak için bilimsel verilere dayalı sürekli araştıran bir bakış açısı içerisindedir. Arkeoloji bu bakış açısıyla düşünüldüğünde bilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Arkeoloji geçmişi ortaya çıkarmayı kendisine ilke edilmiş bir bilim dalı haline gelmiştir.[5]
Arkeoloji insanın yaşamını gelişimini “ maddi kalıntılara” dayanarak inceler. Maddi kalıntı ise insan tarafından doğru ya da dolaylı olarak etkilenen, kullanılan, değiştirilen, yapılan, ya da biçimlendirilen her şeyi kapsar.
Arkeoloji her maddi kalıntıları incelese de o döneme ait sözlü gelenekleri ve kültürel değerleri ve davranışları anlayabilmesi zordur. Fakat buna rağmen çıkan buluntulardan yorumlar yapılarak sonuçlar çıkarılabilmektedir. Arkeologlar örneğin bir vazo üzerindeki bezemelerden günlük hayata dair bilgiler içerebildiğini ortaya koymuşlardır.
Ayrıca arkeoloji her zaman diğer bilim dallarıyla iç içe olmuştur. Özellikle sosyoloji, antropoloji ile yoğun faydalanmaktadır. Bu şekilde elde edilen verilerden insan yaşamına dair daha bilimsel ve gerçekçi bilgiler elde edilebilmektedir.  Bunun dışında arkeoloji geçmiş dönemleri incelerken çok sayıda ayrıntıyı ele almak durumundadır. Her türlü somut veriyi ele alır. Bu incelemeler arkeolojinin topluma yansımayan yüzüdür. Topluma yansıyan yüzü ise müzelerdir.[6]  


2. ARKEOLOJİ’NİN TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ

2.1 Arkeoloji Başlatan Sebepler

Arkeoloji meraktan doğmamıştır. Çünkü insanlar bilmedikleri şeyleri değil bildikleri şeyleri merak ederler. Arkeoloji geçmişe soru sorulmasıyla başlamıştır. Arkeolojin merak neticesinde başladığı düşüncesinin yanı sıra eski dönemlerde kazı yapan kişilerin arkeolog olarak algılanması pek doğru değildir. Günümüzdeki manasıyla bu kişiler arkeolog olarak nitelendirilemezler. Buna en güzel örnek Babil Kralı Nibonidus’un MÖ 6 y.y da yıkıntı halindeki bir tapınağı onarmak için kazdırmasıyla bu kişinin arkeolog olarak düşünülmesidir. Fakat günümüzdeki manasıyla bu kişinin arkeolog olması mümkün değildir. Arkeolog kazıyı arkeolojik buluntuları çıkarmak ve bunları anlamak için yapar. Buradaki durumda ise bu kişi bu çalışmayı bu amaçla yapmamıştır. Bu sebeple bu kişiye günümüzde arkeolog tabiriyle nitelendiremeyiz. Bu dönemdeki arkeoloji çalışmaları yapmış kişi aslında başka bir amaçla tapınağı kazdırmıştır. Çıkan Sargon Heykelini onarmış ve tapınağa koymuştur. [7]
Bu kişi gibi tarihte belirli sayıda belge ve bulgu bulan çeşitli kişilere rastlanmaktadır. Bu kişilerin kimileri bu eserleri ilginç gördüklerinden kimileri ise gizemli bir gücü olduğuna inandıklarından ve bazıları da koleksiyon mantığı ile toplamıştır. Bunun örnekleri sayısızdır. Buna kıyasla arkeoloji ise yaptığı çalışmaları bu amaçtan çok daha farklı yapmaktadır. Arkeoloji yaptığı çalışmaları insanlık tarihinin bilinmeyen yönlerini somut verilere dayanarak çözmeyi amaçlayan bilimdir. Bu amaçla bakıldığında arkeoloji belli bir amaç gütmeksizin sadece bilim adına çalışma yapmaktadır. Arkeoloji geçmişe soru sorulması ve geçmişin kanıtlanması gereksinimiyle meydana gelmiş bir bilimdir. [8]
Arkeoloji bir bilim dalı olarak düşünüldüğünde değerli bir şeyler bulmak mümkün. Toprağı kazma tutkusu gibi nedenlerden başladığını düşünmek son derece yanlış olmaktadır. Tabi bu şekilde yapılan çalışmalar bazı eserlerin korunmasını, saklanmasını ve günümüze kadar sağlam olarak gelmesini sağlamıştır. Fakat bu hususta günümüzdeki bilim dalı olarak karşımıza çıkan arkeolojinin doğmasının başlıca nedeni geçmişin merak edilmesi, geçmiş dönemlerde toplumların, milletlerin, devletlerin eserlerine bakılarak somut kalıntılar sayesinde geçmişin karanlık yönlerinin aydınlatılması ihtiyacından doğmuştur. [9]

 

2.2 Arkeolojinin Bilim Olması

Bir kavram olarak arkeoloji Rönesans dönemiyle başlamıştır. Bu çağda batılılar klasik Yunan ve Latin kültürlerini yeniden anlamaya ve uygarlıklarını bu temeller üzerine kurmaya başlamışlardır.
Rönesans Döneminde eski Yunan ve Roma Edebiyatı ve sanatının yanı sıra mimari eserleri de (yüzeyde duran) incelenmeye başlanmıştır. Bunun yeterli olmadığı anlaşılınca kazı çalışmaları başlamıştır. Ancak bunlar bizim bildiğimiz türde arkeolojik çalışmalar olmaktan çok define arayıcılığı niteliğindeki kazılardır. Örneğin; Avustralyalı General “Prince d’El-Boeuf’ün M.Ö. 79 yılında Vezüf yanardağının patlaması sonucu Pompei’yle birlikte yok olan Herculaneum’da yaptığı çalışmada (1709–1715) Kentinin lavlarla örtülü tiyatrosunu delik deşik etmiştir ve burayı yıkıma uğratmıştır. Bu tarihi yapıya büyük ölçüde zarar vermiştir. [10]
Bu anlamda arkeolojinin bundan farklı olarak bir bilim olarak ortaya çıkması 16.yy. da başlayan çalışmaların geliştirilmesi neticesiyle 18 yy. da meydana gelmiştir. [11]
Bu anlamda arkeolojinin bir bilim haline gelmesini sağlayan “ Joachim Winchermann (1717–1768), Arkeolojinin modern kurucusu olarak nitelendirilmektedir. Kendisi bir ozandır. 1768’te yayınladığı “Geschicteder kuntdes Aterhums” adlı yapımda insanoğlunun geçmişini öğrenmek için yapılan filolojik çalışmaların ve yüzey kültür eserlerinin yeterli olmadığı, eski insanların yaşayış ve kültürlerini öğrenmek için mirasına da bakılması gerektiğini vurgulamıştır. [12]
Bundan sonra 19. yüzyılın sonlarında uluslar arası değerlendirme ve bilgi paylaşımı toplantılarının yapılmaya başlanması, arkeolojinin bir bilme dönüşmesinde önemli bir basamak olmuştur. Bunlar arasında özellikle 1865 yılında, “Societ’a İtaliana di scienze naturali” tarafından düzenlenen, Congerés Paléethnologique international (C.P.I) adlı kongrede arkeolojinin sorunları, yöntemleri ve terminolojisi tartışılarak karara bağlanmıştır. Bu karar neticesinde 1866–1912 yılları arasında 14 kongre düzenlenmiştir. Bu kongrelerde özellikle tarih öncesi dönemlerle ilgili birçok tanım ve kavram oluşturulmuştur. Bu oluşum 1931 yılında “Dünya Prehistoria ve “Protohistoria” birliği (U.I.S.S.P)”.
İnsanlığın sınırlı bir geçmişi olduğu düşünülen bir ortamda “tarih öncesi” sözcüğü bir dönem adlandırılması olarak değil, düşünce sistemini zorlayan bir kavram olarak karşımıza çıkar.  “prehistoria” sözcüğü ilk kez 1867 de Paris Kongresinde kimlik kazanmıştır.[13]
19.yy. sonları ile 20. yy’ın başları gerçek bilimsel yaklaşım ile birlikte, modern arkeolojinin başlangıcını belirler. Burada oluşan ilk değişiklik ve belki de en önemli olan değişiklik yalnızca eser bulmak değil, bilgi edinme amacının da güdülmeye başlanmasıdır. Nitekim arkeoloji yöntemleri üzerine çıkan ilk yayın 1904’de İngiliz Egytptoloğu Sir. Filinders Petrie (1863 -1942) tarafından yapılmıştır. Petrie bu yapıtında kazının iki amacının “planlar ve topografik bilgi ile taşınabilir eserleri elde etmek” olduğunu belirtmektedir. Nitekim bu kazılarda kayıtlar ana yapıların planı hakkında bilgi toplamayı ve eserlerin durumu hakkında bilgi vermeyi hedefliyordu. Dikkat, duvarların ve öteki yapıların planları üzerinde toplanmıştır. [14]
Bu zamana kadar arkeolojik çalışmaların büyük bir yol kat ettiğini görüyoruz. İlk başta değerli bir şeyler bulmakla başlayan maddiyata yönelik kazılar zamanla bilimsel nitelik kazanmaya başlamıştır. Bu gelişim arkeolojinin doğmasına vesile olmuştur.
Arkeolojinin gelişmesini sağlayan diğer bir gelişme ise British Museum ve Loure Müzelerinin kurulmasıdır. Bu müzeler ve sergilenen eserler arkeolojiye olan ilgiyi arttırmış ve neticesinde arkeolojinin popülaritesi artmıştır. Bunun yansımalarından biri arkeoloji odaklı enstitülerin kurulmasıdır. 1829 yılında kurulan Alman Arkeoloji Enstitüleri (DAI) bunun temelini oluşturmaktadır. Bunun bir sonucu olarak Alman ve Fransız arkeoloji enstitüleri halen devletin dış işlerine bağlıdır. Bunların dışında Almanya’da bağımsız olarak çalışan birçok enstitü de mevcuttur. [15]
Bunun dışında Avrupa’ya sonra katılan Çarlık Rusya’ da 1718’de arkeoloji koleksiyonları oluşturmuş 1724 yılında da Rus bilimler akademisi kurulmuş, Güney Rusya’da ve Sibirya da 1733–1743 yılları arasında enstitünün yönlendirmesiyle arkeolojik kazılar yapılmıştır. [16]
1804 yılında St. Petersburg Üniversitesinde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Kürsüsü oluşturulmuştur. 1820 yılında Arkeolojik Malzemeler ve buluntular koleksiyonu oluşturulmuştur. 1899’da ise Çarlık Rusya tüm üniversitelerinde arkeoloji bölümü açmıştır.
Genel olarak arkeoloji tanımlı bir bilim dalı olmadan önce “Antikite, Sanat Tarihi” gibi farklı dersler içinde okunmuştur. 1869 yılında Viyana’da ilk bağımsız Arkeoloji Enstitüleri oluşturulmuştur. 20. yy’da tanımlı bir alan olarak üniversitelerde yaygınlaştırılmıştır. Ancak geçmiş insan kültürünün incelenmesinde arkeolojinin farklı yaklaşımlarla gelişmiş olması Prehistoria, Protohistoria, Klasik arkeoloji, gibi kavramların ortaya çıkması 20 yy. ikinci yarısından itibaren  “World Archiologyical Coniress (Dünya Arkeoloji Kongresi)’inde oluşturulmuştur.[17]     
Arkeoloji gerek yöntemleriyle gerekse alanıyla günümüzde en saygın bilimler arasına girmiştir. Başlangıcından itibaren geçirdiği büyük değişim neticesinde artık çeşitli alt bölümlere ayrılacak kadar gelişmiştir. Tarih kimya, tıp, antropoloji, vb. bilimlerle içli dışlı olmuş ve bağımsız kendi başına bir bilim dalı olmuştur.
Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve bazı kazı sistemlerinin daha modern hala gelmesi neticesinde, kazılarda çıkan buluntular daha detaylı incelenmekte ve aynı ölçüde elde edilen buluntularda korunmakta ve müzelerde sergilenmektedir.
Arkeoloji bir bilim olarak bulunduğumuz dünyayı ve bizden öncekilerin yaşantılarını anlamamıza ve yeraltındaki geçmişin gün yüzüne çıkartılmasında tarihi bilinmezliğin elden geldiği kadar bilinebilir hale getirilmesine yardımcı olmaktadır. Adeta insanlık tarihinin boşluklarını elde ettiği somut verilerle duvar yapan duvar ustası gibi tek tek doldurmaktadır.

2.3 Arkeolojide Devrim Yapan Arkeologlar ve Önemli Araştırmalar.  

Arkeolojinin önemli araştırmacılarını ve araştırmalarını inceleyeceğimiz bu konuda gerçekten bunların tamamını vermek olanaksızdır. Genel olarak önem arz eden araştırmacılar ve kazı çalışmalarına değineceğiz. Bunları şöyle kronolojik olarak sıralayabiliriz:

Ø  1506: Laocaan Roma Heykeli, İsviçreli bir araştırmacı tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu eser başta Mighelangelo gibi Rönesans sanatçılarca esim kaynağı olmuştur. [18]

Ø  1533: İngiltere Kralı VIII. Henry’nin Leland’ı eski eserler görevlisi olarak atamasını, arkeolojiyle ilgili olarak bir devlet görevlisi olarak atanmanın ilk örneğidir.


Ø  1558: Perugia’da ilk Etrüsk mezarları bulunmuştur. Bu olay İtalya’da Roma öncesi bir dönemini olduğunu ortaya çıkarmıştır.  Bu bulgu düşünürlerin bakış açısını değiştirmiştir.

Ø  1578: Bir Alman doktor olan L. Rauwolf, Tevrat’ta adı geçen Babil kulesinin olduğunu düşündüğü bir yapıyı belgelemiştir. Bu yakın doğu arkeolojisinde somut verilere dayanan ilk belgeleme örneğidir.


Ø  1586: W. Camden, İngiltere’deki tarih öncesi kalıntıların ilk ayrıntılı belgelemesini yapmıştır.

Ø  1611: Bir İngiliz tüccar olan J. Cartwright, İran ve Osmanlı İmparatorluğu gezilerinde Babil ve Persepolis ile ilgili ilk bilgileri toplayarak Avrupa’da yayınlamıştır.


Ø  1611: İsveç Kralı G. Adolphus, eski eserlerin incelenmesini teşvik eden bir buyruk çıkarmıştır. Bu olay 1666 yılında ilk koruma yasasının temelini oluşturmuştur. 

Ø  1612: İngiliz Lordu T. Howard, Papa’nın izni ile Roma’da kazı yapmış ve çok sayıda Roma büstünden oluşan koleksiyonu İngiltere’ye götürmüştür. Bu Roma kültürüyle oluşturulmuş ilk büyük koleksiyondur. [19]


Ø  1615: İtalyan gezgin P. Della Vale, Babil ve Ur’dan topladığı çivi yazılı parçalı ve Persepolis yazıtlarından aldığı kopyaları Avrupa’ya getirmesiyle batı dünyası çivi yazısıyla tanışmıştır.

Ø  1627: İngiliz K. Herbert, Persepolis’in ilk defa İngiltere’de yayınlamıştır.


Ø  1663: İngiltere’deki arkeolojik alanların ilk ayrıntılı belgelemesini yapan J. Aubrey, bu bağlamda Stonehenge’nin de planını çıkartmıştır.

Ø  1685: Fransa’da (Normandiya da) R.  Le Préuot’un bulduğu tarih öncesi mezar ve kazı ilk ayrıntılı ve sistemli kazıdır. [20] 


Ø  1690: J. Conyers İngiltere’nin Londra şehri yakınlarında alt Paleolitik çağ’a ait el baltası bulmuştur ve bu dönemle ilgili, ilk buluntudur.

Ø  1723: İngiltere’de W. Stukeley’in Stonehenge yakınlarında yaptığı kazı bilinen ilk Tümülüs kazısıdır.


Ø  1727: Fransa’da Chátenay- Malabry’de yapılan çalışma bilinen ilk ortaçağ kazısıdır.

Ø  1738: İtalya’daki Vezüv yanardağının eteklerinde Pompei ve Helculaum’daki kazıların başlangıç tarihidir.

Ø  1744: Danimarka’da Zealand Tümülüs kazısı, Kuzey Avrupa’da bilinen ilk kazıdır.


Ø  1759: Londra’da British Museum açılmıştır. [21]

Ø  1763: Pompei’de bulunan bir yazıtta örenyerinin adının Pompei olduğu kesinleşmiştir.


Ø  1764: Johann Joachim Winckelmann, Pompei buluntularıyla ilgili çalışmasını “History of Ancient Art” adı altında Almanca ve İngilizce olarak yayınlamıştır. Klasik çağa ait buluntuların üsluba dayalı sınıflandırılmasına ilk kez bu çalışmayla rastlanmaktadır.

Ø  1776: Afrika’da Güney Sahra’da Cookhouse çalışmaları, Afrika kıtasında bilinen ilk arkeolojik çalışmalardır.


Ø  1793: Paris’te Louvre müzesi açılmıştır.

Ø  1797: Fransa’da Frere’de Hoxne kazısında ilk kez Paleolitik çağa ait aletlerle, soyu tükenmiş hayvan kemikleri bir arada bulunmuştur.


Ø  1798: Napolyon Mısır seferi sırasında yanında bir çok bilim adamı götürmüştür. (167) bu bilim adamları Mısır yazısının çözülmesini sağlayan (çift dilli) Rosetta taşını da siper kazısını denetleyen bir subay bulmuştur ve bunu bilim dünyasına kazandırmıştır.

Ø  1815: Bir İngiliz soylusu olan Lady H. Stonhope, Filistin’de Tevrat anlatımlarından yola çıkarak araştırmalara başlamış ve ünlü “Ashkelon” kentini saptayarak burada ilk kazıyı gerçekleştirmiştir.

Ø  1827: G. Belzoni ilk kez Mısır’da krallar vadisinde kazılara başlamıştır.


Ø  1820: Ege’de Melos adasında ünlü “Aphrodite heykeli” bulunmuştur.[22]

Ø  1822: J. F. Champollion, Napolyon’un Mısır seferi sırasında bulunan Rosetta taşını okuyarak, Mısır hiyeroglif yazısını çözmüştür. Bu olay aynı zamanda ölü dillerinde çözülebileceğini ispatlayan ilk belge olmuştur.


Ø  1829: Roma’da Alman Arkeoloji enstitüsü kurulmuştur.

Ø  1830: Berlin ve Münih müzeleri açılmıştır.


Ø  1834: C. Texier Boğazköy’ü bulmuş ancak o yıllarda coğrafyayı bilmediğinden burayı Antik Pterium olarak yorumlamıştır.

Ø  1835: W. Hamilton, Alacahöyük’ü bulmuştur.


Ø  1838: Sir. C. Fellows, Ksanthos’da Nereidler anıtını bulmuştur ve anıt 1841’de British Museum’a taşınmıştır.

Ø  1839: Rawlinson, özellikle Persepolis verilerinden yararlanarak çivi yazısının çözümlenmesini yapmıştır.


Ø  1842: P. E. Botta’nın Mezopotamya’da Nineve yakınlarında yaptığı kazı bu coğrafya ile ilgili ilk sistemli kazıdır.

Ø  1843: P. E. Botta, Khosabad kazısında Mezopotamya’nın görkemli heykellerini bulmuş ve bunları Lauvre müzesine götürmüş ve müzede ilk kez doğu uygarlıkları bölümü kurulmuştur.


Ø  1846: İstanbul’da “ Tophane –i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa ”, “ Mecmua – i Asar Atika” adı altında eski eserleri Ayairini’de toplamaya başlamıştır.

Ø  1847: A. H. Layard, Ninive de Asur Kralı Sanherib Sarayını ve 30.000 tabletin bulunduğu Assur Banipal kütüphanesini kazmıştır.     

Ø  1852; A. H. Layard, Kuzey Mezopotamya’daki ünlü “Ninrud Heykelini” bulmuştur. [23]

Ø  1854: J. E. Taylor, Ur kentinde bilinen ilk Ziggurat kazısını yapmıştır.

Ø  1856: Almanya’daki Neander Vadisi’nde, daha sonra  “Neandarthel” olarak tanımlanan, Orta Paleolitik çağa ait ilk insan iskeletleri bulunmuştur.

Ø  1857: C. T. Newton, Dünyanın yedi harikasından biri olan Bodrum Mousoleum (Artemis Tapınağı) kazısına başlamıştır.

Ø  1863: Hindistan’da Pallavaran’da bir el baltası bulunmuştur. Bu olay Alt Paleolitik Çağ’a ait Avrupa dışındaki ilk örnektir.

Ø  1864: Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi olarak verdiği kazı izninin tarihidir.

Ø  1865: Çanakkale Amerika Fahri Konsolosu F. Calvert, Troya olarak düşündüğü Hisarlık Tepesi’nde sondaj yöntemiyle ilk kazıyı yapmıştır.[24]

Ø  1869: İstanbul’daki Ayairini’de toplanmış eski eserler “Müze-i Hümayun”  olarak resmen açılmış ve ilk eski eser nizamnamesi olan “Asar –ı Attika nizamnamesi” çıkartılmıştır.

Ø  1876: H. Schlimann, Miken uygarlığının ünlü mezarlarını ortaya çıkarmıştır.

Ø  1877: Japonya’da ilk arkeolojik kazı başlamıştır. [25]

Ø  1879:  İspanya’da Üst Paleolitik Çağ açısından önem arz eden “Altamina Mağarası”  bulunmuştur.

Ø  1883: Osman Hamdi Bey, ilk tanımlı Osmanlı kazısı olan Nemrut kazısını gerçekleştirmiştir.

Ø  1887: Osman Hamdi Bey, arkeoloji dünyasında büyük yankı uyandıran “Sayda Nekropol’ü” kazısını yapmış ve başta Büyük İskender’in Lahdi olmak üzere İstanbul arkeoloji müzesinin en önemli eserlerini İstanbul’a getirmiştir.

Ø  1887: Mısır’da Tell-el Amarna’da Anadolu kültürleri açısından önemli belgeler olan “Arzava mektupları” olarak bilinen belgeler bulunmuştur. Daha sonra bu mektupların Hititler’e ait olduğu bulunmuştur.

Ø  1893: E. Chantie, Hitit kültürüne ait olduğunu düşündüğü “ Boğazköy kazılarına” başlamıştır.

Ø  1899: R.Koldewey, Babil kazılarını başlatmıştır.

Ø  1900: A. Evans, Girit adasında Krossos’da yaptığı kazılarda Minos kültürünü ve ünlü Knossos Saray’ını ortaya çıkartmıştır.

Ø  1901: G. ve A. Köerte kardeşler Gordion kazısına başlamışlardır ve bu kazı Anadolu’daki ilk Tümülüs kazısıdır.

Ø  1915: B.  Hrozny, Hitit çivi yazısını çözmüştür.

Ø  1922: H. Carter, Mısır Krallar Vadisi’ndeki en zengin buluntulara sahip olan Tutankamon’un mezarını bulmuştur.

Ø  1925: Hitit yazılarını çeviren B. Hrozny, Kültepe (Kaniş) kazılarını başlatmıştır. [26] 

Ø  1926: L. S. B. Leakey, Doğu Afrika’da Olduvai Vadisi’ndeki çalışmalarına başlamıştır. Daha sonra Leakey’in çalışmaları, ilk insan ve kullandığı “ Olduvai Çay Taşı” aletlerin tanımını ortaya çıkarmıştır. 

Ø  1926: Amerika’daki ilk yerleşimlerin kazısı olan “Folsom kazısı” başlamıştır.

Ø  1927:  H. Von Der Osten, Alişar kazısına başlamıştır.

Ø  1932:  K. Bilgen, Troya Höyüğü’nde kazı çalışmalarına başlamıştır.

Ø  1934: Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi Oğuz Arık, Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazılarına başlamışlardır.

Ø  1949:  Radyoaktif tarihlendirme ile mutlak yaş saptanması yapan Libby, Radyoaktif tarihleri ilk kez yayınlamıştır. [27]

Ø  1952: İlk sistemli su altı kazısı J. Cousteau’nun “Lee Grand Congloué” batığında gerçekleştirilmiştir.

Ø  1954: Mısır Giza’da ünlü “Khufu törensel gemisi” bulunmuştur.

Ø  1964: U. B. Alkım, Gaziantep Gedikli Höyük kazısına başlamıştır.

Ø  1967: Kenan Erim, Antikçağ Anadolu’sunun en görkemli buluntularını veren “Aphrodisias” kazısına başlamıştır.

Ø  1974: Çin’de, Xi’an’da ünlü pişmiş topraktan yapılan sekiz bin kişilik ordu heykelleri bulunmuştur. Bunlara “Taracota Savaşçıları” adı verilmektedir. Sekiz bin heykelin her birinin farklı yüz hatlarına ve fiziksel özelliklere sahip olması enteresandır.

Ø  1978: Maya Hiyeroglif yazısı çözülmüştür.

Ø  1980: TÜBİTAK bünyesinde arkeometri ünitesi kurulmuştur.[28]

3. ARKEOLOJİNİN TEMEL ÖGELERİ


Arkeolojinin temel öğelerini oluşturan kavramları şu şekilde açıklayabiliriz:

Ø  Buluntu: İnsanın kullandığı biçimlendirdiği ya da etkilediği her türlü tanımlanabilir nesne buluntu tanımı içine girer.
Ø  Buluntu topluluğu (Assemblaye) aynı dolguda bulunan birbirleriyle ilişkili nesnelerdir. Örneğin; mutfak olarak kullanılan bir noktanın buluntuları da burayla ilgili olacaktır. Bu nedenle bu nesnelerin tamamı ise buluntu topluluğunu temsil etmektedir.
Ø  Yapım geleneği; Tanımlı bir zaman içerisinde belirgin buluntu topluluklarının birlikte gömülmesidir. Bu sayede buluntuların tümü, cinsi, rengi, gibi yapılan tanım ve tanımlamaları daha somut hale getirir.
Ø  Tipoloji: Tipolojinin esası buluntuları biçimsel olarak sınıflandırmaktadır. Bu sınıflandırma ise dönemin teknik becerisini ve ilerleme süresini gösterir.
Ø   Anoloji; Belirgin tiplerin, başka coğrafyalardaki tiplerle karşılaştırılmasıdır. Bu sayede türlerin yayıldığı alan ve etkileşimleri saptanır ve türlerin özellikleri belirlenmiş olur.
Ø  Tarihlendirme; İki tür tarihlendirme vardır. Birincisi göreli diğeri ise mutlak tarihlendirmedir. Göreceli tarihlendirme bulguların karşılaştırılarak eskiden geriye doğru sıralanmasıdır. Örneğin, tabaka incelemeleridir ve mutlak olan buluntuların tarihinin hesaplanmasıdır.[29]

İKİNCİ BÖLÜM

1. ARKEOLOJİK KAZI TÜRLERİ

1.1 Tabakasız Kazılar

Tek bir dönemde yerleşilmiş ve üzerinde başka bir yerleşim yeri kurulmanmış arkeolojik bölgeler tabakasız kazı alanlarını oluşturmaktadır. Anadolu’da bulunan bazı kent yerleşimleri bu tür yerleşimlerdir. Bunlara en güzel örnek olabilecek yerleşimler; Ephesos, Priene, Perge, Aspendos gibi klasik çağ şehirleridir. Bu şehirler diğer bir tabir ile tabakasız yani katmansız yerlerdir. Bu tür yerleşim yerleri höyük denilen tabakalı yerleşimlerden farklıdır. Bu sebeple bunların kazı yöntem ve teknikleri de farklı olacaktır.
Tabaka içermeyen yerleşim yerlerinin kazılarındaki amaç: hem buranın planını ortaya çıkarmak, hem de burada yaşanmış sosyal, iktisadi ve siyasi faaliyetlerin bırakılan mimari eserlere etkisini inceleyerek bölgenin tarihi hakkında bilgi edinmektir.
Bu kazı alanlarında yapılarına uygun olarak genel itibariyle açık alan sistemi kullanılmaktadır.
Bu yapılar içinde en kolay kazılabilecek yapı türleri; düzgün, dik planlı, sağlam duvarlı ve uzun süre kullanılmamış yapılardır. Bu tür yapılar daha çok Roma İmparatorluğu Çağı’nda ve sonrasında karşımıza çıkmaktadır.
Bu tür kazılarda kazının kolay bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayan bir diğer etkende, kazısı yapılan çağ ve eserleri hakkında bilgi sahibi olmaktır.
Kazıya başlarken ilk önce yapının duvarları etrafında çukurlar açılarak çalışmalara başlanır. Açılan bu çukurların derinliği ve genişliği mutlaka yapının yüksekliği ile doğru orantılı olmak zorundadır.[30]
Diğer yandan kazılan temellerin üzerindeyse duvarlar yükselmektedir. Bu duvarlar çeşitli dönemlerde çeşitli malzemelerden yapılmışlardır. Genelde: taş, tuğla ya da kerpiçten yapılmaktadırlar. Ayrıca taş-ahşap karışımı, taş-ahşap ya da taş-kerpiç olanlarda mevcuttur. Yapılan tespitlerde ise farklı malzemeler kullanılmasının ve bunların oranlarının iyi ayarlanmasının yapının ömrünü uzattığı kanıtlanmıştır.
Arkeoloji de ise ahşap yapılar duvar inşa tekniğinde “Pisé, Wattle and daub ve çit çamur” ahşap-çamur karışımı yapılara verilen farklı isimlerdir. Bu yapılar çürüyüp yok olup toprağa karışır, fakat bıraktıkları kalıntılar toprakta fark edile bilmekte ve bulunup incelenebilinmektedir.
İncelenen yapıların bir diğer aşaması ise yapıların üzerine oturduğu taban kısımlarıdır. Bunlar ahşaptan, sıkıştırılmış çamur bazen de kireç harca taştan ya da tuğladan levhalara ve hatta mozaiğe kadar çeşitli türlerde karşımıza çıkmaktadır. Bina niteliği taşıyan bu tür yapıların en sık onarım görmüş noktalarını bu taban kısımları oluşturmaktadır.
Yapının en üstüne geldiğimizde ise tavan örtüsü bulunmaktadır. Çatı olarak nitelendirilen bu alanlar; ahşap, çamur, kiremit, taştan yapılmış olabilir. Kimi açık alan yapıları ise örtüsüzdür. Yapıların katmanları bu şekilde sıralanmaktadır. Binaların bu yapım düzeni geneldir ve günümüze kadar üslup açısından ve malzeme açısından değişiklikler olsa da yapı düzeni aynı kalmıştır.
Tarım yapılmamış alanlarda bölgenin üzerinin bitki örtüsü ile kaplı olması nedeniyle bu bölgelerdeki yapılar uzun yıllar diğer yapılara kıyasla daha iyi korunmuş bulunmaktadır. Çünkü bu bölgelerde bulunan yapılar insan tahribatından korunmuş halde bulunmaktadır. Bu yapılarla ilgili genel sıkıntı ise bitki örtüsü sebebiyle yüzeye bakıldığında gözükmemesi ve fark edilememesidir. Bu yerlerin kazısından önce yüzey araştırılması yapılması ve buluntuların bulundukları bölgelerin belirlenmesi önemlidir. Bu olay sadece gözlem aşamasını oluşturmaktadır. Asıl sonuçlar kazı gerçekleştirilip buluntular ortaya çıkartıldıktan sonra elde edilir. Burada çıkan buluntular incelenerek daha kesin sonuçlar elde edilebilir. Jeofizik çalışmaları bu tür kazıların başarısını bulguların toprak içerisinde geçirdiği değişimi aydınlatması açısından daha başarılı kılar. Bu türden kazılar yapılırken gözlem balonu kullanılarak gökyüzünden incelemeler yapılması ya da helikopter ile kazı alanının fotoğraflarının kuş bakışı çekilmesi kazının verimliliğini ve başarısını arttırmaktadır.[31]
Kazının amacı da kazı sistemini belirleyen önemli faktörlerden biridir. Örneğin tek bir yapıyı incelemek ile bir kazı bölgesini bütünüyle incelemek farklı yöntem ve tekniklerle yapılmaktadır. Örneğin birinci durumda tek bir yapı ile uğraşıldığından çıkan malzemeyi uzağa boşaltmak hem zaman kaybı olur hem de maliyeti arttırır. Burada mantıklı olan ve yapılması gereken şey çıkan malzemeyi uzak bir noktaya boşaltmak yerine kazı alanının hemen yanına yığmaktır ve bu kazının daha hızlı ilerlemesini sağlar. İkinci durumda ise kazılacak alan çok farklı bir yapıda olduğu için burada uygulanacak yöntem ve teknikler de farklı olacaktır. Çünkü uğraşılan alanlar birbirlerinden çok farklıdır. Bu durumda aynı yöntemlerin uygulanılması beklenemez. Çünkü bu durumda çıkan toprak çok fazla olacağı için kazı alanına dökülemez. Dökülmesi durumunda kazıyı sekteye uğratabilir. Söz konusu geniş alanların kazıları esnasında diğer yöntemin tam aksine çıkan toprağı uzağa boşaltmak en doğru yöntem olacaktır. Bunlardan anlaşılacağı üzere tek bir yer ile uğraşan arkeolog ile birden fazla yapı içeren geniş sahalar ile uğraşan arkeologun amaç ve yöntemleri de diğerinden farklın olacaktır.
Tabakasız kazılar ile ilgili diğer önemli husus kazı alanında kazıya başlamadan önce ayakta duran yapı varsa önce bu yapıları fotoğraflarla belgelenmesi gerekmektedir. Sonrasında ise yüzey araştırması bittiğinde kazıya geçilmelidir. Bundan sonra kazı alanının kazısına başlanılmadan önce yüzeyde bir bitki örtüsü varsa bu örtünün temizlenmesi gerekmektedir. Daha sonra kazıyı kolaylaştırmak için kazı alanının eşit boyutlarda dört adet kareye bölünmesi kazının verimliliği ve rahatlığı açısından faydalı olacaktır. Bu işlemden sonra “Çapraz Sistem ya da Satranç Tahtası Sistemi” şeklinde kazıya devam edilmesi faydalı olacaktır. Bu hususta birbirleriyle çapraz halde bulunan kareler aynı anda kazılmalı ve çıkan moloz kapalı karelere boşaltılarak kaldırılmalıdır. Bu iki karenin kazısı bittiğinde ve çıkan toprak taşındığında diğer karelere geçilmelidir. [32]
Uygulanabilecek diğer yöntem ise kazı alanının enine ve boyuna göre kesitlere bölünmesi ve kesitler arsında belirli paylar bırakılarak kazı yapılmasıdır. Çıkan toprak bu kesitler üzerine boşaltılır ve belirli aralıklarla kaldırılır ve bu şekilde çıkan toprak da incelenmiş olur. Aynı zamanda açılan kesitlerin oluşturduğu kare planlı yapı içerisindeki duvar bölümleri de incelenebilir. Bu sistemde bırakılan kesit kalınlığı 0.30 metreyi geçmemelidir. Bu sistemde bu şekilde ufak boşluklar (kesitler) bırakılarak tüm yapıda aynı anda tabana kadar inilir.
Burada hangi sistem kullanılırsa kullanılsın yapının tabanına inildiğinde 1x1 metrelik “Karoyaj” içine alınmalıdır. Yani 1x1 bölmeler şeklinde bölümlere ayrılarak dikkatli bir şekilde incelenmelidir. Bu şekilde yapılan inceleme mimari açıdan ve bulguların detaylı bir şekilde incelenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu şekilde kazıya başlanılan üst kısımdan tabana inerken belirli aralıklarla yüzey temizliği yapılması bulguların daha rahat çıkartılması ve kırılmaya karşı korunması açısından önem taşımaktadır. Aynı zamanda kazı yapılan noktada karışıklığa meyil vermez ve kazının daha sitemli ve düzenli devam etmesini sağlar.
Kazı hangi yöntem ve tekniklerle yapılırsa yapılsın planlı ve programlı olması gerekmektedir. Bu şekilde çıkan eser ve bulgular zarar görmez. Kazı daha hızlı ve güvenli ilerler. Ayrıca eserlere ait kırık parçalar varsa bunların birbirine karışması engellenmiş olur ve analiz edilesi aynı zamanda bir araya getirilmesi kolaylaşmış olur.[33]  

1.2 TABAKALI KAZILAR

İnsanoğluna ait yerleşmelerin uzun yıllar esnasında yıkılarak üzerlerine başla yerleşmelerin kurulması ile oluşmuş ve daha sonra üzerleri zamanla toprakla kaplanmış olan arkeolojik alanlara “Höyük, Hüyük, Tepe, Tell, Ören, Til, Tumba ve Magula” gibi isimler verilmektedir. Bu yapılar zamanla ya da işgallerle ya da farklı sebeplerle yıkılmış yerleşim yerlerinin üzerlerine başka yerleşimlerin kurulmasıyla meydana gelmiş birden fazla yerleşim katmanından oluşmaktadır. Bu katmanlara tabaka adı da verilmektedir. Dışarıdan bakıldıklarında küçük bir tepe gibi görünürler. Bunların içerisinde küçük bir dağ olacak kadar büyükleri de bulunmaktadır.
Arkeolojik açıdan bakıldığında bu türde çok tabakalı ören yerlerinin yarattığı bazı sorunlar ortaktır. Bu sorunlardan öncelikli olanı bozulmuş ya da birbiri içine geçmiş tabakaların saptanması husussudur. Tabakalar yer sarsıntıları ile ya da daha önceki dönemlerde insanların bir takım müdahaleleri ile bozulmuş ve içindeki malzeme birbiri içine karışmış olabilir.
Bu tabakalar incelenirken çok rastlanan diğer bir hadise ise tahıl depolamak için kullanılan ve silo adı verilen çukurlara rastlanılmasıdır. Bu çukurlar zamanla haşarat ve böceklerin işgali ile kullanılamaz hale gelmiştir. Bu kazı esnasında problem yaratan hadiselerden biridir. Bir düğeri ise bu tür çukurların tabakaları bozması ve birbirine karıştırması hadisesidir.
Bu durumlardan dolayı bu tür kazıların yapılması hususunda farklı kazı yöntemleri uygulanmaktadır. Bu yöntemi belirleyen diğer bir hadise ise kazının amacıdır. Tabakaların belirlenmesi için kazı yapılacaksa farklı büyük bir alan tamamen kazılıp ortaya çıkartılacaksa farklı yöntemler uygulanmaktadır.
Yalnızca tabakaların belirlenmesini içeren bir kazı ise ilkinden farklı olarak daha küçük çaplı bir kazı olacaktır. Bu kazıdaki arkeologun amacı Stratigrafik ve Kronolojik sorunları çözmek olacaktır. Bu kazı için en uygun olan yöntem höyüğün bir yamacından başlayıp basmak halinde kazılması ve tabakaların ortaya çıkartılmasından sonra kronolojisinin belirlenmesidir. “Step Trench” yani “Basmak Açma” denilen bu yöntemde kazılan alanın genişliği 5 metreden dar olmamalıdır. Çalışmanın sağlığı ve ilerlemesi açısından bu genişlikten daha aşağıda bulunması olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Ayrıca bu kazı sonucu ancak tabakalaşma belirlenir ve tarihlendirme yapılabilinmektedir.[34]
Eğer geniş çapta bir alan kazılacaksa ve incelenecekse arkeologun bu çok tabakalı kazı yeri için kendine bir kazı sistemi belirlemesi gerekmektedir. Kazı yöntemini belirledikten sonra arkeologun yapacağı ikinci iş ise kazı planını oluşturmaktır. Bu tip kazı alanlarında 20x20 metrelik referans korayajın yapılması uygun olmaktadır. Bu işlemde gerçekleştirildikten sonra kazı sistemine göre kazı hazırlıklarına geçilir. Söz gelimi plan kare sistemi uygulanacaksa oluşturulacak kareler ahşap kazık çakılarak belirlenmelidir. Bunun dışında kazı esnasında çıkacak toprağın boşaltılması sorunu vardır. Bunun için boşaltılacak toprağın nereye taşınacağı ve döküleceği belirlenmelidir. Tabi bu toprak taşınmadan önce dikkatli bir şekilde elenerek incelenmelidir. Bunun dışında kazı esnasında çeşitli aralıklarla kazı alanı ve çıkan toprağın bulunduğu höyük yüzeyi temiz tutulmalıdır.
Kazı planı ve sitemi belirlendikten sonra kazıya geçilmeden önce kazı yapılacak alanın yüzeyinin kazıya hazır şekilde temizlenmesi gerekmektedir. Temizleme işleminden sonra yüzey incelemesi yapılarak arkeolojik bir eser ya da buluntu olmadığından emin olduktan sonra kazıya başlanılması uygun olacaktır.
Kazı işleminden sonra belirli aralıklarla çıkan toprak incelenmeli ve çıkan buluntular mala, spatula, küçük çapa ve fırça gibi araçlarla titizlikle temizlenmeli ve incelenmelidir.
Kazıya bir uçtan başlanıldıktan sonra tüm yüzey 30-40 cm kazılınca ara verilmeli ve yüzey temizliği yapılmalıdır. Bu şekilde alan bu aralıklarla temizlenerek katman katman aşağı tabana doğru inilmelidir. Bu kazı türünde çıkabilecek en büyük ve arkeologları en zorlayan sorun ise tabakaların bozulmuş ya da iç içe geçmiş olmasıdır. Bu olay tabakalı kazılarda araştırmayı, buluntuların hangi döneme ait olduğunun belirlenmesini ve ayrılmasını zorlaştıran dikkat edilmesi ve böyle bir durumla karşılaşıldığı takdirde daha sistemli ve planlı gidilmesini gerektiren bir hadisedir.[35]
Tabakalı kazılarda tabakaları kaldırma düzenleri de planlı olmalıdır. Bu esnada ilk önce çukur, silo (tarım ürünlerini depolamak için yerleşim yeri içinde açılmış çukurlara verilen ad.) ve taş sökme çukuru gibi tabakayı bozmuş buluntular ve sonrasında ise yerleşim tabakaları kaldırılmalıdır.
Kazı esnasında dikkat edilmesi gereken ve kazı ile ilgili fikir veren ve kolaylık sağlayan önemli diğer bir husus ise tabakaların faklı toprak özelliklerine sahip olmasıdır. Bu hadise kazı esnasında höyük içindeki tabakaların belirlenmesinde önemli rol oynar.
Yapılan bütün bu işlemler ana tabaka olan yer katmanına ulaşana kadar devam eder. Burada günümüz koşularında dikkati çeken diğer bir hususta çok büyük bir höyüğün kazılmasının diğer kuşaklara bırakılmasının faydalı olacağıdır. Çünkü her geçen gün ilerleyen teknoloji ile birlikte bu tür yapılar daha gelişmiş yöntemlerle incelenebilinir ve kazılabilinir. Bu şekilde çıkan eser ve buluntuların zarar görmesi daha aza indirgenir. Ayrıca buluntuların hangi tarihe ve döneme ait olduğu hakkında daha kesin veriler elde edilebilinir.[36]

 

1.3 Mezar Kazıları

Mezar olarak tanımlanan yapı ölünün ya da ölen birinin çeşitli şekillerde ve çeşitli yöntemlerle gömüldüğü yer ya da yapıdır. Eski çağlarda insanlar bazen yerleşim yerlerinin içine (İntramural), bazen de yerleşim yerlerinin dışına (Extramural) gömülmekteydiler.[37]

İçeriye gömülen cesetler ya bir odaya ya da yerleşme yerinin içinde boş bir alana gömülmekteydiler. Bu nedenle bu dönemlere ait yerleşme yerlerinde bu türden durumlara rastlanılması olasıdır. Mezar türü içerisinde höyük tipi yerleşim yerlerinin kazısı esnasında mezarın hangi tabakaya ait olduğu hususun belirlenmesi önemlidir.[38]

Yerleşme yerinin dışına yapılmış mezarlıklarda ise cesetler genellikle Nekropolis (Mitolojide ölüler şehri anlamına gelen yer günümüzdeki anlamıyla mezarlık) denilen mezarlıklara çeşitli şekillerde ve çeşitli yöntemlerle gömülmüşlerdir. Bu gömme türü çoğu kez İnhumasyon (normal gömme) şeklinde olmakla birlikte kimi zaman Kremasyon (yakarak gömme) türüne de rastlanılmaktadır. Yakma şeklinde gömülen ölülerin külleri ise çoğu kez “Urne” adı verilen çömlekler içine saklanmış şekilde bulunmaktadır.
Mezar kazıları esnasında çıkan buluntular içerisinde genellikle insan ve hayvan iskeletleri çok kötü koşullarda kalmadıkları sürece sağlam olarak bulunabilmektedir. Bu şekilde üzerlerinde incelemeler yapılarak çeşitli bilgiler elde edilebilinir. Bu bilgiler anatomik özellikleri, buluntunun yaşı ve yaşadığı dönem hakkında fikir vermesi açısından son derece önemlidir. Çıkan iskeletlerin incelenmesi hususunda ise son derece hassas davranılmalıdır. Çünkü toprak altında yüzlerce hatta binlerce yıl kalmış iskelet ve kemikler çürümese bile son derece hassas ve kırılgan bir yapıda olacaktır. Bu hususta çıkarılırken iskele zarar vermemek için özenle temizlenmeli ve taşınmalıdır. Bu husus düşünüldüğünde iskeletin ya da iskeletlerin çıkarılmadan önce içinde bulunduğu mezarın genişçe kazılması yararlı olacaktır. Çıkarılmadan yapılması gereken önemli bir diğer işlem ise cesedin bulunduğu şekliyle çeşitli açılardan fotoğraflarla belgelenmesi hadisesidir. Bu şekilde bu belgelere bakılarak ölünün ne şekilde gömüldüğünü görerek o toplum içindeki ölü gömme geleneği hakkında fikir elde edilebilinir. İskelet ortaya çıkarıldıktan sonra temizlenmeli ve daha sonra dikkatli bir şekilde yüzeye çıkartılmalı ardından da mezar içerisindeki diğer bulgular aynı hassasiyet ile temizlenip çıkartılmalıdır.
İskeletten sonra diğer kap-kacak, takılar, silahlar, hediyeler, heykelcikler v.b çıkartılırken dikkatle temizlenmelidir. Özellikle de içine toprak dolmuş olan içi boş kapların içindeki toprağının esnasında önce bu toprağın kuru olması ya da kurutulması esastır. Buna özen gösterilmeden toprağın boşaltılması çıkarılan kap kırılgan yapıda ise ona zarar verebilir. Bu boşaltma işleminin kabı ters çevirerek boşaltma yerine Spatula ile yapılması daha güvenli olacaktır.
Çıkan buluntuların paketlenmesi de taşıma esnasında kemik ve diğer bulguların zarar görmemesi açısından son derece özenli yapılmalıdır. Bunlar tahta ya da karton kutulara güzelce sarılarak paketlenmeli ve antropologların rahat bir şekilde bulguları değerlendirmesi için iskelet ve kemikler ayrı ayrı yerleştirilmelidir.[39]
Üzerinde hiçbir iz bulunmayan mezar yerlerinin keşfi oldukça zor olmakla birlikte çoğu kez de tesadüfler sonucu bulunmaktadır.
Başka bir mezar türü olan yer altında inşa edilmiş mezarlar ise çok sayıda oda ve bölümden oluşmaktadır ve genellikle aile mezarlarıdır. Bu mezarların bir diğer özelliği ise bunların önemli kişilere ait olmaları ve içinde çok değerli belge ve buluntular bulundurmalarıdır. Bu mezarlarda ölen kişi ve kişilerden başka onlara ait çok sayıda değerli eşya, değer verdiği hayvanların cesetleri ve bazı yakın hizmetkârlarının cesetleri de bulunmaktadır. Bu tip mezarlar ahret inancı ile oluşturulmuş yapılardır. Bu sebeple ölen kişi ya da kişilerin diğer hayatta yanında onlara yardım etmeleri ve kullanmaları için hizmetkârlar hayvanları (özellikle Türklerde at) ve günlük yaşam için gerekli olan kişisel eşyaları ile hazineleri bulunmaktadır. Gömülmüş oldukları yapı adeta onların öldükten sonra yamaları için tasarlanmıştır.
Bu hususta bu tür kazılarda titiz davranılmalıdır. Çıkan en küçük buluntu bile gözden kaçmamalı ve kayda geçirilmelidir. Kazı esnasında her aşamada fotoğraflar çekilmelidir. Bu kazılarda ilk önce hediyeler ve değerli eşyalar ile diğer ufak buluntular çıkartılmadır. Ardından iskeletlerin çıkartılması uygun olacaktır. Çıkartılan iskeletlerinde elden geldiğince ayrı ayrı paketlenmesi antropologların incelemesini kolaylaştıracaktır.
Bu tür kazıların içinde en zor gerçekleştirilenleri ise “Tümülüs” kazılarıdır. Eski gezginler tarafından piramide benzetilen bu tür yapılar yığma toprakla kaplanmış mezarlardır. Bu mezarlar krallar, prensler ya da beyler gibi soylu kişiler için inşa edilmişlerdir.
Bu tür kazılara başlanılmadan önce mezar planının topografik haritasının çıkartılması ve fotoğrafının çekilmesi doğru olacaktır. Çünkü kazı sonunda mezarı oluşturan tepe ortadan kalkacaktır. Kazısı yapılan Tümülüs küçük ise en iyi yol tepeyi birbirini kesen dört parçaya ayırmak olacaktır. Bu şekilde bölündükten sonra birbiri ile çapraz olan dilimlerin tabana kadar kazılması ve toprağın kaldırılmasından sonra diğer dilimlerin ardından kazılarak kazının sonlandırılması kazının verimliliği ve kolaylığı açısından çok daha iyi olacaktır.[40]
Yüksek Tümülüslerin kazısında ise mezar tepesi önemli bir anıt olduğundan korunmasına önem gösterilmelidir. Bu tip yapıların çeyrek dilimler şeklinde kazılması daha uygun olacaktır. Bununla birlikte bu tür kazılarda çok çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. 1995 yılında Amerikalı Arkeolog Rodney S. Youny Polatlı’daki Yassı Höyük’de (Gordion) yaptığı kazıda mezar odasının yerini belirlemek için “Oil-Driling (Su sondajı)” adı verilen yöntemi kullanmıştır. Bu yöntemi kullanarak basınçlı su ile toprağa delikler açmıştır. Bu çalışma toprağın yapısını incelemeyi kolaylaştırmıştır. Daha sonra bu sistemi 2,5 metre aralıklarla plan kare sistemi şeklinde tüm kazı alanına uygulamıştır. Bu çalışmada sondaj yöntemiyle toprak eritiliyor ve sert bir cisim ya da katmana rastlanıldığında ise duruluyor ve inceleme tamamlandıktan sonra bunlar kayıt edilerek diğer tüm noktalara aynı yöntem uygulanmaktadır. Bu şekilde Gordion’daki mezar anıtın tüm tabakalarının derinlikleri kayıt altına alınarak ortaya çıkartılmıştır. Bu şekilde Tümülüs bozulmadan tabakaları belirlenebilinmiştir.[41]
Günümüzde ise teknolojik olarak Tümülüs mezar odaları belirlenebilinmektedir. “Sismik ya da İmpuls Radar” yöntemleriyle bu yapıların planları tespit edilebilinmektedir. Bu yöntemin hiç şüphesiz birçok faydası bulunmaktadır. Birincisi diğer yöntemlerden daha az zaman almaktadır. Diğer özelliği ise yapıya verilen zarar minimum boyuta inmektedir. Bir diğer faydası ise bu yerlerin planının ortaya çıkartılması için gereken maliyetin çok altında bir maliyetinin bulunmasıdır.[42]


2. ARKEOLOJİK KAZI YÖNTEMLERİ

2.1            Plan Kare Sistemi

“Girit Sistemi” olarak da anılan bu sistem, ilk kez 1930’larda İngiliz arkeolog “Sir Martimar Wheeler (1890-1976)” tarafından kullanılmıştır. Bu kazı yönteminde amaç kazı alanını ve yapı katlarını enine ve boyuna keserek keserken de oluşan kareler arsında paylar bırakarak incelemektir. Bu sistem plan kare olarak adlandırılır.
Kazı sahasının bu şekilde karelere ayrılmış şekilde incelenmesinin pek çok faydası vardır.
Bu sistemde oluşturulan kare kutucuk çukurlar arasında 50 cm.lik paylar bırakılmaktadır. Böylece bu oluşturulan kareler içinde kazılan toprağın dört ayrı yüzü birden incelenebilinir. Bu tür kesitlerin olmaması bu açıdan sağlıklı bir kazı yapmayı zorlaştırmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde plan kare yöntemi kazı çukurunun dört bir yüzünün incelenmesinde ve tabaka varsa bulunan tabakalarında dört bir yönünün incelenmesinde son derece gerekli bir yöntemdir. Ayrıca bu tür planlı sistemli kazlılarda karmaşık sorunlar rahatça çözülebilinir. Fakat bazı nedenleri vesilesiyle bu yöntemin yarattığı olumsuz sorunlar da vardır. Bu sorunlardan en önemlisi bir yapıyı kazılırken bir bütün halde görmek olanaksızdır. Bu sebeple kazılacak alana ve kazı amacına en uygun yöntemin belirlenmesi sağlıklı olacaktır.[43]
Burada her iş de olduğu gibi amaca ve yönteme uygun yolu seçmek en doğru olanı olacaktır. Bir höyük ile tabakasız bir yerleşim yerinin özellikleri ve oluşturuluş biçimleri nasıl ki farklıysa bunların kazılış yöntem ve teknikleri de birbirinden farklı olacaktır.

2.2            Açık Alan Sistemi

Bu sistem “Sir M. Wheeler” tarafından 1970’li yıllarda geliştirilmiştir. Sitem sınırlayan paylara ya da dar alanlara kıyasla geniş alanların kazısı için geliştirilmiştir. Bu sistem dikey boyutun aksine yatay boyuta önem veren arkeologlarca benimsenmiştir.

Tüm planın kesintisiz olarak görülebilmesini sağlayan bu sistem, en etkili biçimde yüzeye yakın ve tek evreli yerleşim bölgelerinde uygulanabilinir. Bu sistem höyük gibi çok tabakalı kazı alanlarında tabakaların aydınlatılması için de uygulanabilmektedir. Özellikle bu sistem Anadolu’nun yüksek höyüklerinde kullanılmıştır. Kullanılan karmaşık tabakalı kazı alanlarından biri olan Burdur yakınlarındaki Kuruçay ile Malatya’da Köşkerbaba höyükleri buna en güzel örnekleri oluşturmaktadır.[44]

Ancak tüm bunlara karşın karmaşık tabakalı höyük kazılarında, kazı boyunca ayakta duran kesitlerin denetim bakımından kimi kolaylıklar sağladığı hususu göz ardı edilmemelidir. Bu bakımdan bu sistem ile plan kare sisteminin birleştirilmesi kazı için çok daha avantajlı olacaktır. Bu olay mimari ve kesitlerin bir bir detaylı bir şekilde incelenmesini sağlarken, stratigrafik kesitleri de göz ardı etmeyen bir eylem olacaktır.[45]


2.3 Çapraz Açma ya da Satranç Tahtası Sistemi

“Çapraz ya da Satranç” tahtası adı verilen bu sistem ilk defa Adıyaman yakınlarındaki Tille kazılarında “İngiliz arkeologu David French” tarafından uygulanmıştır.
Bu sisteme göre kazı yeri 10x10 ya da 5x5 karelere bölünerek değil de istenildiği kadar geniş pek çok plan karede sürdürülür. Söz gelimi 20x20 metrelik 400 m²’lik bir alan içinde 10x10 ya da 5x5 şeklinde bölünerek yapılabilir. Bunun dışında kareler farklı boyutlarda ayrı ayrı oluşturulabilinir.
Bu sistemde boyutları ne olursa olsun aynı anda birbiri ile çapraz halde bulunan karelerde tabana kadar kazı yapılarak inilmektedir. Sonra buradaki işlemler bittikten sonra diğer çaprazlarda da sırasıyla tabana kadar aralarında pay bırakılmaksızın inilir. Böylece kazı alanı aralarında pay bırakılmaksızın tabana kadar inilerek kazılabilinir.[46]

3. ARKEOLOJİK BULUNTU TÜRLERİ
Arkeolojinin konusu insan ve insan yaşamı ile ilgili olduğundan, ortaya çıkan buluntular da insan ve insan yaşamına ait buluntular olacaktır ve bu buluntular insan yaşamından izler taşıyacaklardır. Bu tür nesnelere arkeologların farklı anlamlar yüklemesi bu buluntu türlerini gönümüzde terim haline getirmiştir. Bu terimlerden arkeolojik dolgu ne demek ve bazı dolgu türleri nelerdir onlara bakacağız.
Arkeolojik dolgu: insanlar belirli bir yerde oturdukları, bir iş yaptıkları zaman arkalarında mutlaka bir takım maddi kalıntılar bırakırlar. Bu bir göçebe çadırında, çadırın kenarları uçmasın diye dizilmiş taşlar, ateş yakılan yerin çevresindeki kül, yanında tahılların kömürleşmiş taneleri, kırıldığı için atılan bir kabın ya da aletin parçaları, yenen ya da ölen hayvanların kemikleri çok küçük ve az tanımlı nesneler olabileceği gibi anıtsal bir yapının kalıntıları da olabilir. Bunlar zamanla özellikle de rüzgârla gelen topraklarla kaplanır. Kazı işinin yapıldığı toprak katmanından farklı bir özellik kazanır. İçindeki kalıntılardan zamana karşı dayanıklı olanlar da aynı bırakıldıkları şekilde günümüze kadar gelir. Bu hadise içindeki maddi kalıntılardan başka toprağın yapısı ile de anlaşılabilinir. Bütün bunların oluşturduğu malzemeye ise arkeolojik dolgu adı verilir.
Arkeolojik dolgular kendi içlerinde iki kısma ayrılırlar. “Birinci kısım arkeolojik dolgular” bulundukları yerde koruna gelmiş dolguları oluştururlar. Bu dolgular içinde bulgular kullanıcının bıraktığı şekilde günümüze kadar gelmişlerse bunlara “in situ” adı verilir. Özellikle yangın ya da deprem geçirmiş kalıntılarda bu tür bulgulara çok rastlanır.
Doğal ya da biyolojik etkenlerle ya da insan etkisiyle arkeolojik dolgular aşınır ve içerisindeki nesneler farklı yerlere taşınır. Hatta kimi zaman taşındıkları yerde yeni bir dolgu oluştururlar. Bu tür aktarılmış olan bulgu ve buluntulara “ikincil dolgu” adı verilir.[47]
Arkeolojik buluntular ise çok çeşitli türlerdedirler. Küçük kap-kacaklardan tutunda mimari eserlere kadar çeşitli boyutlarda ve çeşitli malzemelerden yapılmışlardır. Bunlar yazılı-yazısız kalıntılar olarak ayrılabilir ve bu araştırmayı kolaylaştırır. Bunun dışında buluntular toprak üstü ya da toprak altı eserleri olarak da adlandırılabilinir. Yazılı ve yazılı olmayan eserler olarak ayırsak bunlara bazı örnekler verebiliriz:
Ø  Yazılı olmayan eser ve buluntular: Bu tür buluntuların toprak üzerindeki örneklerini; binalar ve bina kalıntıları, adide şeklinde heykeller, köprüler, su kemerleri, tarihi yolar, şehir kalıntıları v.b oluştururlar. Toprak altındaki örnekleri ise; mezar odaları, çanak ve çömlekler, küçük heykelcikler, insan ve hayvan kemikleri, araç ve gereçler, silahlar ve zırhlar v.b oluşturmaktadır.
Ø  Yazılı Eser ve Buluntular: Bu tür buluntuların toprak üzerindeki örnekleri; arşiv vesikaları, biların içinde ya da mağaralarda bulunan resim ve yazılar, kitabeler v.b oluşturmaktadır. Genelde toprak altında ise; sikkeler, tabletler, mezar odaları duvar yazıtları, mühürler, hükümdara ait özel eşyalar üzerinde bulunan semboller ve yazılar v.b oluşturur.
Buluntular nerde bulunursa bulunsun ister yazılı ister yazısız olsun, bulunduğu dönem hakkında son derece önemli bilgiler içermektedir. Örneğin; bir mezar odasını ele alırsak buradan çıkan buluntuların ne gibi bilgiler vereceğine bakalım: Birinci olarak kişinin iskeletinin duruş şekli o kültürün ölü gömme geleneği hakkında bilgiler verir. Diğer taraftan yaşı ve üzerinde yapılan diğer gelişmiş inceleme yöntemleri ile hangi besinlerle beslendiği anlaşılabilir. Bu hadise de o toplumda temel geçim kaynağı hakkında bilgi edinmemizi ve kültürünü anlamamızı sağlar. Diğer taraftan mezar odasında bulunan silahlara da bakılınca; hangi madenin yaygın olarak kullanıldığı, silahların işlevine bakılarak hangi yöntemlerle savaşıldığı v.b bilgiler de elde edilebilir. Ayrıca çıkan heykelcikler eşyalar toplumun kültürünü ve yaşamını yansıtır ve bundan izler taşır. Bu açıdan bakıldığında günlük hayatta ne gibi işler yaptıkları, tarım ya da hayvancılıkla mı uğraştıkları, dini inanışları, gelenekleri ve adetleri, hangi tür malzemeyi daha çok kullandıkları ve yapılan eserleri hangi yöntemle yaptıkları gibi kısacası hayat tarzları hakkında önemli bilgiler elde edilir.
Bu sebeple arkeolojik buluntuların en ufak olanları bile göden kaçmamalıdır. Küçük bir buluntuda birçok bilgi içerebilir. Ayrıca bu buluntulara bakılarak insanoğlunun geçmişten günümüze ne gibi değişimler geçirdiği tespit edilebilinir. Genel olarak bu tespitin en çarpıcı ve dikkat çeken sonucu ise yazının icadına kadar olan dönem içinde insanoğlu yaklaşık olarak altı yüz kırk bin yıl gibi uzun bir dönemde çok yavaş bir ilerleme kat etmiştir. Buna karşın son iki bin yıllık dönemde ise müthiş bir değişim geçirerek teknolojik ve kültürel açıdan oldukça ileri bir seviyeye ulaşmıştır ve bu süreç her geçen gün daha da hızlanmaktadır. Bu süreç tabi ki arkeoloji yöntemlerinin de gelişmesini sağlamış bilinmeyen birçok hadise aydınlatılmış ve aydınlatılmaya devam edilecektir.

4. ARKEOLOJİK BELGE VE BULGULARIN KAYIT TEKNİKLERİ
Arkeolojik kazılarda buluntuların ortaya çıkartılması kadar; düzenli, ayrıntılı ve güvenilir şekilde kayıt edilmesi de son derece önemlidir. Bu doğru değerlendirme yapılması ve doğru sonuçlara ulaşılması açısından son derece hassas ve dikkat edilmesi gereken bir işlemdir.
20.yy’ın başlarında kayıtlar sadece kazı yerinin ana plânının tespiti olarak gerçekleştirilmekteydi. Burada amaç kazılan alnın plânını ve tabakaları belirlemek ve buluntuların hangi tabakalardan çıkarıldığının tespitini yapmaktı. Bu günümüze kıyasla yüzeysel bir bakış açısını teşkil etmekte ve eksik kayıt tekniğini teşkil etmektedir.
Bu yaklaşıma karşın günümüzde ise kayıtlar ve kayıt teknikleri arkeolojik kazıların önemli bir aşamasını oluşturmaktadır. Buna yönelik geliştirilen sistemler üç ana başlık altına toplanmıştır. Bunlar: “Yazılı Kayıt Tekniği, Çizili Kayıt Tekniği ve Fotografik kayıt tekniği” olmak üzere sınıflandırılmışlardır.

4.1       Yazılı Kayıt Tekniği
Bu kayıtların tutulması kâğıtlara yazılı şekilde geçirilmesi olarak açıklanabilir. Bu şekilde kaydı tutan kişinin eksik ya da yanlış bilgi girmesi engellenmiş olur. Bu kaydı tutan kişilerin dışında yanlarında bulunan yardımcıların da tuttuğu gözlem ve düşüncelere dayalı aktarımlar mevcuttur. Ayrıca son yıllarda teknolojinin de gelişmesine paralel olarak bu tür kayıtlar esnasında kazı alanlarına bilgisayarlarda girmiştir. Teknolojik açıdan boyutları küçülen fakat özellikleri gelişen bilgisayar ve bilgisayar yazılımları sayesinde yazılı kayıtların tutulması, sınıflandırılması ve yayınlanması daha kolay bir hal almıştır. Ayrıca online olarak bir çok insan ve araştırmacı tarafından da kazıların sonuçlarının takip edilmesi kolaylaşmıştır. Bu sistemin bir diğer faydası ise bilgilerin depolanması ve saklanmasının hem kolay olması hem de depolanan bilgilerin yazılı kâğıtlardan çok daha az yer kaplayarak taşınmasının ve incelenmesinin kolay olmasıdır.[48]
Bu kayıt sisteminde ise çıkan buluntular cinslerine göre ayrıldıktan sonra “karbon 14” yöntemi ve başka biyolojik ve kimyasal yöntemlerle yaşı hesaplanır. Bundan başka şekli, ölçüleri, büyüklüğü, ağırlığı, hangi malzemeden yapıldığı, hangi döneme ait olduğu, eğer sanat eseri ise hangi üslupta yapıldığı v.b durumları incelenerek kayıt altına alınır. Burada yapılan buluntunun biçimsel yönden sınıflandırılmasına “Tipoloji” adı verilir.
Bundan sonra buluntuların malzemesinin bulunduğu bölgeden mi geldiği, yoksa bölgede bulunmayan bir madde mi olduğu ve başka bir bölgeden mi geldiğini anlamak için bir takım testler yapılır. Buluntuların her açıdan incelenmesinden ve yazılı olarak kayda geçirilmesinden sonra ise tarihi açıdan önemi ve değeri bilimsel olarak yorumlanarak açıklanır.[49]

4.2       Çizili Kayıt Tekniği
Çizili kayıtlar; kâğıtlar üzerine kazı alanının plânının, buluntuların, kazılan alanın bölümlerinin çeşitli şekillerde çizilmesi esasına dayanan kayıt tekniğini oluşturmaktadır.
Planlar genellikle kuş bakışı olarak çizilir. Bunun dışında kazı alnının değişik yerlerinden oluşan çizimler de yapılmaktadır. Bu yapının daha iyi incelenmesini ve üç boyutlu olarak kaydedilmesini sağlamaktadır.
Bu şekilde arkeologlar yapının nasıl oluştuğunu, hangi amaçla nelerin yapıldığını, o döneme ait ortak yapıları inceleyerek dönemin yapım geleneğini irdeleyebilirler.
Bunların dışında çizili kaydı yapılan diğer bir alan ise tabaların ve kesitlerin çizimidir. Bu şekilde yapı katları çizimde daha net görülebilinir ve incelebilinir. Katmanlar arası ilişkileri ve özelliklerini incelemek ve açıklamak arasından son derece yararlı olmaktadır.[50]
Günümüzde ise kazısı yapılan yapı veya şehrin plânını çıkarma hususunda gelişmiş ülkeler modern bilgisayar simülasyonları kullanarak arkeologların bölgeyi üç boyutlu ve hareketli bir şekilde incelemesine olanak sağlamaktadır. Bu tabi ki araştırmalar için büyük kolaylık sağlamakta ve sonuçların kesinliği hakkında önemli fikirler vermektedir. Tabi bu sistemi daha çok Amerika, İngiltere ve Almanya gibi ekonomisi ve teknolojisi daha gelişmiş ülkeler kullanmaktadır.

4.3       Fotografik Kayıt Tekniği
Kazı alanlarındaki buluntuların ve kazı alanının fotoğraflanması esasına dayanan bu sistem teknolojinin gelişmesi ile birlikte kullanılmaya başlanmış, günümüzde ise çok daha yaygın hale gelmekle birlikte oldukça gelişmiştir.
Çıkan buluntuların, yerleşim yerinin kazıdan önceki ve sonraki halinin, kazı alanın kuş bakışı görüntüsünün ve içyapısının çeşitli açılardan fotoğraflarının çekilerek belgelenmesi esasına dayanan kayıt tekniğidir. Burada kazı alanının, kazının her aşamasında fotoğraflanması kazıda ne tip durumlarla karşılaşıldığının ve kazının aşamalarının belgelenmesini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Artan teknoloji ile birlikte fotoğraflama teknolojisi de gelişmiştir. Günümüzün fotoğraf makineleri geçmişe kıyasla çok daha yüksek çözünürlüye sahiptir. Ayrıca sudan ve ısıdan etkilenmeyecek kadar sağlam ve kaliteli makinelerin olması su altında ve faal volkanların bulunduğu alanlarda arkeolojik araştırmaların yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Bunun dışında video teknolojisi de geçmişe kıyasla çok ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Tüm kazı süresince kazının aşamaları bu teknikle kayıt altına alınabilinmekte ve yayınlana bilinmektedir. Böylece kazının her aşamasını kazıya katılamayan birçok bilim adamı ve insan tekrar izleyebilir ya da kazıyı yapan kişiler kazı sırasında ve sonrasında bu kayıtlara bakarak yanlış ya da eksik yaptıkları bir şey varsa bunu düzeltebilir ve bir sonraki kazısı sırasında yaptığı hatalara dikkat ederek onları tekrarlamaz.


5. KÜLTÜRLERİN ADLANDIRILMASI
Kültür diye tabir ettiğimiz tanımlama: İnsanların uzun yıllar içerisinde oluşturdukları her türlü maddi ve manevi ürünlerin tümüne verilen addır. Bu kültürü oluşturan unsurlar toplumun uzun zaman içerisinde yaşantıları ile meydana gelir. Tabi kültürlerin oluşmasında belirleyici temel etken yer küre yani insanların bulundukları coğrafyadır. İnsanlar bu coğrafyaya göre yaşayış şekillerini belirlerler. Yaşayış şekilleri de onların kültürlerini şekillendirir.
Coğrafya yeryüzü şekilleriyle, iklimiyle, bitki örtüsü ve sunduğu imkânlarla insanın yaşam tarzını belirleyen önemli faktördür. Örneğin eğer insanlar iklimi ve su imkânları elverişli bir bölgede yaşıyorsa kültürleri büyük ölçüde tarımsal yerleşik kültür olacaktır. Bunun dışında geniş otlakları olan bozkır coğrafyasında yaşıyorlarsa ona uygun olarak hayvancılık yapma durumunda olacaklardır. Ya da insanlar ormanlık alanda yaşıyorlarsa buna uygun olarak bitki örtüsünden dolayı tarım ve hayvancılığı kısıtlı ölçüde yaptıklarından mecburen avcılık ve toplayıcılık ile uğraşacaklardır.[51]
Coğrafyanın insan yaşamına ve kültürüne etkisi sonucunda biz kültürleri ana başlıklar altında üç bölüm olarak sınıflandırabilmekteyiz. Çıkan maddi eserler de bu üç ana kültürün miraslarını teşkil etmektedir. Bunları ayrı başlıklar halinde incelemeye çalışacağız.

5.1            Avcı ve Toplayıcı Kültür
Yaşamını ve geçimini avcılık ve toplayıcılık ile sağlayan bu kültürün insanları geçimlerini büyük ölçüde ormanlık sahalardan sağlamaktadır. Burada geçim kaynağı orman ve içinde bulunan nimetlerdir. Burada yaşayan insanlar diğer kültür çevrelerinden farklı olarak daha küçük guruplar halinde yaşamaktadırlar. Burada yaşan insanların temel geçim kaynağı avladıkları hayvanlar ve bunların dışında topladığı meyvelerdir. Bu yaşam biçimin oluşum aşamaları şu şekillerde gerçekleşmiştir.
5.1.1Toplayıcılık ve sürü yaşamının oluşması
Ağaçtan yere inince beslenme sorunu; meyveler, yumuşakçalar toplayarak toprağın altından bitki köklerini böcek yuvalarını çıkararak çözülmüştür. Buna “Toplayıcılık” denir.
Meyvelerin düşürülmesinde taşlar, bitki köklerinin çıkartılmasında ise sopalar kullanılmıştır. Bunlar doğal araç-gereçlerdir. Doğal yolla kırılan taşların sivri uçlarıyla araç-gereçlerini sivrilttikleri düşünülmektedir. Söz konusu araçlar yırtıcı etoburlara karşı bir savunmadır.[52]
5.1.2 Avcılığın başlaması, birinci toplumsal iş bölümünün oluşması
İnsanlar zamanla silahlarını saldırı amacıyla kullanmaya başlayacaktır. Bu onların hem etobur hem de otobur yaşamasına izin verecektir. Bu şekilde sürü yaşamından çıkıp 25-30 kişilik takımlar oluşturacaklardır. Cinsel farklılaşma neticesinde kadınlar toplayıcılık erkekler avcılık yapacaklardır. Bazı sosyal Darwinci’lere göre doğada hayatta kalma yasası vardır ve güçlü olan hayatta kalır.
Ancak; Bu düşünürler iki gerçeği göz ardı etmişlerdir:
Ø  Doğada yalnızca aynı türler içinde değil, türler arası da yaşam kavgası vardır.
Ø  İnsanlar yaşam savaşı verirken diğer türlerden farkı akıl sahibi olmasıdır.
Bundan başka insanlar artık tüketen canlı olmaktan çıkıp üreten canlı olma yoluna gitmiştir. Üretim çok sayıda insanın ortak etkinliğidir. Kadın ve erkeğin iş bölümü daha başka toplumsal ve düşünsel etkinlik yaratmıştır. Kadın ve erkek yalnız korunma ve üreme alanında değil beslenme alanında da birbirine bağlanmıştır. Takım avı da takım üyeleri arasında iletişim gereksinimini arttırmıştır. Dil gelişmeye başlamıştır. Konuşmanın gelişmesi düşünmenin gelişmesini sağlamıştır.
Ateşin de bulunması ile akşamları kamp alanları şenlik yerine dönüşmüştür. Burada insanların duygusal yaşamları ve düşünüş biçimleri gelişecektir. Boş zaman etkinlikleri üretilecektir.[53]
5.1.3 Uzman avcılık ve klan toplumuna geçişin gerçekleşmesi
“Uzman avcılık” zamanımızdan 50.000-10.000 yıl önceki zamanda, son buzul çağında, buzulların kıyılarında beliren tundralarda başlar. Mamut, yaban öküzü, ren geyiği gibi iri hayvanları avlamak eski çağda Batı Avrupa’da ve Ön Asya’da yaygın bir durumdur.
İri yaban hayvanları avlayan ve bunun yanında ateş ve kıyafet sayesinde soğutkanda korunarak kendilerine boş zamanlar da ayırmışlardır. Örneğin; bir mamut avlayarak bunun etini “Kar dolaplarında” saklayarak 1 ay kadar idare edebiliyorlar ve böylece kendilerine boş vakit ayırıyorlardı. Bunu mağaralarına çizdikleri resimlerden ve yaptıkları heykelcikler ve süs eşyalarından anlayabiliyoruz. Çok sayıda bulunan hamile kadın heykelciklerini bilim adamları şöyle açıklamaktadır: “Ortak avlanma esnasında çok sayıda insan kaybı olduğu için, yapılan heykellerin doğumu arttırdığına inanılan sihir araçları olduğu düşünülmektedir. Bu bakımdan erkek, avlanma ve korunma görevleriyle önem kazanırken, kadın da dolaylı geçim (toplayıcılık) ve doğum ile önem kazanmıştır.
Uzman avcı toplumların yaptıkları resimlere gelince bunlar avladıkları hayvanlardır. Bunları çizmelerinin sebebi avın başarılı olması amacıdır (sihir). Hayvanların resimlerini yaparak onları oldukları yerde sabit tuttuklarına inanıyorlardı ve böylece ertesi gün ava kaldıkları yerden devam ediyorlardı.
Bu avcı topluluklar farklı totemlerle birbirlerinden ayrılmışlardır. Üreme sorununu halletmek içinde başka klanlardan kadın çalma yolu terk edilecek ve zamanla klan dışından evlenme âdeti yerleşecektir. Buna “Egzogami” denir.
Klanların birleşmesiyle oluşan yapıya da “Kabile” denir. Gelin alıp vermeler armağan alıp vermelerle giderek mal değişimine yol açacaktır.
Uzman avcılar soğuk iklim koşullarında uzmanlaştıkları için, buzul çağının sonlarına doğru (M.Ö. 10.000’lerde) ya yok oldular ya da ren geyiği gibi kalan soğuk hayvan sürülerinin peşine düştüler. [54]
Günümüzde ise bu avcı ve toplacıyı toplumlar Orta Afrika ve Güney Amerika’daki Brezilya ormanlarının iç bölgelerinde az sayıda geleneksel olarak devam etmektedir. Günümüzde ise bu kültürler içerisinde yerleşik kültür olarak tabir edilen kültür en yaygın ve neredeyse dünyamızın tamamında hâkim olan kültürdür.

5.2            YARI GÖÇEBE YA DA BOZKIR KONARGÖÇER ÇOBAN KÜLTÜRÜ
Bu kültür bozkır-konargöçer atlı kültür ya da yarı göçebe kültür olarak adlandırılmaktadır. Tabi buradaki göçebelikten kasıt planlı ve belirli dönemlerde yapılan kültürel bir hareketi teşkil etmektedir. Bu kültürün oluşum ve gelişimde coğrafi koşulların etkisi tartışılmayacak kadar önem arz etmektedir. Bu sebeple ilk önce bu kültürü anlamak için coğrafyasını ele almak gerekir.[55]
Bu kültürün oluşum ve gelişim sahası Orta Asya coğrafyadır. Bu kültürün temellerini atan millet ise Türklerdir. Kültürün oluştuğu coğrafya ise iklimi bakımından incelendiğinde sert bir iklime sahiptir. Bozkır ikilim yazları sıcak ve kurak kışları ise soğuk geçen bir iklime sahiptir. Bu iklimin bitki örtüsü özellikle ilkbahar yağmurlarıyla yeşeren ot ve ot topluluklarıdır. Bu genellemenin dışında güney doğu kısımlarında çöller ile kuzey kısmında ormanlar da bulunmaktadır. Bizi ilgilendiren ve kültürün oluşumunu ve gelişimini sağlayan bozkır alanlarının yağmurlarla otlaklar haline gelmesi bu kültür çevresinde coğrafyaya uygun olarak koyun ve keçi beslemeyi gerektirmiştir. Özellikle en çok yetiştirilen hayvan koyun olmuştur.
Kültüre adını veren at ise bozkır insanının hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. At hayvanların idaresinde, avcılık yapılırken ve savaşlarda bu kültür insanının en yakın arkadaşı olmuştur. Öyle ki koyundan sonra en çok beslenen hayvan at olmuştur. Atı ilk evcilleştiren millet de Türkler olmuşlardır.
İnsan bu bozkır yaşamında hayvanlarını ve kendini doyurmak için sürekli hareketli bir yaşam felsefesi içinde olmuştur. Otlakların durumuna göre insanlar mevsimlik göçler yapmak durumunda kalmışlar ve kendilerine bu mevsimlerde gidecek alanlar belirlemişlerdir. Her yıl bu alanlara aynı zamanlarda gidip gelmektedirler. Bu sebeple onların yaptıkları bu yarı göç hali Arap Bedevilerin göçlerinden çok farklıdır ve bilinçli, düzenli, sürekli yapılan göçlerdir. Bozkır insanın hareketli yaşam tarzı onun kültürüne, adetlerine ve düşünce sistemine de yansımıştır. Bu kültürün insanları yerleşik evler yerine taşınabilir göçer evlerde yaşamışlardır. Bu şekilde gittikleri yerlere evlerini de birlikte götürebilmişlerdir.
Yaz aylarında göçer evleriyle birlikte “Yaylak” olarak tabir edilen dağ ovalarına göç etmekteydiler burası serin ve taze otların bulunabileceği, hayvanların karınlarının doyabileceği ve sineklerin yaşayamayacağı kadar yüksek alanlardı. Burada yaz geçirildikten sonra insanlar kış için daha aşağılarda yer alan nehir ve göl kıyılarındaki kışlak bölgelere inerlerdi ve kışı da burada geçirirlerdi. İnsanlar besledikleri hayvanların etinden, sütünden ve kürkünden yararlanmaktadırlar. Bozkır insanı bunun dışında kendinde olmayan maddeleri de ya ticaret ya da ganimet yoluyla elde etmekteydi. Bu geçim kaynağının dışında avcılık da hem geçim kaynağı hem de savaş eğitimi özelliği sayesinde yaygın olarak yapılan ikincil faaliyettir. Tarım ise çok sınırlı olarak bazı bölgelerde yapılmaktaydı.[56]
Bozkır insanının yaşamı kültürlerine ne nüfuz etmiştir. Bunun en belirgin örneği “Gök Tanrı” inancı adı verilen inancın olmasıdır. Göçebe olan bu toplum hareket ettiğinde tek değişmeyen şeyin gökyüzü olduğunu fark etmiş ve tanrının gökte olduğuna ve tek olduğuna inanmıştır. Bu yaklaşım İslamiyet ile büyük benzerlik oluşturmaktadır. Diğer yandan bozkır insanı kültürüne uygun olarak genelde birkaç istisnai durum haricinde taşınabilir maddi kültür öğeleri bırakmıştır. Bu maddi kültür öğeleri; silahlar, at koşum takımları, takılar ve süs eşyaları, kaplar, zırhlar v.b gibi eserlerdir. Tabi bunların dışında Kurgan adı verilen mezarlar ve abideler gibi sabit kültür unsurları da bulunmaktadır.
Bu kültürde dikkati çeken bir diğer husus ise hapis cezalarının kısa süreli olması ya da bazen hiç verilmemesidir. Bunun dışında bu kültür ve coğrafya köleci ve sınıfçı bir toplum yapısının oluşmasını da engellemiştir.
Bu kültürde bozkır insanı coğrafyanın verdiği dayanıklılık sayesinde ve dönemin tankı olarak nitelendirilen atı ehlileştirerek ve at üzerinde en ileri düzeyde savaşarak bulundukları kültür coğrafyasında yüzlerce yıl hâkim durumda olmuşlardır. Burada bulunan bozkır kültürünün temelini atan Türkler buradan Anadolu ve dünyanın diğer yerlerine dağılarak tarihte sayılı büyük devletler kurmuşlardır.[57]

5.3            Yerleşik Kültür
Yerleşik kültür olarak tabir ettiğimiz kültüre adını veren hadise ise bu kültür insanının evlerini sabit yerlere inşa etmeleri ve bunların taşınamayacak şekilde yapılmalarıdır. Bu kültür insanları ilk olarak dünya üzerinde tarıma ve yerleşik yaşama uygun olarak Mısır’da Nil nehri, Mezopotamya’da Fırat ve Dicle nehirleri, Hindistan’da İndus ve Ganj nehirleri ile Çin’de Sarı Irmak ve çevrelerinde ortaya çıkmışlardır. Bu uygarlıklar yerleşik kültürü oluşturduklarından buralarda yapılan kazılarda Bozkırdan farklı olarak yerleşik yapılara ve bulgulara çok daha fazla rastlanılmaktadır.
Yerleşik kültür insanı yerleşme yerlerini tarım yaptığı için su ve nehir kenarlarına kurmayı tercih etmiştir. Burada kendilerine ilk etapta barınaklar daha sonraki dönemlerde ise büyük çapta binalara varıncaya kadar yapılar inşa etmişlerdir. Bu kültür insanı zamanla ateşi kullanarak yemeklerini pişirmeyi, tarlayı sularsa daha fazla ürün elde edebileceğini keşfetmiştir. Bu kültür büyüyerek zamanla bir köy kültürü haline gelmiştir. Bu köy kültürü sınıfsal iş bölümü de meydana getirmiştir. İnsanlar; çiftçiler, demirciler, çobanlar, din adamları v.b sınıflara ayrılmışlardır. Bu oluşuma bakıldığında bozkır kültürünün sınıfsız toplum anlayışının tamamen tersi bir anlayış olan sınıfsal ayrım anlayışıdır. Ayrıca bozkır kültüründen farklı olarak doğa güçlerine tapma ve birden fazla tanrıya inanma anlayışı yaygındır.
Zamanla ticaretinde gelişmesi ile birlikte zengin sınıfları oluşmaya başlamış bu sınıf geniş topraklara sahip olmuştur. Bu köleciliği doğuran en büyük etken olmuştur. Bu köyler zamanla şehirlere daha sonraları ise şehir devletleri haline gelmişlerdir. Şehir devletleri haline gelince ayrıcalıklı sınıfa bir yeni sınıf daha katılmıştır. Bu sınıf idareci sınıftır. İlk örnekleri ise Sümer’de şehirlerin yönetimlerinden sorumlu din adamları oluşturmaktadır.
Daha sonra güçlü kişiler halkında desteğini alarak din adamlarının etkinliğini kırarak yönetimi ele geçirmişlerdir ve bu şekilde krallıklar doğmuştur. Krallıkların geniş sahalara hükmetmesi ile imparatorluklar oluşmuştur.
Yerleşik kültür insanları bu yapılarının yanında günümüzde en çok eser bırakan kültürlerdir. Özellikle mimari eserlerin birçoğu günümüze kadar gelebilmiştir. Bu esreler; saraylar, tapınaklar, anıtlar, evler, mezarlar, kemerler, taklar, su bentleri ve su kanalları, yollar v.b gibi eserlerdir. Bunların içinde günümüzde en popüler olanları; Piramitler, Çin Seddi, Tac Mahal gibi büyük ve gösterişli yapılardır.
Bunun dışında yerleşik kültürlere ait küçük buluntular içinde en çok bulunanlar ise; testiler, çanak ve çömlekler, seramikler, keramikler, süs eşyaları, tanrı ve tanrıca heykelleri, tabletler, sikkeler, değerli eşyalar v.b buluntulardır. Bu buluntuların hepsinin değerlendirtip incelenmesi ile o kültür hakkında genel bilgiler elde edilebilinir. Örneğin; nasıl evlerde yaşarlar, dini inançları nedir, günlük hayatta ne gibi işlerle uğraşırlar, en çok ürettikleri ürünler nelerdir, toplumsal koşulları ve yapıları nasıldır gibi sorular cevaplanabilinir.
Hangi kültürden olursa olsun çıkan buluntular ve eserler hiç şüphesiz o kültürü yansıtan ve temsil eden maddi kalıntılardır ve tarihin eksik taşlarının yerine koyulmasında incelenmeleri ve yorumlanmaları son derece önemlidir.[58]


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1.JEOARKEOLOJİ VE ÇEVRESEL ARKEOLOJİ
Jeoarkeoloji insanı fiziki çevresi ile birlikte değerlendiren bilim dalıdır. İnsan kültürünün değişiminin ve gelişiminin oluşumunda son derece etkili olan fiziki yani çevresel faktörleri ele alır.
Bununla birlikte insanın bıraktığı her türlü maddi eser de bu fiziki çevreden geçen zaman içerisinde etkilenecektir. Bu buluntulara ve insanın yaşamına ait değerler ele alınırken o dönemin çevresel faktörleri ile yıllardır meydana gelmiş çevresel faktörler de göz önüne alınarak bir takım değerlendirmeler yapılmalı ve sonuçlara varılmalıdır. Bu bağlamda bakıldığında insanlar üzerine etki yapan fiziki koşullar ile buluntuların yer altında kalma süresince geçirdikleri değişimler de dikkate alınmalıdır.
Küresel boyutta insanın çevresel koşullardan etkilenmesine en çarpıcı örneklerden biri buzul çağıdır. Bu çağda insanlar son derece sert geçen iklim koşullarından dolayı sıcak ve güvenli olan mağaralarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Çünkü bulundukları dönemdeki çevresel koşullar bunu zorunlu hale getirmiştir. Ayrıca temel geçim kaynağının avcılık olması çevresel koşulların yalnızca buna el vermesi neticesinde gerçekleşmiştir. Uygun koşullar olmadığı için insanlar diğer faaliyetlerle uğraşamamışlardır. Bu dönemde insanların hayvan kürklerinden yaptığı elbiseler de bu fiziksel koşulların bir sonucu olan ısınma sorununun olduğunun açık bir ispatıdır. Nitekim iklim koşulları ve çevresel etkiler insanların kültürlerine, yaşam felsefelerine, günlük hayattaki işlerine ve uğraşlarına etki etmekle kalmamış onları adeta şekillendirmiştir.[59]
Bu fiziki şartlar içerisinde insanlar geçmişten günümüze doğayı her ne kadar etki altına almak istemişlerse de her dönem günümüz de dâhil olmak üzere doğaya bir ölçüde bağımlı durumda yaşamışlardır ve yaşamaktadırlar. Çevresel faktörlerin insan yaşamına etkileri son yıllarda çevresel arkeoloji’nin doğmasını sağlamıştır ve bu alan insan yaşamı üzerinde çevresel faktörlerin etkisini araştırarak arkeologlara değerlendirmeleri esnasında önemli fikirler vermektedirler.
Jeoarkeoloji ise çevresel arkeolojiden farklı olarak buluntuların toprak altında geçirdiği değişim sürecini ve zamanla buluntuların ne gibi değişikliklere uğradığını inceler. Toprak altında günümüze kadar gelen bulgular çürümese bile zaman içerisinde aşınarak bir takım değişikliklere uğramış olacaklardır ve bu değişimler neticesinde yapılarında bozulmalar meydana gelebilmektedir. Ayrıca yer ve hareketlerinin etkileri neticesinde toprak altında kalmış olan bulgu ve yapıların incelenmesinde önemli yer tutar. Buna en güzel örnek İtalya’daki Pompei buluntularıdır. Yer kabuğunun kırılarak yanardağın patlaması sonucunda bir şehir ve halkı yanardağdan çıkan kül bulutundan kaçamamış ve oldukları yerde taş kesilerek toprak altında günümüze kadar gelmiştir. Bu olay yer katmanının hareketlerinin ve sonuçlarının insan yaşamına ve arkeolojiye en açık etkisidir.
Arkeolojik kazılarda diğer etkenler olduğu gibi değerlendirme yaparken çevresel faktörler ve jeofiziğin konusu olan yer hareketleri ve sonuçları dikkate alınmalıdır. Bu hareketler arkeolojik malzemeyi özellikle tabakalı alanları bozabilir ve bu dikkate alınmazsa yanlış değerlendirmeler yapılabilir. Bilimin gereği olarak arkeoloji çalışmaları da tüm metotlarla çok yönlü değerlendirilmesi kazıların ve sonuçların daha sağlıklı ve doğru değerlendirilmesi açısından gereklidir.[60]

2. ETNO ARKEOLOJİ
Etnoarkeoloji kısaca tanımlanırsa yaşayan geçmişten faydalanmak olarak tanımlanabilinir. Bu kavram günümüzde yaşayan kültürden yola çıkarak eski kültürlerin aydınlatılması şeklinde yorumlanabilir. Bu yöntem özellikle 20. yy’ın başlarından itibaren arkeolojik buluntuların aydınlatılması hususunda kullanılan bir yöntem haline gelmiştir.
Bu alanın gelişmesinin temelleri Aydınlanma Çağı’nda Avrupalılar tararından atılmıştır. Avrupalılar geçmişlerini yazılı kaynaklardan çok ayrıntılı bir şekilde öğrenebilmekteydiler ve dolayısıyla onlar etnografya ve folklor çalışmalarını bu doğrultuda yapmaktaydılar. Ancak 17. yy’dan itibaren Avrupa milletlerinin coğrafi keşifler sürecinde “ilkel” olarak tanımladığı toplumlarla karşılaşması ister istemez oların bu bakış açısını değiştirmiştir. Bu toplumlar taş devri kültürlerinden başlayarak çeşitlilik göstermekteydi. Bu durum neticesinde bu bölgelerde folklor çalışmalarının yerini antropoloji çalışmaları almıştır.
Ancak bu süre içindeki dönemler çok sıkıntılı geçmiş ve Avrupalılar bu topluluklara insan olarak bakılmalı mı, yoksa bakılmamalı mı diye tartışmaya başlamışlardır. Bu açıdan en dikkat çeken süreç İspanyollar’ın Orta Amerika’ya girişleridir. İspanyollar 1517 yılında Aztek imparatorluğunun merkezi olan Meksika’ya girmişler ve 1521 yılında H. Cortes’in burayı ele geçirmesiyle imparatorluk dağılmıştır. İlk etapta buradaki eserler çok dikkat çekerek incelenmiş ve belgelenmiştir. Fakat kısa süre sonra Kilise’nin emriyle belgelerin büyük bir kısmı yakılarak imha edilmiştir.
Bu ırkçı harekette kıyasla 19. yy başlarından itibaren farklı coğrafya insanlarıyla günümüz insanları ve kültürleri arasındaki benzerlikler araştırılmaya başlanmıştır. Bu tarihten itibaren bu tür çalışmalar tarih öncesi toplumların araştırılmasında kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle 20.yy’dan itibaren Anadolu ve Yakındoğu’da yapılan bu tür araştırmalar arkeoloji içerisine malzeme olarak girmiştir. Fakat bu yöntemde somut olmayan kültürel değerlerin karşılaştırılması sırasında yanılgılar olabilir bu sebeple bunların somut verilerle de desteklenmesi gerekmektedir.[61]



3. ARKEOMETRİ
Arkeometri sözcüğündeki “metri” kelimesi Grekçe’deki “Metrion (ölçme işlemi-ölçüm)” kelimesinden türemiştir. Bu kelime arkeolojik ölçme işlemi manasıyla arkeometri olarak karşımıza çıkmaktadır. Arkeometri; arkeolojik verilerin fiziksel ve kimyasal metotlarla, matematiksel modelleme, istatiksel analiz ve bilgi edinme teknikleriyle değerlendirilmesi şeklinde açıklanabilinir.[62]
Arkeolojide son yıllarda arkeometrinin çalışmalarıyla daha önce bilinemeyen bazı bilgiler gün ışına çıkartılmıştır. Bilimin ve teknolojinin gelişimi ile birlikte arkeometrinin yöntem ve teknikleri de hızla ilerlemektedir.
Günümüzde moleküler biyoloji ve genetik araştırmalarının hızla gelişmesi ve DNA zincirinin çözülebilinmesi daha önce tahmin edilmesi imkânsız olarak tabir edilen bilgilerin artık çözülebilinmesine imkân sağlamaktadır. Bu tip yöntemler çok yeni olmasına karşın günümüzde birçok alanda uygulanabilir hale gelmiştir. Bu sayede sadece insanın fiziki değişimi ve yeryüzündeki yayılım alanı değil insanın diğer faaliyetleri hakkında da bilgi sahibi olabilmekteyiz.[63]
Bu yöntemle yapılan insan kemikleri incelemelerinde yaşının yanı sıra; hangi maddelerle beslendiği (kemik ve diş dolgularında yapılan izotop analizleriyle beslenmenin, protein mi yoksa karbonhidrat mı olduğunun ortaya çıkartılmadır. Yani beslenme daha çok et ürünleriyle mi yoksa sebzelerle mi gerçekleşir. Bunu araştırır. Ayrıca beslenmede kullanılan maddeler tespit edilerek bunların nereden gelmiş olabileceği de ortaya konulmaya çalışılır.), kaç yaşında öldüğü, fiziksel özelliklerinin geçirmiş olduğu değişim v.b yapıları incelenebilir ve kesin sonuçlara varılabilinir. Bu yöntemin sonuçlarına en iyi örnek ise arpanın tarıma alındığı ve dünyaya yayıldığı alanın Urfa olduğunun ispatlanmasıdır.
Arkeometri ile gelişen bir diğer yöntem ise Paleoantropoloji’dir. Bu alan daha çok mezar içerisinde bulunan iskelete bakarak ölünün ne tarzda ve ne şekilde gömüldüğünün tespitini yapmaktadır.
Diğer bir arkeometri yöntemi ise fiziki antropolojidir. Bu bilim dalı çıkan kemik bulgularını ilk önce bilgisayar simülasyonlarıyla daha sonrada elle yapılan gerçekçi balmumu heykellerle şekillendirerek eski çağlarda yaşamış insanların gerçekte tahmini olarak fiziksel görünüşünün nasıl olabileceğini açıklamaya çalışır. Ayrıca kemikler üzerindeki yara ve darbeleri de inceleyerek ölen kişinin doğal yollarla mı yoksa biri tarafından mı öldürüldüğünü saptayabilmektedir.[64]
Arkeometri son yıllarda değerlendirme yöntemleri açısından arkeolojiye son derece geniş bir bakış açısı sağlamıştır ve bu sayede daha önceleri bilinmeyen ve açıklanması için beklenen bir takım cevaplar elde edilebilinmektedir. Bu gelişmeler hiç şüphesiz hızla ilerleyen teknoloji ile birlikte ilerleyen yıllarda daha da gelişecektir. Şu an bize imkânsız olan sorunlar belki rahatlıkla çözülebilinecektir.






















DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


1.TÜRK ARKEOLOJİSİ

1.1 Bozkır Arkeolojisi
Bozkır insanı ve bu kültürün en önemli temsilcisi olan Türkler’in de bu yaşantıya paralel olarak kendilerine has bir yapıları vardır. Genelde bize bırakılan miras ve kalıntılar kültür çevresine uygun olarak taşınabilir malzemeler üzerine yapılmış sanat eserleridir. Yerleşik olarak bırakılmış eserler ise anıtlar ve kurgan adı verilen mezarlardır. Kurganın iki anlamı vardır. Birinci anlamı ölen kişinin gömüldüğü yer yani mezarıdır. İkinci anlamı ise kale dibi ya da sur dibi manasındadır. Bizi ilgilendiren manası ise mezar olandır. Bu buluntular Türk Kültürü ve Tarihinin aydınlatılması hususunda son derece önem arz etmektedir. Bu tür mezarlar Türkler ile adeta özleşmiştir.[65]
Bozkır kültür coğrafyası insanları yazıyı daha geç kullandıklarından bıraktıkları kültür mirası ve eserlerinin içindeki yazılı kaynaklar daha az yer tutmaktadır. Bu nedenle bozkır insanının tarih öncesi ve sonrası dönemlerinin aydınlatılması hususunda kurgan son derece önemlidir. Kurgan mezar anıtlarından çıkan buluntular Türk tarihi hakkında kronolojik bilgiler vermesi ve kronoloji oluşturabilinmesinin dışında, bu kültür coğrafyasında yaşamış insanların sosyal yaşantıları, iktisadi hayatları, askeri yapıları, dini inançları ve sanat anlayışları v.b çök önemli belgeler ve bulgular içerirler. Bu şekilde yapılan araştırmalar bu kültürün en önemli temsilcilerinin Türkler olduğunu ortaya koymuştur.
Arkeolojik buluntulardan hareket edersek M.Ö. 3000’lerden başlamak üzere, Türklerin buralarda kurmuş ve geliştirmiş olduğu erken kültür dönemleri belirlenebilmektedir. M.Ö. 3000’lerde Afenesyovo, M.Ö. 1700’lerde Andronovo, M.Ö. 1200’lerde Karasuk, M.Ö. 700’lerde Tagar kültürünün varlık gösterdiği bu kültürlere ait çıkan buluntularla kanıtlanmıştır.[66]
Bu kültür coğrafyasında cereyan etmiş olaylar maddi kültür unsurları sayesinde takip edilebilmektedir. Bu maddi kültür unsurları ve oluşumları ilk dönemlerden itibaren oluşmuş ve gelişmiştir. Örneğin Afenesyovo kültüründe taş ve bakırdan aletler yapıldığı, bunun dışında koyun ile at yetiştiriciliği yapıldığı çıkan buluntularla kanıtlanmıştır. Diğer taraftan çıkan buluntularda Andronovo kültüründe tunç alet ve silah yapımında kullanılırken, Karasuk kültüründe demirin yaygın olması bu kültürün daha ileri bir düzeye gittiği ve kronolojik olarak da Andronovo kültüründen daha sonra kurulduğu demirin tunçtan sonra kullanıldığının bilinmesi ile tarihlendirme yapmadan bile açıklanabilinir. Ayrıca Karasuk kültüründe bozkırın sonraki dönemlerinde hayat merkezi olan tekerlekli çadır evlerin ortaya çıkmış olması önem arz etmektedir. Bunların dışında Taşnık ve Tagar kültürlerinde ise hayvan başının yaygın bir tasvir şekli olması yaşam tarzının bozkır sanatına yansıdığının en açık ispatıdır.[67]
Bozkır kültür coğrafyasından çıkan buluntuları; heykeller, taşbaba, balbal, sunak taşı, hatıra taşı, hayvan heykelleri ya da tasvir ve sembolleri, damgalar, ok, yay, kılıç, kama, mızrak, miğfer, kalkan v.b buluntulardır. Özellikle hayvan ve silah sembolleri eserlerin üzerinde sıkça tasvir edilmiştir.
Heykeller insan ya da hayvan tasvirleri şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsan tasvirine kayalar, madeni levhalar, topraktan kaplar ve halı gibi buluntular üzerinde rastlanılmaktadır. Bu tasvirler o dönem insanının görünüşünü ve giyim tarzını yansıtır. Bu buluntulardan özellikle en dikkati çeken ve kayda değer tasvirlere Göktürklerde rastlanılmaktadır. Özellikle Göktürklerde devlet yöneticilerine ait birçok tasvir ortaya çıkartılmıştır.[68]
Hayvan tasvirlerinde ise karşımıza en çok at tasvirli buluntular çıkmaktadır. At Türklerin her alanda hayatında ön planda olduğu gibi sanat tarzında da ön plana çıkmaktadır. Özellikle Göktürklerde anıtlıklarda at ve savaş sahneleri tasvirlerine geniş yer verilmiştir. Ayrıca yazıtlardan elde edilen bilgilerde at sayesinde kahramanlıkların yaşandığı ve başarılar kazanıldığı belirtilmektedir. At tasvirlerinden sonra en çok tasvir edilen diğer hayvanlar ise koyun ve kurt olmuştur [69]
Diğer bir buluntu türü ise “taşbaba” adı verilen çok ya da az kaba figürler veya hatıra bölgelerinin dışında, çoğunlukla doğu taraflarında duran, yalnız hafifçe gösterilmiş başlarıyla taşlar için kullanılan eserlerdir.[70]
Bu buluntu türünün dışında balbal adı verilen yığın şeklinde abideler de yer almaktadır. Burada balbal ölen kişinin öldürdüğü düşman kadar mezarının üzerine dizilen taşların oluşturduğu şekle verilen addır.
Diğer buluntulardan sunak taşı da Göktürkler’de çıkarılmış kutsal niteliği olan buluntulardandır. Bu taş savaş öncesi hükümdarın ve devlet büyüklerinin dileklerini tuttuğu yerdir. Bu sunak taşları genel itibariyle anıtlıkların batı kısımlarında bulunmaktadırlar.[71]
Çıkan diğer savaş araç ve gereçlerinden Türklerin en çok kullandıkları ok ve yaylardır. Aynı zamanda ok ve yay sanatsal olarak bolca tasvir edilmiştir. Ayrıca ok ve yay kullanımının ne kadar yaygın olduğu mezarlardan çıkan binlerce ok’tan anlaşılmaktadır. Bu oklar kemik, taş, tunç ya da demir uçlara sahiptir. Ayrıca ok uçarı da biçimleri bakımından birbirlerinden ayrılmaktadır. Kancalı ve kancasız olmak üzere iki farklı tip ok vardır. Başlangıçta yapılan bu ok uçları kemikten yapılmaktayken gelişerek metalden yapılmaya başlanmıştır ve Türkler metali işlemde ustalaşmışlardır. [72]
Okların dışında kılıç, kama, kalkan, miğfer ve mızrak da diğer kullanılan silahları oluşturmaktadır.
Bu kültür coğrafyasından elde edilen diğer bilgiler ise yanmış tahtalardan ya da halkaları sayarak yaş tespiti şeklinde ağaç yapılardan elde edilebilinir. Ağaç halkalarının sayısı ağacın yaşını verir. Bu yönteme “Dentkronoloji” adı verilmektedir. Bu yöntem ahşap buluntuların incelenmesinde modern yöntemlere kıyasla alternatif yöntemdir.[73]
Bütün bu bulguların dışında bu kültür coğrafyasında kurganlardan çıkartılmış yüzlerce; ahşaptan, yünden, topraktan ve taştan yapılmış daha birçok buluntu bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; eğerler, koşum takımları, mücevherler, su kapları, mobilyalar, halılar, kilimler v.b gibi buluntulardır. Burada dikkati çeken husus madeni buluntuların özellikle de süs eşyalarının altın ve tunç gibi değerli metallerden yapılmış olmasıdır. Bu ileri bir kültür seviyesinin işaretidir. Bunun dışında yün ve keçeden yapılan eşyalar arasında en çok karşımıza çıkan buluntular kilim ve halılardır. Son olarak karşımıza çıkan diğer önemli buluntular ise at ve koyun kemikleridir. Bu buluntular Türk kültür hayatında özellikle atın ve koyunun ne derece önemli olduğunu kanıtlaması açısından önemlidir.[74]
Çıkan buluntuları genel olarak ele aldığımızda bozkır insanının yaşam ve kültürünün ürünleri olduğunu ve en az yerleşik kültürler kadar ileri bir seviyeye sahip uygarlığın ürünleri olduklarını görmekteyiz. Bu eserler bozkır insanının günlük yaşantılarının ve pratik zekâlarının ileri seviyede hayat tarzlarının ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bozkır insanı bulunduğu çevreye son derece uyum sağlamış ve burada kendi kültürünü oluşturup geliştirmiştir. Bu kültürün öncüsü olan Türkler burada ve göç ettikleri dünyanın çeşitli bölgelerinde çeşitli zamanlarda dünyanın en büyük devletlerini kurmaya Muaffak olmuşlardır.

1.2 Osmanlı Devleti’nde Arkeoloji Çalışmaları
Osmanlı devleti geniş coğrafyası sebebiyle çok çeşitli medeniyet ve kültürlerin izlerini taşımaktadır. Eski Mısır, Ege, Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarının geçmişte yaşamış olduğu coğrafi sahaya hâkim durumdadır. Arkeolojik anlamda bu kadar zengin coğrafi şartlara hâkim olan Osmanlı Devleti’nin bu tür eserlerin bulunduğu coğrafyalara pek fazla önem göstermemesi hiç şüphesiz onun geleneksel yapısından kaynaklanmaktadır. Arkeoloji modern dünya sisteminde ortaya çıktığı için bu tür çalışmalar geleneksel toplum yapısından dolayı Osmanlı Devleti’ne Tanzimat ile birlikte girmiştir.[75]
Avrupa’nın Rönesans ile birlikte Osmanlı ülkesinde yaptıkları çalışmaları Osmanlı garipsemiş fakat bunlara müdahale etmemiş ve izin vermiştir.
Osmanlı ise 19. yy’da kendi içindeki modernleşme hareketi ile birlikte, Avrupa’ya öğrenciler yollamaya başlamış ve Batı kurumlarını tanıma fırsatı bulmuş ve bunların işleyişi hakkında bilgi sahibi olmuştur. Özellikle Lâle Devri’nden itibaren Osmanlı, Batı toplumlarının sosyal, siyasal, düşünsel, iktisadi ve kültürel özelliklerini kendi kurumsal yapılarına uyarlamaya başlamıştır. Fakat geleneksel yapı Tanzimat’a kadar hep ön planda olmuştur.
Tanzimat Fermanı’nın ilânı ile birlikte Osmanlı tam anlamıyla yenileşme ve değişim hareketi içerisine girmiştir. Bu olay sonrasında kurumlardaki yenileşme arkeolojik faaliyetlerin oluşmasını da beraberinde getirmiştir. Tanzimat’ın ilanından çok önceleri Aya İrini’de eski silahların “Harbiye ambarı” adı altında toplatılması, Tanzimat’ın ilânından sonra 1846 yılından itibaren eski eserlerin buraya getirilmesi şeklinde değiştirilmiştir. Bu olay Osmanlı Devleti’nde arkeolojik çalışmaları başlatan ilk hareket olmuştur.[76]
Bu tarihten önceki yapılmış kazılar ise bilimsel niteliği olmayan, asillerin, büyük elçilerin ve maddi imkânlara sahip kişilerin yapmış olduğu kazılardır. Bu tarihten itibaren bir amaca uygun olarak bilimsel kazılar başlatılmıştır.[77]
1846 yılında Osmanlı devleti ayrıca buranın ismini “Mecmua-i Asar-ı Atike” olarak değiştirmiştir. Bu tarihten itibaren Mecmua-i Asar-ı Atike’nin ilk katalogu 1868 yılında Albert Dumont tarafından yayınlanmıştır. Aynı yıl bu müzenin zenginleştirilmesi için Ali paşa tarafından çıkartılan emirde; her bölgede bulunan eserlerin İstanbul’a getirilmesi istenmiştir. Bu tarihten sonra bu müzede birçok eser toplanmaya başlanmış ve eski eserleri koruyan yasalar bir bir çıkartılmaya başlanmıştır.
Kazıların düzenlenmesi hususunda bilinen ilk yasal düzenleme ise 1863 tarihinde yayınlanmış bir emirnamedir. Bu ilk emirname çıkan buluntuların ve eserlerin korunmasına yönelik ilk nizamnamedir. Bu nizamnamede dikkat çeken önemli husus ise kazılar sonucu çıkan buluntular içinde sikkeler hariç hepsinin yurt dışına çıkışının yasaklanmasıdır.
Bu kurumun başına Osman Hamdi Bey’in gelmesiyle 1884 yılında yeni bir nizamname çıkartılmıştır. Çıkartılan bu nizamnamede çıkartılan eserlerin tanımlarının yapılması kuralının getirilmesi arkeolojik ve bilimsel açıdan devrim niteliğinde bir adım olmuştur.[78]
Diğer yandan 19.yy’ın Antik Yunan ve Helenizm etkisinde geçmesi Osmanlı düşünürlerini de bu yönde etkilemiştir ve Osmanlı arkeolojisi de bu yönde gelişim göstermiştir.
Osmanlı arkeolojisinin kurumsallaşması ve gelişmesi hususunda devlet büyüklerinin yanı sıra Batılı arkeologların da büyük etkisi olmuştur. Örneğin bu hususta ilk kurulan müzenin yönetimini P. A. Dethier üstlenmiştir. Ayrıca batılı araştırmacılar ve bilim adamlarının dışında Osman Hamdi Bey gibi Osmanlı seçkinleri de bu tür çalışmalara büyük katkılar sağlamışlardır. Osman Hamdi Bey’in İskender’in Lahdini bulup İstanbul’a getirmesi bunun en açık ispatıdır.
Bunun dışında Osmanlı Devleti’nin 19.yy’da dünya arkeoloji kongrelerine de gözlemci sıfatıyla katılmaya başlaması önemli bir gelişmedir. Son olarak görülen diğer önemli gelişme ise 1890’lı yıllarda Darülfünun’da “Antikite” adı altında belirli bir süre arkeoloji derslerinin verilmesidir.[79]
Bazı bilim adamlarının aksine Osmanlı arkeolojik çalışmalara geç de olsa katılmıştır ve bu konuda başarılı adımlar atması ve geleneksel yapısında bu konuda taviz vermesi gözden kaçırılmaması gereken önemli hadisedir ve sonrasında kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bu konuda bir temel bırakmıştır.

1.3 Cumhuriyet Dönemi’nde Arkeolojik Çalışmalar 
Cumhuriyet dönemi arkeolojik çalışmalara ve tarihin aydınlatılmasına büyük önem verilen bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. 14 Ağustos 1923 tarihinde hazırlanan hükümet programında bu konuya büyük yer verilmiştir. Bu yıl içerisinde Sivas müzesi, 1924 yılında Adana, Bergama müzeleri ve Topkapı Sarayı, 1925 yılında İzmir, Edirne ve Ankara Etnografya müzeleri, 1926 yılında Konya ve Amasya müzeleri, 1929’da Kayseri müzesi, 1930 yılında Efes müzesi, 1931 yılında Afyon müzesi, 1932 yılında Van müzesi, 1934 yılında Ayasofya ve Diyarbakır müzeleri, 1935 yılında Manisa ve Tire müzeleri, 1936 yılında Çanakkale ve Niğde müzeleri, 1937 yılında İstanbul resim ve heykel müzesi hizmete açılmıştır.[80]
Müze bu yolla arkeolojik buluntuları çağdaş bir anlayışla halka aktarmanın en güzel yoludur. Yapılan bu müze çalışmalarının yanı sıra Türk Ocakları’nın ve Halk Evleri’nin bulundukları bölgelerdeki tarihi buluntuları tespit etmesi emri de bu buluntuların müzelere getirilmesi hususunda önemli fayda sağlamıştır. Bunun dışında aynı görev öğretmenlere de verilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan en önemli çalışma hiç şüphesiz üniversitelerin de örgütlenmesi ile bu konuda uzmanların kısa sürede yetiştirilmesidir. Bunun dışında Milli Eğitim Bakanlığı ve Türk Tarih Kurumu da bu çalışmalara destek vermişlerdir. Bu destekler sonucu ilk kazı ekipleri oluşturulmuştur. Bu kazı ekibi ve araştırmalar neticesinde Anadolu’nun birçok yerinde çeşitli eserler gün yüzüne çıkartılmıştır.[81]
Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan arkeolojik çalışmaları Mustafa Kemal ATATÜRK başlatmıştır. İlk kazı çalışmaları onun önderliğinde yapılan kurtarma kazılarıdır. O dönemin şartlarında bile günümüzdekilerden çok daha iyi bir devlet adamı olarak Ankara’nın tarihini bilerek, devlet binaları yapımlarında pek çok arkeolojik buluntunun çıkacağını tahmin etmiştir ve bunun için İstanbul’dan çok sayıda uzman getirterek kurtarma kazısı yaptırmıştır.
Cumhuriyet döneminde bunun dışında Ankara’da pek çok dikkat çeken kazı çalışmaları yapılmıştır. Bunlardan en dikkat çekenleri ise:
Ø  (1920-1926) Ankara İstasyon Tümülüs kazıları
Ø  (1924) Frig Tümülüs kazıları
Ø  (1925) Ankara Demirli Köprü kazısı
Ø  (1931) Roma Hamamları kazıları
Ø  (1933) Etimesgut Höyüğü kazısı
Ø  (1938) Tayyare Meydanı kazısı
Ø  (1940) Orman Çiftliği Kazıları’dır.
Bu kazılar içinde en dikkat çekenleri Roma Hamamları kazılarıyla Frig Tümülüs kazılarıdır.[82]
Bu kazılarla birlikte daha birçok çalışmanın bulunduğu bu dönemde, yeni kurulmasına rağmen arkeolojik çalışmalara ve bilime ne kadar çok önem verildiğini görmekteyiz. Günümüze kıyasla daha zor koşullarda olan Türkiye cumhuriyeti bu tür çalışmalara günümüzdekinden çok daha fazla önem vermiş ve bu tür çalışmaları desteklemiştir. Sadece arkeolojik çalışmalar ile sınırlı kalınmamış ve kısa zaman zarfı içerisinde birçok arkeoloji uzmanı ve tarihçi de yetiştirilmiştir.

1.4            Atatürk’ün Türk Arkeolojisi’ne Katkıları
Atatürk çağdaş bir insan olarak tarihin önemini bilmekteydi. Bu hususta tarihin ortaya çıkartılmasını amaçlayan arkeolojik çalışmalara da büyük destek vermiştir.
İlk olarak tarih ve arkeoloji alanlarında ve diğer alanlarda birçok uzman yetişmesi için üniversiteler ve eğitim enstitüleri açmıştır. Bununla birlikte bu dönemde kurulan Türk tarih kurumu ve milli eğitim bakanlığı da bu tür araştırmaları desteklemiştir.
Atatürk ilk olarak kazı çalışmalarına Ankara’dan başlanılması gerektiğini uygun görmüştür. Bunun sebebi yeni başkent olan şehirde imar çalışmaları sebebiyle birçok arkeolojik buluntulara rastlanılmasıdır. Bu hususta ilk olarak Gazi Orman Çiftliği’nde küçük bir kazı ile çalışmalara başlanmıştır. “Augustos Tapınağı’nda” ve “İstasyon çevresindeki” çalışmalarla bu süreç devam etmiştir. Ankara’da yapılan çalışmalarda genellikle Roma Çağı’na ait buluntular ele geçmiştir. Bu buluntuların çıkması sebebiyle bilim adamları şehrin çevresini de inceleme altına almışlardır.[83]
Bunun dışında Atatürk Türkiye’de çalışmak isteyen ve hiçbir art niyet beslemeyen yabancı bilim adamlarına da izin vermiştir. Yabancıların dışında da Türk bilim adamlarının da kazı yapmasını istemiş ve onları bu konuda teşvik etmiştir hatta zorlamıştır.[84]
Atatürk’ün bu teşviki ve isteği ile 1930’da Gâvur kale, 1933 yılında Ahlatlıbel, 1934 yılında Göllü Dağ, Büyük Göllücek ve Pazarlı, 1937 yılında Çankırı Kapı Eti Yokuşu, aynı tarihte İzmir Namazgâh ve İstanbul Saray Burnu, 1936-1939 arasında Trakya Tümülüsleri geniş çaplı kazılmıştır. Bu kazı sonuçlarının yayınlanması da Türk Tarih Kurumu’na iştirak edilmiştir. Bütün bu yapılan çalışmalar Atatürk’ün bilime ve bilim adamlarına saygısının en açık göstergesidir.[85]





1.5            Dünya’da Türk Arkeolojisi
Günümüzde bağımsız ülkelerin sayısı ve bu ülkelerde yapılan arkeolojik çalışmalar artmıştır ve artmaktadır. Bundan yüz yıl önceleri ise bu tür çalışmalar yapan ülkelerin sayısı birkaç ülkeyi geçmemekteydi. 19.yy’dan itibaren bu birkaç ülke içerisine Osmanlı’da girmiştir.
Atatürk dönemi Cumhuriyeti’nde ise arkeoloji ve tarih alanında birçok önemli araştırmacı yetiştirilmiştir. Üniversiteler kurulmuş ve birçok bilim adamı yetişmiş ve birçoğu da yurt dışına uzmanlık eğitimi için gönderilmiştir. Arkeoloji de bu dönemde müthiş bir ivme kazanmıştır. Bu dönemde görülen bir diğer özellik de Türk arkeolojisinin bilimsel rekabetten korkmadığı ve hatta yabancı bilim adamlarıyla ortaklaşa çalıştığıdır. Diğer bir dikkat çeken özellik ise Türk arkeolojisinin bilim dünyası ve dünya arkeolojisi ile sürekli temas halinde olmasıdır.
Kültür sektörünün hızla geliştiği günümüzde ise arkeoloji konusunda kuram üreten 14 ülke vardır. Fakat bu 14 ülke içerisinde Türkiye yoktur. Veri ve bilgi açısından ise dünyadaki sayılı ülkelerdir.
Arkeolojik açıdan bu kadar zengin olan ülkemizin, son 20 yılda dünya çapında oluşturulan arkeolojik çalışmalardan oluşan yayınlarda maalesef katkısı yok denecek kadar azdır. Diğer acı bir durum ise arkeolojiye önem veren ülkeler arasında ilk 100’ün aşağısına düşmüş durumda oluşumuzdur. Oysa kaynakları ve tarihi mirası bu kadar zengin olan bir ülke olarak bu tür çalışmalarda başrolde olan ülkeler arasında olmamız gerekmektedir.[86]









2.GÜNÜMÜZDE ARKEOLOJİ’DE YAKLAŞIM VE UYGULAMALAR

2.1            Yakın Çağ Arkeolojisi
Günümüzde Eski Çağ ve Orta Çağ araştırmaları önemli araştırmalar olarak dikkatimizi çekmektedir. Ancak son zamanlarda Yakın Çağ arkeolojisi ve bu alanda yapılan çalışmalar da önem kazanmaktadır. Bu alanın önem kazanmasının sebebi ise son yıllarda popüler hale gelen yerel kimlik araştırmalarıdır. Ayrıca bu tür çalışmalara 20.yy’a ait çalışmaların da eklenmesi bu alanın önemini arttırmıştır.[87]

2.2            Endüstriyel Arkeoloji
Bu alan yakın zamana kadar kültürel miras kapsamında değerlendirilmeyen ve göz ardı edilen endüstri yapılarını incelemektedir. Günümüzde bu alanda terk edilmiş yapılar büyük önem kazanmıştır. Özellikle bozulmuş ve yıkılmış yapıların restore edilmesi hususunda arkeolojiye ihtiyaç duyulmuş ve bu yönde bir arkeoloji alanı oluşmuştur. Yapılan bu tür çalışmalar ise “Endüstriyel Arkeoloji” tabirini ortaya çıkartmıştır. Bu alan özellikle madenlerde, demir-çelik depolarında; ülkemizde ise İstanbul Üsküdar tüp geçit kazılarında ortaya çıkartılan deri atölyesinde kullanılmıştır.[88]

2.3            Yerleşim Arkeolojisi
Son yıllarda gelişen “Yerleşim Arkeolojisi ( Settlement Archaeology)” eski yerlerin birbiriyle ve doğal çevreyle ilişkisini aydınlatmayı amaçlayan ve bu tip yerleşim yerlerinin seçimini ve gelişimini ele alan arkeoloji, jeomorfoloji, yerleşim coğrafyası, sosyoloji ve bölge plânlama gibi farklı uzmanlık alanlarını içine alan bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yerleşim arkeolojisi yazılı, sözlü ve Fotografik toplumsal kaynaklarla da desteklenerek toplumsal süreci ve bu süreç esnasında toplumla çevre arasındaki etkileşimi ortaya koymaktadır.
1970’li yıllardan itibaren gündeme gelen bu tür çalışmalar her bir yerleşim yerini yakın çevresi ve coğrafyası ile birlikte inceleyerek, ne çeşit olanaklara ve sınırlamalara sahip olduğunu ve söz konusu olanakların tespitini amaçlamakta ve bu tür çalışmalar yapmaktadır.[89]

2.4            Kent Arkeolojisi
Kent arkeolojisi; arkeolojik yöntemlerle kentlerin tarihsel gelişimlerini ortaya çıkartarak, bilgi ve verileri günümüz yaşamını rahatsız etmeden o yerleşim yerine kazandırmayı amaçlar.
Yapılan arkeolojik kazıların kent arkeolojisi taşıması, yaşanılan kent ile bağının olmasına bağlıdır. Buradan çıkan buluntular o kente uygun olarak restore edilebilinir ya da taşınarak o kent içerisinde müze oluşturularak sergilenebilinir. Bunun dışında o kente o bölgenin tarihi yapılarından modeller de yapılabilinir. Yapılan tüm bu çalışmalar kent arkeolojisinin ürünüdür.[90]

2.5            Kurtarma Kazısı
Kurtarma kazısı olarak tabir edilen hadise, günümüzde arkeolojik bir merkezin yakınına ya da üzerine yapılacak olan inşaat ve bayındırlık hizmetlerinden buradaki eserlerin ve arkeolojik dolgunun zarar görmeden çıkartılmasını amaçlayan kazılardır. Bazen de bu tür kazılara inşaat esnasında bulgulara başlanmasıyla başlanmaktadır. Bu kazı türü çağımızın gelişen şehirlerinde arkeolojik mirasın zarar görmemesi için bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bu kazılarla ilgili bazı örnekler verirsek:
Ø  1968 ODTÜ-İstanbul üniversitesi Keban projesi ortak kazısı
Ø  Fırat üzerinde yapılan Karakaya, Atatürk ve Kargamış baraj kazıları
Ø  Dicle üzerindeki Ilısu baraj kazıları
Ø  Bakü-Ceyhan boru hattı kazıları
En önemlilerini oluşturmaktır. Amaç çeşitli sebeplerden dolayı imar edilecek olan bölgelerdeki tarihi mirası kurtarmaktır. Bu sebeple kurtarma kazısı tabiri kullanılmaktadır.[91]

2.6            Deneysel Arkeoloji
Deneysel arkeoloji (Experimental Archaeology); işlevi, teknoloji, süreci tam olarak anlaşılamayan buluntuların tanımlanması için kullanılan yöntem olarak nitelendirilmektedir.
Bu çaba içerisinde buluntuları ve işlevlerini anlamak için benzerlerini yaparak, ne şekilde kullanıldıklarını anlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda Alman koleksiyoncu A. Rohude 1720 yılında bu alanın temellerini, çakmak taşından balta örnekleri yaparak atmıştır. Bu olay Avrupa’da büyük ilgi uyandırmış ve özellikle Endüstri Çağı’nda yaşamış Avrupalılar bu tarz örneklere büyük ilgi göstermişlerdir.
Bugünkü deneysel arkeolojinin ilk kapsamlı örneği ise S. A. Semenow tarafından yapılmıştır. (1934)
Bunu izleyen yıllarda deneysel arkeoloji hızlı bir ivme kazanmıştır. Mimariden ziyade küçük her türlü buluntu üzerinde uygulanabilir hale gelmiştir. Bu taklidini yapma işlemi buluntuların nasıl kullanıldıklarının yanı sıra, yakma işlemi sonrasında ve toprak içinde belirli bir süre bırakılmaları sonrasında nasıl göründükleri hakkında fikir vermesi açısından da son derece önem arz etmektedir ve bu konuda arkeolojik çalışmalara önemli fikirler vermektedir.[92]
Burada arkeologlar için en faydalı sonuçlardan biri yanmış malzemenin toprakta nasıl karşılarına çıkacağı hususunda fikir vermesi ve buluntuların ne şekillerde kullanıldığının denenmesi hadiseleridir. Bu geçmiş dönem insanını anlamak için büyük yarar sağlamaktadır.





2.7            Su Altı ve Batık Arkeolojisi   
Bu arkeoloji yöntemleri son yıllarda kullanılmaya başlanılan yöntemlerdendir. Su altı (Maritime) arkeolojisi ile Batık (Noutical) arkeolojisi, birbirinden yöntem ve amaç bakımından farklı iki dalı oluşturmaktadır. Su altı arkeolojisi, deniz seviyesinin yükselmesi sonucu su içerisinde kalmış bulgu ve buluntuları inceler. Batık arkeolojisi ise insanların yapmış olduğu araçların (deniz araçlarının) çeşitli sebeplerle suya batması neticesinde bu batan nesneleri gün yüzüne çıkartmayı amaçlar.
Son yıllarda dalgıçların su altında ve sığ sularda yaptığı araştırmalar büyük önem kazanmıştır. Bunlardan önde gelen çalışmalar su altında kalmış yerleşim yerleri kazılarıdır.
Bu çalışmalardan özellikle dikkati çeken çalışma; Fransa’da Marsilya açılarında su altında kalmış mağara araştırmalarıdır. Bu konuda 1991’de Marsilya açıklarında Cassis’de, J. M. Chauvet’in M.Ö. 27.000 yılı olarak tarihlenen duvar resimleri korunmuş mağara araştırmaları önem arz etmektedir. Bu araştırma Paleolitik Çağ yerleşmeleri ve sanatlarıyla ilgilenen bilim adamlarına büyük yarar sağlamış ve bakış açılarını değiştirmiştir.
Bu tür kazılara yönelik önemin artmasıyla birlikte su altına uygun kazı araç ve gereçleri de son yıllarda hızla gelişmektedir. Tabi bunda bu alana duyulan ilginin artması son derece etkili olmuştur.[93]
Ülkemizde ise bu tür çalışmalar 1960’lı yıllarda başlamıştır ve günümüze kadar süre gelmiştir. Bu süre içinde ABD ekiplerinin yaptığı araştırmalarda çok sayıda batık bulunmuş ve bunların 12 tanesi kazılmıştır.
Bu kapsamda insanlık tarihinin deniz altındaki mirasının ortaya çıkartılmasına yönelik Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü tarafından yürütülen, Ege-Akdeniz su altı kültür mirası projesi (E. A. S. A. P) bu alandaki önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Proje konusunu Akdeniz ve Ege su altı mirası oluşturmaktadır. Araştırmalar sonucu batık gemilerin yanı sıra mevcut su altı kültürel zenginliklerin ortaya çıkartılması amaçlanmıştır.
Su altı mirası zengin olan ülkemizde tarihi mirasın ortaya çıkartılması ve korunması konusunda bu kurum yapılan su altı araştırmalarını desteklemektedir ve kendiside bu araştırmalara katkıda bulunmaktadır. [94]



SONUÇ
Hazırlamış olduğum bu kitapta arkeoloji bilimini çeşitli yönleriyle ele almaya çalıştım. Genelde insanların kazı bilimi olarak nitelendirdiği bu bilimin bundan çok daha fazlasını yaptığını görmekteyiz. Ortaya çıkarttığı buluntuları sadece çıkartmakla kalmayan bu bilim, bunları tüm yönleriyle de incelemektedir. İnsanoğlunun uzun yıllar geçirmiş olduğu değişim ve gelişimi somut kanıtlarla gözler önüne sermektedir. Ayrıca modern çağın yöntemleriyle desteklenen günümüz arkeolojik kazılarının ne kadar detay ve daha önceleri bilinmesi imkânsız olduğunu gördük. Bu açıdan insana ve insan yaşamına ait çok daha fazla bilgiyi ortaya çıkarta bilmektedir. Elde ettiği bilgi ve buluntularla diğer bilimlere de özellikle de tarihe büyük katkı yapmaktadır.
Bunların dışında arkeoloji ve tarih konusunda M. Kemal Atatürk’ü bu alanlarda yapmış olduğu çalışmaları sebebiyle gönülden kutluyorum ve kendisine rahmet diliyorum. Modern Türkiye’nin büyük kurucusu olarak kendisinin bilime katkıları ve bu alana verdiği önem maalesef günümüzde daha fazla imkânlara sahip ülkemiz tarafından verilmiyor. Bilimsel çalışmalar kişisel çabadan ziyade devlet büyükleri tarafından da desteklenmelidir. İleriki yıllarda bu durumun değişmesi dileğiyle…














BEŞİNCİ BÖLÜM
1.    KİTAP İÇERİSİNDE GEÇEN KELİMELER VE ANLAMLARI
Analoji            :           İki farklı şey arasındaki benzerliklerden hareket ederek, birisi için dile getirilenlerin diğeri içinde söz konusu olduğunu ileri sürmektir.
Anıt     :           Arkeolojik, tarihsel estetik ya da etnografik önemi olan tarih boyunca anılması ve diğer kuşaklara kalması amacıyla yapılan sembol niteliğinde taşınamaz yapıt.
Antikite          :           Eski anlamına gelen bu kelime “Antik Çağ” tabiri için de kullanılmıştır.
Antik Çağ       :           Yunan ve Roma uygarlıklarının gelişip ve yayıldığı çağ olarak tanımlanabilinir. Yaklaşık olarak M.Ö. 6.yy ile M.S 3.yy arasındaki dönemi kapsar. M.S. 3.yy ile 6.yy ise Geç Antik Çağ olarak tabir edilmiştir.
Antropoloji     :           İnsan ırklarının; iskelet, kafatası v.b fiziki bulgularını araştıran ve insanlık tarihinin aydınlatılmasını amaçlayan bilim dalıdır.
Antropolog     :           Evrenin ve dünyanın oluşumunu, yaşamın başlangıcı ve gelişimini, insanın biyolojik evrimini, ırkların oluşumunu ve insan ırkının fiziki-toplumsal davranış özelliklerini inceleyen bilim insanıdır.
Arkeolog        :           Eski çağlardan günümüze gelmiş toprak üstünde ele geçen veya toprak altında kazılarla ortaya çıkan ya da su altında bulunan veya çıkartılan her türlü eseri inceleyen bilim insanıdır.
Arkeoloji        :           Eski Yunanca’da (Arkhaios=Eski) ve (Logos=bilim) kelimelerinden türemiştir. Arkeoloji manası itibariyle iki kelimenin birleşiminden türemiş bir kelimedir. Oluşan yeni kelimenin manası ise “Eskinin İlmi” olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde yaygın olarak bilinen manası ise kazı bilimidir. Arkeoloji inceleme alanı itibariyle toprak altından çıkartılan ya da toprak üzerinde bulunan her türlü eski eseri inceleyen bilim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batık   :           Çeşitli sebeplerle su altında kalmış ya da suya batmış eser ve buluntulara verilen isimdir.
Coğrafya        :           tarihsel ve arkeolojik açıdan bakıldığında, insanlar ile yer küre arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı olarak tanımlanabilir. Genel manası itibariyle ise yeryüzünü ve hareketlerini inceleyen bilim dalıdır.
Çapraz Açma Sistemi            :           Kazılan alanı karelere ayırarak ilk önce birbirleriyle çapraz konumda olan karelerin kazılması ve ardından da oluşturulan diğer çapraz karelerin kazılması esasına dayanan kazı sistemidir.
Çit-Çamur (Wattle And Daub) Sistemi       :           Eski dönemlerde kamış ya da tahta ile birlikte çamurunda kullanılmasıyla oluşturulan duvara verilen addır.
Çukur :           Kazılar esnasında karşılaşılan boşluklardır. Bunlar genelde silo olarak kullanılmış alanlardır.
Dentkronoloji :           Çıkan ağaç buluntularının halkalarını sayarak yapılan tarihlendirme yöntemidir.
Egytptolog      :           Eski mısır tarihçisi ya da uzmanı.
Extramural     :           Yerleşim yerinin dışı manasına gelen bu kelime yerleşim yerinin dışına ölülerin gömülmesi olarak da kullanılır.
Gem    :           Kıymetli ya da yarı kıymetli oyulmuş taş. Bu taşlara “İntaglio” da denilmektedir.
Heykel           :           Taş, maden, ağaç, kil, alçı gibi malzemeler kullanılarak yapılan, canlıları ya da soyut nesneleri yansıtan üç boyutlu eserlerdir. Bu sanat İlk Çağ’da tanrılar adına, sonraları krallar ve asiller adına, günümüzde ise sanat ve ekonomik kazanç için yapılmıştır ve yapılmaktadır.
Hiyeroglif       :           Resim yazısı olarak tanımlanmakla beraber daha çok Eski Mısır resim yazısı olarak bilinen şekilsel yazı tipidir.
İmpuls Radar Yöntemi          :           Kazılardan önce yer altındaki bulguların gelişmiş radar sistemi ile taranması ve madenlerin tespit edilmesinde kullanılan yöntemdir.
İnhumasyon   :           Ölüleri normal olarak gömme.
İntramural      :           Ölüleri yerleşim yerinin içine gömme.
Jeoarkeoloji   :           Yer ve doğa araştırmalarında elde edilen bilgilerin, arkeolojik araştırma ve bulguların değerlendirilmesinde kullanılmasıyla oluşmuş yeni bir bilimsel yöntemdir.
Jeofizik           :           Yerin fiziki yapısını inceleyen bilimdir.
Jeomorfoloji   :           Yeryüzünün oluşumunu, gelişimini ve değişimini inceleyen ve geleceğe yönelik ön görülerde bulunan bilimdir.
Karbon 14 Metodu    :           Arkeolojik buluntuların hesaplanmasını sağlayan kimyasal yöntemdir.
Karoyaj          :           Arkeolojik kazı esnasında alanı 10x10 metrelik alanlara bölme yöntemidir.
Kazı    :           Toprağı çeşitli araç ve gereçlerle kaldırarak altındaki arkeolojik buluntuları çıkartma yöntemidir.
Keramik         :           Yunanca’da (keremos=çömlekçi toprağı) ve (kerameus=çömlekçi) kelimelerinden gelen Keramik arkeolojide pişirilmiş topraktan yapılmış çanak ve çömlek türü eserlere verilen addır.
Kesme Taş     :           Mimari yapının özelliğine göre, düzgün şekilde oyulmuş ve şekil verilmiş taşlardır.
Klasik Çağ     :           M.Ö. 475-344 tarihleri arasını kapsayan dönemdir.
Kremasyon    :           Ölüyü yakarak gömme.
Kronoloji        :           Zaman bilimi.
Lahit   :           Antik Çağ’da ölülerin gömüldükleri sandık şeklinde ve genelde mermer ya da taştan yapılmış mezar.
Mezar :           Ölünün ya da ölen birinin gömüldüğü yerdir. Çeşitli büyüklüklerde, çeşitli şekillerde ve çeşitli malzemelerle yapılabilinir.
Müze  :           Sanat ve bilim eserlerinin saklandığı, korunduğu ve halka gösterildiği yer ve yapılardır.
Nekropolis     :           Mitolojide ölüler şehri anlamına gelen mezarlıklardır.
Orak   :           Özellikle tarımda kullanılan, yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bıçakla ve buna bağlı bir saptan oluşan ekin biçme aracıdır.
Ören   :           Eski yapı, şehir kalıntısı. (harabe).
Paleopatoloji  :           Fosilleri ve kemik kalıntılarını inceleyerek, geçmişteki insan ve hayvan hastalıklarını araştıran bilim dalıdır.
Plân     :           Arkeolojik kazı alanlarının kuş bakışı olarak belirli bir ölçek dâhilinde kâğıt üzerine aktarılması işlemidir.
Plân Kare Sistemi     :           Kazı alanını 10x10 veya 5x5 metrelik karelere ayırarak, aralarında 0,5 metrelik boşluklar bırakılmasıyla oluşturulmuş kazı sistemidir. Bu sistemi ilk olarak 1930’larda İngiliz Arkeolog Sir Mortimor Wheler uygulamıştır.
Prehistorya    :           Kelime olarak “Tarih Öncesi” anlamına gelen “Pre (önce)” ve “Historia (tarih)” kelimelerinden oluşmuştur. Tarihsel manada yazının icadından önceki döneme verilen addır.
Protohistoria  :           Yazılı döneme geçmemiş bir uygarlık hakkındaki bilgilerin, yazıyı kullanan bir uygarlıktan elde            edilmesidir.
Resim :           Yüzey üzerine renkler ile zihinsel ifadelerin yansıması olarak yapılan çizimlerdir.
Saban  :           Eski çağlarda toprağı ekme işlemi öncesinde, sürmek için kullanılan ve öküz ile çekilen alettir.
Sanat Tarihi   :           Görsel sanatların tarihsel sürecini inceleyen bilim dalıdır.
Seramik          :           Değişik şekillerde yapılan ve pişirilerek ya da güneşte kurutularak oluşturulmuş kap-kacak türü yapılardır.
Sikke  :           Arapçadan türeyen bir sözcük olan sikke, belirli bir ölçüde madenden üretilmiş paralara verilen addır.
Silo      :           Arkeolojik açıdan yerleşim yeri içine açılmış tahıl depolama çukurlarıdır.
Sismik Yöntem          :           Yer altındaki tabakaların saptanması için ses frekansı ile tespit yapan fizik yöntemidir.
Step Trench   :           Kazı alanını basamak halinde açmak.
Stratigrafi       :           Arkeolojik kazılarda yer kabuğunun, kalıntı ve katmanları inceler.
Spatula           :           Küçük buluntuların temizlenmesi için kullanılan alettir.
Tapınak          :           Dini tapınmanın ve ibadetin gerçekleştirildiği, genelde büyük yapıya sahip binalardır.    
Tipoloji           :           Aynı katman içinde birbiriyle ilişkili olduğu saptanan buluntuların biçimsel özelliklerine göre sınıflandırılmasıdır.
Tümülüs         :           Mezar ya da mezarlardan oluşmuş üzeri toprak yığılmış alanlara verilen isimdir.
Urne    :           Ölünün yakıldıktan sonra küllerinin içerisinde koyulduğu kaba verilen isimdir.








2. BİBLİYOGRAFYA

BAHN, Paul, “Arkeolojinin ABC’si” Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999
DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültürünün Oluşumu ve Gelişiminde At”, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, Ankara 1997
DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk”, Maya Akademi, Ankara 2009
DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültür Çevresinde Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronoloji”, Gazi üniversitesi Türkiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara 2009
DURMUŞ, İlhami, “Sakalar (İskitler)”, Levent Ofset Matbaacılık Ticaret Ltd. Şti., Ankara 1993
ERDOĞDU, Burçin, “Arkeoloji, teori, politika”, Okyanus Yayımcılık ve Yapımcılık Lmt. Şti., Edirne Kasım 2007
ETİENNE, Francoise – Roland, “Antik Yunan, Bir Keşfin Arkeolojisi,” Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ocak 2003
H.MC NEİLL, William, “Dünya Tarihi”, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. Ltd. Şti. 14. Baskı, Ankara 2008
KOCA, Salim, “Türk Kültürünün Temelleri I”, Damla Neşriyat, İstanbul 1990
ÖZDAŞ, Harun, “Arkeolojik Su Altı Araştırmaları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü, İzmir 2010
ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011
ÖZKAN, Süleyman, “Osmanlı Devleti’nde Arkeolojik Kazı Çalışmaları”, Bornova (İzmir) 2008
SALTUK, Secda, “Arkeoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitap Evi Baskı Tesisleri, 6. Baskı, İstanbul Kasım 1989
SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999
ŞENEL, Alâeddin, “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, Ankara 1990
TÜBİTAK Yayınları Arkeoloji, İstanbul 2005
Türkiye Ansiklopedisi, Kaynak Kitaplar Basım Yayın Dağıtım A.Ş, İstanbul 1974 Syf. 207



[1] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 23
[2] SALTUK, Secda, “Arkeoloji Sözlüğü”, İnkılâp Kitap Evi Baskı Tesisleri, 6. Baskı, İstanbul Kasım 1989, syf 29
[3]TÜBİTAK Yayınları Arkeoloji”, İstanbul 2005 syf. 6
[4] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf 13.
[5] SALTUK, Secda, “Arkeoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitap Evi Baskı Tesisleri, 6. Baskı, İstanbul Kasım 1989 syf. 30
[6] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 24-28
[7] BAHN, Paul, “Arkeolojinin ABC’si” Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999 syf. 20–21
[8] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 58
[9] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 68-69
[10] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf 19.-20
[11] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 69
[12] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf 21
[13] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 70

[14] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf 23-24
[15] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Flimcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 70-71
[16] ETİENNE, Francoise – Roland, “Antik Yunan, Bir Keşfin Arkeolojisi,” Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ocak 2003 syf 90
[17] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 71-72
[18] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.74
[19] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.74-75
[20] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.75
[21] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.76
[22] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.76-77

[23] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.78-79
[24] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.79-80
[25] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 79- 81
[26] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011
syf. 80-83
[27] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 83–85
[28] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf.86-87
[29] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 122–124
[30] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 58-60
[31] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 61-64
[32] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 65-68
[33] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 68-71
[34] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 71-74
[35] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 74-75
[36] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 76-79
[37] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 56
[38] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 80-81
[39] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 82-84
[40] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 85-89
[41] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 89-90
[42] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 94
[43] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 51-54
[44] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 55
[45] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 56
[46] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 56-57
[47] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 43-45
[48] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 95-97
[49] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 120-124
[50] SEVİN, Veli, “Arkeolojik Kası Sistemi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları, İstanbul 1999, syf. 103-107
[51] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın ve Filmcilik Ltd. Şti. Mayıs 2011 syf. 40-42
[52] ŞENEL, Alâeddin, “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, Ankara 1990 Syf. 17
[53] ŞENEL, Alâeddin, “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, Ankara 1990 Syf. 17-19
[54] ŞENEL, Alâeddin, “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, Ankara 1990 Syf. 19-21
[55] H. MC NEİLL, William, “Dünya Tarihi”, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. Ltd. Şti. 14. Baskı, Ankara 2008 Syf. 46-48
[56] DURMUŞ, İlhami, “Sakalar (İskitler)”, Levent Ofset Matbaacılık Ticaret Ltd. Şti., Ankara 1993 Syf. 89-90
[57] DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültürünün Oluşumu ve Gelişiminde At”, Gazi üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, Ankara 1997 Syf. 13-19
[58] H. MC NEİLL, William, “Dünya Tarihi”, İmge Kitapevi Yayıncılık Paz. San. Ltd. Şti. 14. Baskı, Ankara 2008 Syf. 46-50
[59] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 134-135
[60] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 134-139
[61] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 152-154
[62] SALTUK, Secda, “Arkeoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitap Evi Baskı Tesisleri, 6. Baskı, İstanbul Kasım 1989 syf. 31
[63] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 132
[64] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 133
[65] DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültür Çevresinde Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronoloji”, Gazi üniversitesi Türkiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara 2009 Syf. 131
[66] DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültür Çevresinde Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronoloji”, Gazi üniversitesi Türkiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara 2009 Syf. 130-131
[67] KOCA, Salim, “Türk Kültürünün Temelleri I”, Damla Neşriyat, İstanbul 1990 Syf. 14-16
[68] DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk ”,  Maya Akademi Eğitim Dağıtım Danışmanlık, Ankara 2009 Syf. 87
[69] DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk ”,  Maya Akademi Eğitim Dağıtım Danışmanlık, Ankara 2009 Syf. 95-99
[70] DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk ”,  Maya Akademi Eğitim Dağıtım Danışmanlık, Ankara 2009 Syf. 89
[71] DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk ”,  Maya Akademi Eğitim Dağıtım Danışmanlık, Ankara 2009 Syf. 93-94
[72] DURMUŞ, İlhami, “Bilge Kağan, Köl Tigin ve Bilge Tonyukuk ”,  Maya Akademi Eğitim Dağıtım Danışmanlık, Ankara 2009 Syf. 120-121
[73] DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültür Çevresinde Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronoloji”, Gazi üniversitesi Türkiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara 2009 Syf. 132-133
[74] DURMUŞ, İlhami, “Bozkır Kültür Çevresinde Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronoloji”, Gazi üniversitesi Türkiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara 2009 Syf. 134
[75] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 189
[76] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 190
[77] ÖZKAN, Süleyman, “Osmanlı Devleti’nde Arkeolojik Kazı Çalışmaları”, Bornova (İzmir) 2008 Syf. 17
[78] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 192-193
[79] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 193-195
[80] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 203-204
[81]Türkiye Ansiklopedisi”, Kaynak Kitaplar Basım Yayın Dağıtım A.Ş, İstanbul 1974 Syf. 206-210
[82] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 205
[83]Türkiye Ansiklopedisi”, Kaynak Kitaplar Basım Yayın Dağıtım A.Ş, İstanbul 1974 Syf. 207
[84] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 201
[85] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 202
[86] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 213-216
[87] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 146
[88] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 146-147
[89] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 148-149
[90] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 151
[91] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 159
[92] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 154-155
[93] ÖZDOĞAN, Mehmet, “Elli soruda arkeoloji” , Yedi renk Basım Yayın  ve Filmcilik Ltd. Şti., Mayıs 2011 syf. 156-157
[94] ÖZDAŞ, Harun, “Arkeolojik Su Altı Araştırmaları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü, İzmir 2010 Syf. 25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder